25 Ocak 2015 05:06
/
Güncelleme: 09:22

Korkunç

O kadar sık o dizelere referans verdi ki herkes, tekrar etmek bile sıkıcı belki. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, ve hatta Türkçe’nin de en bilinen dizelerinden biri o, “Çocuk ve Allah” kitabından. Aynı isimli şiirden. “Çocuklar korkunç, Allah’ım.”

Korkunç

Mehmet Said AYDIN

O kadar sık o dizelere referans verdi ki herkes, tekrar etmek bile sıkıcı belki. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, ve hatta Türkçe’nin de en bilinen dizelerinden biri o, “Çocuk ve Allah” kitabından. Aynı isimli şiirden. “Çocuklar korkunç, Allah’ım.” 
Buradaki “korkunç”un ne olduğu malum. İnanılmayacak kadar, insanca kimi sıfatları kullanamayacak kadar “korkunç”. Çocuk çünkü, bütün semavi dinlerin, bütün inançların, bütün devrimci ve karşı devrimci çıkışların, dünyadaki neredeyse bütün ortak motivasyonların daima kenara koyduğu, illa ki masumiyetle tarif ettiği, dünyaya bir armağan olarak gelmişçesine yaşayan bir yaşam formu. Tuhaf ve korkunç işte. Çocuk çünkü. 

Bir fotoğraf dolaşıyordu geçenlerde, çoğu kimse görmüştür. Hudea adında küçük bir çocuk, iki elini yumruk yapmış yukarı kaldırıyor. Neden? Çünkü kendisine doğrultulan kamerayı silah sanıyor. Çünkü savaştan geliyor. Nereye? Savaşın olmadığı vehmedilen bir ülkenin sınırındaki bir kampa. Kaçarak.

Bu konu çok netameli. Kurulacak her cümle kendini imha etmeye teşne. İmha de neymiş? Kendini yalanlaya yalanlaya, dünyadaki bütün harfleri, heceleri, kelimeleri korkunçlaştırmaya (bu defa öteki ve yaygın anlamıyla “korkunç”) münasip bir konu bu. Dokunan tastamam yanar. Ama dokunmayıp ne yapılır, o da şimdilik muğlak. En azından şimdilik muğlak deyip avunmak da biz ölümlülerin hayatta kalmak için kendine uydurduğu bahane sayılsın.

Sağlıktan olabildiğine yoksun olduğu dünyaca tescilli bir hızlı yemek yeri var. Okyanus aşırı memleketlerden, o okyanus aşırı memleketlerin her şeyi vurgun bu memlekete de gelmiş bir hızlı yemek yeri o. İstanbul’un Şirinevler’inde şubesi var, o şubede geçenlerde bir çocuğu dövdüler. Neden? Çünkü masada kalan yemekleri yemeye cüret etti o çocuk. Şimdi bir gürültü var –biraz kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz o gürültülerde ya, o da neyse. Gürültünün sonunda ne olacak? Geçmiş tecrübelerden (bilhassa Gezi dönemindeki) biliyoruz ki, hiçbir şey olmayacak. Hikâyenin sonunda o dükkâna uğramaktan imtina eden birkaç insan kalacak, o kadar. Ama orada, o yemek satılan yerde, insanların ağzından artan yemekleri yediği için küçük bir çocuk dövüldü mü? Evet. Biz evlerimizde oturabiliyor muyuz? Evet. Sadece bu mu?

Orada bir memleket var. Adına Cizre demişler. Görüp görebileceğiniz en sıcak yerlerden biridir, iki manasıyla da. Yazın gittiğinizde elinizde buz dolu bir kova olsa da sokaklara serpsem dersiniz. Gölgesi, gölge kelimesinin manasını sorgulatacak kadar sıcaktır. Serinlik murat etmekten uyuşursunuz. Ve bu dediklerimin hiçbir yerinde mübalağa yok, merak eden varsa temmuz ayında bir uğrasın. Çok uzak sayılmaz, uçakla Türkiye’nin büyük şehirlerinden en çok iki saat çekiyor. İlk manası malum. İkincisi de malum gerçi. Sıcak: Çünkü orada bitti sanılan bir savaş asla bitmiyor. Çünkü orada evlere ateş düşmeye devam ediyor. Üstelik çoğu zaman çocuklarla düşüyor. Çocuklar ölüyor. Son dört haftada Cizre’de olanlarla ilgili Faruk Ayyıldız’ın 15 Ocak 2015 tarihli yazısı (Evrensel) etraflı bir derleme olarak orada duruyor. Beşi çocuk altı kişi öldürüldü son bir ay içinde. Fail yok, soruşturma sol elle, muhataplar suskun ve tanıdık.

Yeni bir şey söylemek çok zor. Bu yazı yayımlandığında birçok insanın yakınındaki küçük “korkunç”luklar (mana 1) karnelerini almış olacak. Kimi harçlık bekleyecek, kimi mahcubiyet duyacak, kimi okulun kapanan bir şey olduğuna tekrar sevinecek. Bu memleketin “korkunçluklar” (mana 2) ajandası kabarmasın isteği bizim olacak. Bu ajandanın kabarmamasını istediğini iddia eden kimi konuşanlara küfretmek de bizim kalacak. Ama biliyoruz, küfürden gayrısını yapmak da elimizde. Onu bilelim, gerekirse alık ve eski desinler.
İsim isim saymayı kalbim kaldırmıyor. Ama her gün bir defa, en az bir defa “Ümit Kurt’u kim öldürdü?” demeyi kendime meslek edindim. Tavsiye ederim, her gün birimiz, bir çocuğumuzu kimin öldürdüğünü sormayı meslek edinsin. Böylece öfke soğumuyor, böylece kalp yumuşamıyor. Her gün bir çocuğumuzun adını anmak bile yeter. Her gün bir kere adını analım o çocukların. Sebep olanlar şimdilik onları unutmadığımızı bilsinler en azından. Kalbimizin asla yumuşamayacağını. Çünkü, çocuklar korkunçtur (mana 1 ve 2 beraber) ey muktedirler. Buraya ünlemi kendiniz kondurun.

* [email protected]
@bahcelikusur

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et