‘Kadın ikinci cinsiyet değil, iki cinsiyetten biridir’
Türkiye’de kadının varlığına, toplumsal konumuna ve bedenine dair saldırılar her geçen gün artıyor. Neredeyse bakanların, bürokratların ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin bu konuda yorum yapmadığı bir gün bile geçmiyor.
Aylin NAZLIAKA*
Türkiye’de kadının varlığına, toplumsal konumuna ve bedenine dair saldırılar her geçen gün artıyor. Neredeyse bakanların, bürokratların ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin bu konuda yorum yapmadığı bir gün bile geçmiyor.
Bu söylemsel şiddet, kadın cinayetlerinin ve tecavüzlerinin her geçen gün artmasının da önemli sebeplerinden biridir. Toplumsal cinsiyet eşitliğine uygun sosyo-ekonomik politikalar üretemeyen, kadının adını toplumsal yaşamdan ve iş hayatından silmeye çalışan AKP; Türkiye’de yaşanan erkek terörünün bir numaralı suç ortağıdır.
Türkiye tarafından imzalanan uluslararası sözleşmeler ve Birleşmiş Milletler kararlarına göre kadına yönelik şiddetle mücadele, devletin öncelikli sorumluluklarından biri olarak tanımlanmıştır. Gelin görün ki Türkiye’de kadına yönelik şiddet hem devlet hem de erkekler tarafından her geçen gün artmaktadır. Kadını “anne” kimliğine hapseden bir zihniyetle karşı karşıyız. Bu bakış açısı, Simone de Beauvoir’ın vurgusuyla kadını “ikinci cinsiyet” olarak gören karşı bir aklın dile geldiğini düşündürtüyor. Bu zihniyete göre kadın, toplumda var olan iki cinsiyetten biri değil, doğurganlığın aracı olan ikinci cinsiyettir. Kadın kimliğinin inşası, kadının bedeni üzerinden kurulmaktadır. Bu nokta oldukça kritik ve önemlidir, çünkü kadını baskı altına almak isteyen erkek egemen sistemler, toplumun inşasını kadının bedenini kontrol altında tutarak yaparlar. Kadınlık durumu her zaman annelik, merhamet, özel alan, fedakarlık, fazilet ve namus üzerinden tanımlanır.
‘O KADINLARIN ADI VARDI!’
Türkiye’de kadın, tüm bu kavramlar üzerinden tanımlanırken, bu kavramlar mahkemelerde kadın katilleri tarafından savunma unsuru olarak kullanılmaktadır. Son 10 yılda kadın cinayetlerindeki yüzde 1400’lük artış, 2013-2014 yılları arasında kadına yönelik şiddetteki yüzde 31’li artış ve 2008 yılı itibariyle ilgili bakanlıklar tarafından saklanan kadın cinayet, tecavüz ve tacizlerinin sayısı Türkiye’de kadınların yaşadıkları travmayı fazlasıyla gösteriyor.
Sadece sayılardan ibaret değil elbette kadına yönelik şiddet... Fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet kadınları sarmalı içine almışken,bu kadınların her birinin ayrı bir trajik öyküsü var.
Hatırlayalım o güzel kadınları…
Ferdane Çöl, koruma kararına rağmen tehdit edilmeye devam ediyordu. Öldürülmeden bir hafta önce karakola gitti, polis “Bıktık artık sürekli geliyorsun, ölsen de kurtulsak” dedi. Kocası tarafından işkence yapılarak öldürüldü. Ayşe Paşalı, koruma istediği halde mahkeme uygun bulmadı, devlet koruyamadı, eski kocası tarafından 10 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Arzu Yıldırım, kocasından ayrılmak istedi. Ölümünden iki gün önce Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığı’na giderek “Benim, ailemin ve çocuklarımın başına herhangi bir şey gelmesinden kocam ve ailesi sorumludur’’ diye dilekçe verdi. Öldüğünde de çantasından koruma talebiyle savcılığa verdiği dilekçe çıkmıştı.
Arzu Odabaş, kocasından ‘silahla tehdit, hakaret ve şiddet’ iddialarıyla şikâyetçi olmuş, kocası 9 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Mahkeme hapis cezasını para cezasına çevirdi. Boşanma davası sonuçlanmadan kocası tarafından sokak ortasında öldürüldü.
Zübeyde Yıldız, eski kocası tarafından şiddete maruz kalıyordu. Karakola defalarca gidip, “Beni koruyun’’ diye başvurdu. Tehditler artınca savcılığın kapısını çaldı, savcılık takipsizlik kararı verdi. Eski kocası tarafından boğazı kesilerek öldürüldü. Mamaklı Zülfü, şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmak için defalarca evinden ayrıldı ama hep geri dönmek zorunda bırakıldı. Yine bir tartışma sonrasında kocası Zülfü’yü dövdü, bıçakladı, boynunu kırdı ve üzerine kurşun yağdırdı. Kocasının öldürdüğü Zülfü’yü bir kez de mahkeme kararı öldürdü. Kocasının avukatı Zülfü’nün beyaz pantolon giymesinin, kırmızı telefon kabı satın almasının ve çalışmak istemesinin “ailenin namusu”nu kirlettiğini söyledi; katil tahrik indirimi aldı.
Devlet şiddet gören, ölüm tehdidi alan kadınları koruyamıyor. Geçtiğimiz günlerde Evrensel’de çıkan bir haberle bunu bir kez daha görmüş olduk. Van Başkale’de eski kocası tarafından iki kez vurularak ağır yaralanan S.T.’ye trajikomik bir koruma tedbiri uygulanıyor. Polisler 10 günde bir S.T’yi arıyor ve “Nasılsın, bir sıkıntı var mı? Neredesin?” diye sorarak telefonu kapatıyor. “Koruma altındaki kadınlar öldürülmüyor” diyen Aile ve Sosyal Politikalar Yok Bakanı doğru söylüyor; çünkü Türkiye’de koruma altına alınan kadın yok denecek kadar az. Devlet kadınları korumuyor! Bu sadece bir beceriksizlik durumu değil,bir “tercih”tir. Kadını koruma görevini mahalleliye verme fikrinin altında da bu tercih yatıyor.
‘İKTİDAR VARSA, DİRENİŞ DE VARDIR’
Michael Foucault, “İktidar her yerdedir, direniş de” demişti. Eril bakış açısıyla kadına biçilen toplumsal cinsiyet rollerine, bu rollerden yola çıkılarak kadını eve hapsetmek için hazırlanan Aile Paketi gibi AKP politikalara, karanlık zihniyetlerin desteğiyle artan erkek şiddetine karşı direnmeye devam edeceğiz. Haklı direnişimiz ve omuz omuza verdiğimiz mücadelemiz mutlaka kazanacak!
* CHP Ankara Milletvekili