Dini kutuplaşmanın Fransızcası
Emperyalist gericiliği ile radikal dinci gericilik birbirlerini besliyor ve güçlendiriyor. Bize düşen ikisine de karşı, birlikte mücadele etmek. Başka çare yok...

Deniz UZTOPAL*
Charlie Hebdo’ya yapılan ve ardından devam eden saldırıların Fransa açısından dönüm noktası olduğu açık. Elbette bugüne kadar birçok gazeteci, cihadcı İslamcılar tarafından Irak, Suriye, Afganistan gibi ülkelerde rehin alınmış, Mart 2012’de Muhammed Merah adlı 23 yaşındaki bir genç İslam adına 7 kişiyi katletmiş, Hervé Gourdel Cezayir’de kaçırılmış ve 24 Eylül’de kameralar önünde kafası kesilmişti. Ama 7-9 Ocak saldırıları sürecin bir üst aşamaya geçtiğini gösterdi.
EN LAİK ÜLKEDEN CHARLIE HEBDO SALDIRISINA…
Fransa’da laiklik 1905’den bu yana yasallaşmış, kiliseye karşı uzun mücadeleler sonucu, İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarında belki de burjuva demokrasisinde hayata geçirilebilecek en ileri biçimini almıştı. Sağlı sollu tüm burjuva politikacıları da laikliği ağızlarından hiç düşürmemişlerdir. Ancak Fransa’da laiklik, son 12-14 yıl içinde bizzat devletten büyük darbeler yedi ve dinler tartışması, başka sosyal sorunlarla da birleşerek toplumda önemli tahribatlara yol açtı.
Charlie Hebdo saldırısını; Fransa’da doğmuş büyümüş gençlerin neden cihadcılara katıldığını anlamak için bu toplumsal tahribatı ve dinsel kutuplaşmayı anlamak gerekir.
2001’de ikiz kulelerin yıkılması, ardından Afganistan ve Irak halklarına bomba yağdırılmasıyla birlikte başlatılan ‘medeniyetler çatışması’ tartışmaları Fransa’da da yürütüldü. 2002’de aşırı sağcı Jean-Marie Lepen’in, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 2. tura kalması dönüm noktası oldu. İktidara gelen sağ, aşırı sağa oy veren vatandaşı ‘kazanabilmek’ için söylemlerini daha da sağcılaştırdı. 2003’te Başbakan Jean-Pierre Rafarin laiklik üzerine bir rapor hazırlattı ve 2004’te, o güne kadar ciddi hiç bir sorun teşkil etmeyen ve toplumun gündeminde olmayan ‘türban’ sorun gündeme getirildi. Okullarda türban yasağı onaylandı.
İslam üzerine yoğun tartışmalar tertiplendi, İslam’ın kadına ne kadar baskı yaptığı, ülkedeki 5-6 milyon Müslüman vatandaşın topluma ne kadar sorun çıkardığı, ortaöğrenimde aslında sayısı sadece bir kaç yüz olan türbanlı gencin eğitim sistemini tehdit ettiği, banliyölerde sorun çıkartan, arabaları yakan gençlerin tümünün Müslüman oldukları vs... gibi konular ülkenin en önemli sorunları olarak işlendi.
2003’te, dönemin İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, Cumhuriyetin “kendi İslamını” kurabilmesi için bir kuruma ihtiyacı olduğunu gündeme getirdi ve Müslüman İnancı Fransız Konseyi’ni (CFCM) kurdurttu. İçişleri Bakanlığı camilerin imamlarını belirleme, ‘zararlı’ bulduklarını engelleme hakkına sahip oldu. Şubat 2005’te “Fransız sömürgeciliğinin pozitif rolü”nün okullarda öğretilmesi gündeme getirildi. Tepkiler üzerine geri adım atıldı, ama on yıllarca sömürülen ve çoğu Müslüman olan Afrika ülkelerinin ne kadar geri kaldığı, Fransa’nın ise ‘ileri’ bir uygarlık olarak buralara “medeniyet götürdüğü” fikri böylelikle desteklendi, teşvik edildi.
Sarkozy 2007’de Cumhurbaşkanı oldu ve iktidardaki 5 yılı boyunca Hıristiyanlığı açıktan destekledi; İslam’a, daha doğrusu laikliğe saldırıyı yoğunlaştırdı.
Kasım 2009’da İsviçre’de, cami minarelerine dair yapılan referandum Sarkozy açısından bir dönüm noktası olur. Ona göre bu referandumun sonucu Avrupa toplumunda İslam karşıtı duygunun ne kadar geliştiğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla artık toplumun belirli bir kesimine seslenirken İslam karşıtlığı duygusunu kaşımak gerektiği fikrine varır. Le Monde gazetesi için yazdığı bir yazıda İslamı ve Müslümanları kastederek “dinsel sembollerin çok göze batan bir davranış içinde olmamaları gerektiğini” savunur. Oysaki kendisi devlet başkanı olarak ülkenin en büyük 3 dinine aynı mesafe ile hiçbir zaman yaklaşmamış, Hıristiyanlık ve Yahudilik lehine İslam’a karşı; özellikle de banliyö sorunları üzerinden dışlayıcı, horlayıcı, küçümseyici bir pozisyonda olmuştur. Zira, Le Monde’daki makalesinin daha mürekkebi bile kurumadan sayısı sadece 300-500 kadar olan “burka giyen Müslüman kadınlar” aylar sürecek bir tartışmanın konusu olurlar ve ve ekim 2011’de Fransa’da burka giyilmesi yasaklanır.
2012’de François Hollande Cumhurbaşkanı olarak seçildiğinde Sarkozy yıllarında laikliğe karşı yapılan bu saldırılar ve toplumda yarattığı kırılma, devletin bir yandan İslam’ı hor görürken diğer yandan Hıristiyan ve Yahudiliğe yakınlaşmasının Müslüman Fransızlar içinde doğurduğu sorunlar, büyük oranda ilerlemişti. Bunlara bir de Sarkozy’nin yürüttüğü Libya, Fildişi ve Afganistan savaşlarını eklemek gerekir. François Hollande da Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Irak savaşlarını başlatır.
CİHADCILARIN EKMEĞİNE YAĞ SÜRÜLDÜ
İçeride laikliğe saldırı, devletin dinlere karşı eşitsiz tavrı, Müslüman gençlerin sorunlu ve potansiyel tehlike olarak görülmesi; milliyetçilik ve Hıristiyanlığın ulusal kimliğin temellerinden biri ilan edilmesi, dışarıda ise emperyalist saldırgan bir savaş politikası izlenmesi ve somut olarak ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkelere yönelik işgal politikası... Fransız burjuvazisinin bu politikaları uluslararası alanda yaşanan diğer olaylar ile birleştiğinde radikal dinci grupların ekmeğine yağ sürdü.
Yoksul, işsizliğin pençesinde olan, eğitim sisteminde gelecek göremeyen ve laikliğe yapılan saldırılar çerçevesinde dinler arasında taraf tutmaya zorlanan gençlerin kendilerini anne ve babalarından daha fazla Müslüman hissetmeleri, dinsel kimliğe daha fazla sarılması; ve bu kimliği öne çıkartmaya açık koşullarda radikal İslamcı grupların söylemlerine kulak kabartması şaşırtıcı olmadı. Bugün Fransa’da cihadcılarla ilişkisi olan 1200 kişiden bahsediliyor. Eğer ülkede gerçek bir laiklik acilen inşa edilemezse, bunların toplumsal yaşam koşulları değişmez, daha iyi bir gelecek vadedilemezse; 2012’de ‘yeni Muhammed Merah’lar çıkar’ öngörümüzün doğru çıkması gibi, bugün de ‘yeni Kuaşi ve Amedy Kulubaliler çıkar’ dediğimizde maalesef yanılmayız.
Emperyalist gericiliği ile radikal dinci gericilik birbirlerini besliyor ve güçlendiriyor. Bize düşen ikisine de karşı, birlikte mücadele etmek. Başka çare yok...
*Tarih doktoru, Paris
Evrensel'i Takip Et