01 Şubat 2015 04:30

‘Hattın aşağısı’

Dilin hafızası çok şey söyler. Bunu birden fazla söyledim. Bir kere daha tekrar etmekte zarar yok. Sınır nedir? Mesela tarlan var, senin tarlanın yanında başkasınınki var, oraya kimi taşlar döşemişsin. Buğdayı o taşların eşiğine kadar ekiyorsun, taşların ardında o arpa ekiyor. Sonra hasat zamanı selamlaşıyorsun, taşları görmüyorsun, anımsamıyorsun bile.

Paylaş

Mehmet Said AYDIN*

Dilin hafızası çok şey söyler. Bunu birden fazla söyledim. Bir kere daha tekrar etmekte zarar yok. Sınır nedir? Mesela tarlan var, senin tarlanın yanında başkasınınki var, oraya kimi taşlar döşemişsin. Buğdayı o taşların eşiğine kadar ekiyorsun, taşların ardında o arpa ekiyor. Sonra hasat zamanı selamlaşıyorsun, taşları görmüyorsun, anımsamıyorsun bile. O arpasını kaldırıyor, sen buğdayına bakıyorsun. Belki oturup o taşların üzerinde çay içiyorsunuz beraber. Aynı dili konuşuyorsunuz, akrabasınız, akraba değilseniz kirvesiniz, kirve değilseniz hısımsınız, hısım değilseniz komşusunuz. Aynı dilde kızıyor, aynı dilde neşeleniyorsunuz. Giydiğiniz gömlek aynı, bacağınızdaki pantolon aynı, saçınızı birbirine benzer şekilde tarıyorsunuz. Sesinizdeki çatal bile aynı hatta. Üzerinizdeki güneş aynı. Sonra bir gün biri geliyor, diyor “dikenli tel çekeceğiz buraya, sınır burası.” Taşlarımız var demeye kalmıyor, o dikenli teli gürültüyle dikiveriyorlar. Yetmiyor, dikenli telin berisine bir de mayın döşüyor. Neden? Çünkü oraya geçmen yasak. Taş yetmiyor artık arpayla buğdayı ayırmaya. Bunun saçma, manasız, akıl dışı, irrasyonel bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorsun, “sen kimsin?” diyorsun, o taşı alıp fırlatıyorsun. Bana mısın demiyor o karşıdaki. Elinde silahı var, doğrultuyor. Toprağın altında mayını var, patlıyor. Göğsünde bir kalp yok, yumuşamıyor. Olmuyor yani. Diyor, sınır burası.

Ben bir sınırın eşiğinde büyüdüm. Etrafımda konuşulan dil, bana okulda öğretilen dilden değildi. Şehrin merkezinde satılan gazeteler, etrafımda duyduğum dilden değildi. Televizyondan ve radyodan eve yayılan ses, evin içinde konuşulan dil değildi. Ama evin içinde, sokakta, okulda konuşulan dilin içinde söylenen bir şey vardı, bir yer. Orası “hattın aşağısı”ydı, yani “bin xet”. Dilin hafızası orayı hat üzerinden, çekilen sınır üzerinden, o tuhaflık ve manasızlık üzerinden kodlamıştı. Yıllarca da öyle söyledi; ülke adıyla, yön adıyla anmaya tenezzül bile etmedi. Sakız gelirdi mesela, halen dünyada daha güzel bir sakız yapıldığını sanmıyorum, o “hattın aşağısının sakızı”ydı ve annemin nenesinin elbisesinde bize hediye olarak verilmek üzere dururdu. Balon yapsan yapamazsın, iki dakika unut çiğnemeyi hemen taşlaşsın. Ama tadının tarifi yok; neden bakkalda satılmaz anlamazsın. O, büyük nenenin kuşağında durmak, naylonundan sakin sakin çözülmek ve sana bir armağan olarak verilmek içindir adeta. Daha da o tadı aramazsın.
Bayramda birileri telaşlanır etrafta, hattın aşağısına bayram tebriğine gidilecektir. Yahut oradan misafir gelecektir; misafir gelecekse hemen sorarsın, “Yaşıtım kimse gelecek mi?” Gelirler, izzet ikram, telaş kıyamet geçer, herkes çok kalabalıktır, daima çok kalabalıksınızdır zaten. Yemekte curcuna, sokağa çıkılsa kıyamet provası, üstüne bir de misafirleri görmeye gelen misafirler derken, bütün o bayram gürültüyle geçer. Gürültü diner, uğultu başlar. Hiç susulmaz neredeyse. Ama çok güzeldir, yaşıtın biri gelmişse hattın aşağısından, dilindeki birkaç kelimeye şaşarsın, kimi telaffuzların farklı olduğunu kavrar, o yaş aklınla gülersin, o da sana benzer sebeplerle güler. Kimi oyunlardaki küçük farklılıkları görüp, “Aa onlarda öyleymiş” dersin. Asıl dehşet kafa kâğıdını görünce başlar. Başka bir alfabedir pasaportlarında, kafa kâğıtlarında yazan. Her şeyiniz bunca aynıyken, akrabayken, hısımken niye gelişleri bunca olay olur anlamazsın, o alfabeyi hiç anlamazsın, uğurlanırlarken herkesin çok ağlamasını anlamazsın. Aklın nasıl ersin? El kadar çocuksundur. Ağlarsın sen de. Yaşıtın çocuk da ağlar. Giderler sonra.
Hattın aşağısı, bir zaman sonra dilimize yönüyle girdi. Batımıza düşüyormuş meğer. Biz kuzeyde kalanlarmışız.

“Kuzeye esmek iyidir” evet. O batıdan, kuzeye tadının tarifi namümkün bir sevinç esiyor günlerdir. Zaferin adına Kobanê demişler. Sınır çizen taşları battal etmişler. Battal, yani işlevsiz. Taşın en çok yakıştığı yeri öğretmişler insanlığa.

Şimdi o sakızdan balon da yapılabiliyor işte. O yaşıtım çocukla aynı dünyaya bakıyoruz. Aynı heves, aynı dil, aynı esmer yüzle. Bijî serketina Rojava diyerek, bijî serhildana bakur diye eklemeyi ihmal etmeyerek. 

*mehmetsaida@gmail.com
@bahcelikusur

ÖNCEKİ HABER

Gökyüzüne, özgürlüğe, maviye!

SONRAKİ HABER

İmkânlar ve sınırlar: Kobanê yeniden nasıl inşa edilebilir?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa