Bakkalın gözü deftere kayacak
Hüseyin Abi sokağımızda bulunan 3 bakkaldan biriydi. Biz mahallenin gençleri, mutlaka her akşam yaptırdığımız tosta, bol sucukla birlikte 3-5 tane turşu biber attığı için severdik Hüseyin Abi’yi, çoluk çocuk sahibi yetişkinler ise, tuttuğu veresiye defterinde hiç hata çıkmadığı için. Ama diğerleri öyle miydi? Sokağın başındaki bakkalda ‘yanlış hesap’ yüzünden sürekli öfkeli sesler yükselirdi. Sondaki bakkal zaten zengin-fakir ayrımı yapar, durumu iyi olmayana veresiye vermeyerek bakkallığın raconuyla çelişirdi. Sonra bir gün “Döner satmak istiyorum” diyerek dükkanı devretti gitti Hüseyin Abi. İşte o gün, tostuna hasta gençlerden çok, tuttuğu veresiye defterine hasta yetişkinleri mağdur etti.
Fırat TURGUT
Hüseyin Abi sokağımızda bulunan 3 bakkaldan biriydi. Biz mahallenin gençleri, mutlaka her akşam yaptırdığımız tosta, bol sucukla birlikte 3-5 tane turşu biber attığı için severdik Hüseyin Abi’yi, çoluk çocuk sahibi yetişkinler ise, tuttuğu veresiye defterinde hiç hata çıkmadığı için. Ama diğerleri öyle miydi? Sokağın başındaki bakkalda ‘yanlış hesap’ yüzünden sürekli öfkeli sesler yükselirdi. Sondaki bakkal zaten zengin-fakir ayrımı yapar, durumu iyi olmayana veresiye vermeyerek bakkallığın raconuyla çelişirdi. Sonra bir gün “Döner satmak istiyorum” diyerek dükkanı devretti gitti Hüseyin Abi. İşte o gün, tostuna hasta gençlerden çok, tuttuğu veresiye defterine hasta yetişkinleri mağdur etti.
Şimdi aradan çokça sene geçti. “Keşke” dedim, İstanbul Bakkallar Odası veresiye defterinin tarih olup yerini bilgisayarın alacağını açıklarken, “Defterine hasta olunan adamla konuşsaydık bu mevzuyu.” Ama olmadı. Bakkallıktan ‘usanmış’ Hüseyin Abi olmayınca Recep Amca’ya gittim.
06.30 GÜNAYDIN, 22.00 İYİ GECELER
Recep Amca 60 yaşında. Askerliğini bitirdiği 1976 yılından beri bu işi yapıyor. 40 senenin içine 2 çocuğunun eğitimini, 15 sene öncesine kadar biriktirebildiği parayla da ufak tefek mal mülk sıkıştırmış. Zamanının çoğu Fatih’in Kocamustafapaşa semtinde ufak bir dükkanda geçiyor. “Sabah 06.30 – akşam 22.00. Cumartesi-pazar yok. Tatil yok. 40 senedir böyle çalıştım. Bir yere gidersem hanım duruyor. Ama işimi severek yapıyorum” diyor.
‘SÜPER GÜÇSÜZ’ KAHRAMAN
Önce bakkallık kültürünü öğretiyor bize. Bakkal dediğin öyle bir insan ki; çocuğu okula, kendisi çalışmaya giden kadın, anahtarı bakkala bırakır; çocuk okuldan gelince alsın diye. Cebinde, sipariş ettiği tüp geldiği sırada para yoktur birinin; bakkaldan alır; “Akşam veririz” diye. Mahallenin delikanlısı sevmiş birini. Kadın da onu sevmiş. Gelinin ailesi bakkala gelir damadı sormak için. Harp okulunu kazanmış bir gencin araştırmasını yapmak için gelen subayların da bakkaldır ilk durağı. Böyle işte. Öyle filmlerde başrol alan süper kahramanlar gibi doğa üstü güçleri olmasa da; bakkal dediğin, vatandaşın, mahallelinin ‘süper güçsüz’ kahramanıdır.
VERESİYE HALKIN GÜVENCESİ
Sonra veresiye kültürüne geçiyoruz Recep Amca’yla: “Veresiyeyi bildiğin kişiye vereceksin. Emekli, memur, olabilirse dairesi kendine ait olan. Eskiden çoktu veresiye alan. Şimdi kredi kartları çıkınca azaldı. Bana da genelde kredi kartını kullanmayanlar geliyor. Aydan aya ödeme yapıyorlar. Yetmiyor çünkü paraları. Bazısı hesap kitabını bilmiyor. Bazısı da seviyor veresiye almayı! Bazısı da emeklidir, geçinemiyor. Şu ana kadar veresiyeden vazgeçmeyi hiç düşünmedim. Veresiye defteri halkın güvencesidir. Bakkala gelmek için cebinde parası olması gerekmiyor bir insanın. Vermesen iş yapamazsın. Veresiye vereceksin. Ama adamına göre. Birisi yamuk yaptı mı kesersin. Bir de uyanık olacaksın. Piyasada kurt olduk yani. Ona rağmen yine zaman zaman kazıklanıyorum. Geliyor önce alışverişini yapıyor. Sonra istemeden getiriyor. Ondan sonra bir çarpıyor gidiş o gidiş.”
‘POS CİHAZINA BİLE ALIŞAMADIM’
“Eee, Recep Amca” diyorum, “Bugüne kadar dükkanına pos makinesi bile koymayan sen, ne diyorsun bu yeni sisteme?”
Elini cebine atıp cep telefonunu çıkarıyor: “Mesela cep telefonum var değil mi? Bir anketçi geliyor. Kocamustafapaşa’da cep telefonu olmayan kim var deyince bana gönderiyorlar. Cep telefonum yoktu bu zamana kadar. Beni bulan buradan buluyordu. İki üç senedir bende bu telefon. Torun 9 yaşında, elinde telefon var. 3 yaşındaki torunuma git. İnternete giriyor.”
“Veresiye defterinin kalkması cazip değil” diyor. “Niye” diye soruyorum. Başlıyor anlatmaya: “Kasabadaki, köylerdeki bakkal nasıl öğrensin? Hepsi gözlüklü, yaşlı amcalardır benim gibi. Nasıl gözü görsün de uğraşsın? Benim gözüm de kesmiyor. Uğraşamam yani. Benim elimde kalem defter. Hesap makinem var ama onunla da toplamam. Kafamdan yaparım hesabı.
Diyelim ki ben koydum bilgisayarı buraya. Vatandaşa ‘Dur yazayım’ diyeceğim. Gözüm deftere kayacak. Ne anladım ben bu işten. Ben hiç sıcak bakmıyorum. Kim yapacak ki bunu. Gençler yapar. Gençler de bakkalık yapmıyor artık.”
SİSTEM YAYGINLAŞIR AMA...
İşte, Kocamustafapaşa sokaklarının birinde 10 metrekarelik bir dükkanı olan Recep Amca’nın kaygısı... İster çağa ayak uyduramama, ister gereksiz uygulamaya yapılan haklı eleştiri... Adına ne denirse densin, Recep Amca’nın veresiye defteri sürekli tezgah altında olacak. Sistem elbette yaygınlaşabilir. Herkes çabucak da alışabilir. Ancak dükkanına elektronik sistem kurulsa dahi bugüne kadar pos makinesini bile dükkanına koymayan Recep Amca, veresiye defterini kapatmayacak, kapatamayacak. Ve Recep Amca gibi niceleri... Tıpkı akıllı telefon kullanmaya direnen ya da kullanamayan ak saçlı nice amcalar gibi. 7’den 70’e herkesin elinde akıllı telefon bulunmasına rağmen, hâlâ “Onunla çivi çakıyorduk”, “Sinirliyken duvara attım, duvar kırıldı” geyiklerine konu olan telefonları kullanmaktan vazgeçmeyen, vazgeçemeyen nice amcalar gibi...
Ve eğer hâlâ bakkallık yapsaydı; veresiye defterine hasta olunan Hüseyin Abi gibi...
‘ELEKTRONİK SİSTEM DAHA İYİ’
Recep Amca’nın “Anca onlar yapar” diye işaret ettiği gençlerden biri olan Ferdi’yle görüşüyoruz, Fındıkzade’yle Kocamustafapaşa arasındaki ara sokaklardan birinde. Bakkalla market arası bu dükkanı işleten Ferdi, çocukluktan yeni çıkan bir gençken, henüz 15 yaşında başlıyor bu işe. Mardin’den İstanbul’a gelir gelmez... “Akrabalar yapıyordu bu işi. Biz de başladık” diyor. Mesleğe başladığı ilk günden bu yana veresiye tutuyor. Bakkal olmanın usulünde var bir kere: Veresiyesiz olmaz. “İnsanları kıramıyorsun” diyor Ferdi: “Adam geliyor ekmek istiyor. Gel de verme. Ya da yoğurt, peynir. Hatta sigara. Veresiye veriyoruz yani. Genelde tanıdıklara veriyoruz.”
‘NE YAPABİLİRSİN Kİ?’
Memuru, işçisi, emeklisi, öğrencisi, yaşlısı, genci, kadını, erkeği... Kimler almıyor ki veresiyeyi? Çeşit çeşit insanı ortaklaştırıyor veresiye. Çeşit çeşit insanı ortaklaştırıyor geçim derdi. “Maaşları yetmiyor” diyor Ferdi: “Ev kirası, faturalar, limiti dolmuş kredi kartları... En son çare bakkala gelip yazdırmak.”
“Veresiyenin sona ermesini ister misin peki?”
Sorumu hızlı bir şekilde yanıtlayan Ferdi: “Veresiye olmasa çok güzel olur aslında. Şu an marketlerde nasıl geçilebilmişse ilerleyen dönemlerde de bakkallarda veresiyenin önüne geçilebilir. Veresiye vermek istemeyiz.”
Çok geçmiyor aradan, sadece 1-2 saniye. Ferdi’nin vicdanı mı yoksa bu mesleğin kültürü mü ağır basıyor bilinmez. Söze şöyle devam ediyor: “Vermek istemeyiz ama adam bitmiş zaten daha ne yapabilirsin ki?”
UNUTKANLIĞIMI ENGELLER
“Ya yeni sistem” diyorum. İşte şimdi, 40 yıllık meslek hayatıyla piyasanın kurdu olmuş Recep Amca’nın ‘gençlerin işi’ tarifi şekilleniyor karşımızda. Uygulamaya sıcak bakıyor Ferdi: “Ne zaman almış, kim almış? Adam mı, oğlu mu, kızı mı? Bu müşteri için de bakkallar için de daha iyi. Şu anda bir sorun çıkmıyor ama yeni uygulama daha iyi.”
Bir sebebini de unutkanlığına bağlıyor Ferdi: “Veresiye alıp da benim yazmayı unuttuklarım oluyor. Başın kalabalık olduğu zaman veresiye alanlar olunca yazmayı unutuyorsun. Eve gidip de aklıma gelenler bile oluyor. Bu uygulamanın unutkanlığımın önüne de geçeceğini düşünüyorum. Bir de insanlar teknolojinin gelişmesine alışık oldukları için buna da çabuk alışırlar.”
‘MÜŞTERİYLE SAMİMİYET KURUYOR’
Servet Abi de Ferdi’den sonraki durağımız. 40’lı yaşlarda olan Servet Abi güvenlik işinden geçmiş bakkallığa, bundan 9 sene önce. Tıpkı Ferdi gibi o da bakkallık yapan akrabaları aracılığıyla başlamış bu işe. Dükkanı veresiyeyle devralmış. Bu işin kanunu işte... Bakkal dediğin, kendinden öncekinden devraldığı veresiye defterini kendinden sonrakine devreder dükkanla birlikte. Veresiye defteri zinciri böyle uzar gider.
“Veresiye defterinin girmediği yer yok” diyor Servet Abi: “Her sektöre ait bir şeydir.”
“Peki borç dışında nedir abi bu defterin anlamı?” Servet Abi’nin üzerinde masum bir duygusallık: “Müşteriyle bir samimiyet kuruyor.”
Veresiye benzetmesi de oldukça ilginç: “Evdeki babayla oğul ilişkisi gibi. Okula gidiyorsun. Cepte paran yoksa nereden alacaksın? Babandan alacaksın. Bu da öyle bir ilişki. Evinde yiyeceği olmayan marketten alamayacağına göre haliyle bizden alıyor.”
Bakkal samimiyeti işte. Servet abinin bu örneğiyle bir kez daha “Sen markete gidersin ama cenazene bakkal gelir” sözü yüzümüze çarpmıyor mu? Çarpıyor elbette...
Bir de ‘olmasın’ dediğimiz gerçekler dökülüyor dilinden: “Parası varsa zaten gider başka bir yerden alır. Bu herkes için böyle. Vatandaşın kazandığı yetmiyor. Ev kiraları buralarda 1000 liradan aşağı değil. Ama asgari ücret 900 lira. Bir gün vermeyerek kırarsın, ikinci gün vermezsen dükkanı kapatıp gidersin. Bu işin usulü budur.”
“Maddi durumu iyi olan insan neden veresiye alsın ki? İhtiyacı olduğu için gelip veresiye alıyor. Vermezsen vicdanen rahat olamazsın. Bu hepimiz için böyle. İnsanların durumu iyi olsa ‘veresiye kalksın’ diyeceğim ama böyle olduğu sürece kalkmasını istemem. Ben de toptancıya gittiğim zaman olmadığında veresiye teklif ediyorum” diyor.
‘İHTİMAL VERMİYORUM’
Servet Abi, veresiye defterinin kalkacağına ihtimal bile vermiyor: “Değişen hiçbir şey olmayacak. Hep boş şeylerle uğraşıyoruz. Bir çözüm yok. Ha deftere yazmışım ha sisteme girmişim. Hiçbir fark yok. Dünyanın kendi etrafından döndüğü gibiyiz. Bir değişim olsa neyse ama değişim yok. Ben o sisteme geçme taraftarı değilim. Ama mecbur kılınırsa yapacak bir şey yok.”
Servet Abi, ayrıca olaya farklı bir bakış açısıyla da yaklaşıyor: “O sistemin herhalde bedavadan gelecek hali yok. Yine durduk yere para vereceğiz.”
Tam çıkmak üzereyken dükkandan, “Haklısın be abi. Önce marketleri yaygınlaştırıp, vatandaşla bakkalın samimiyetini engellemeye çalıştılar. Sonra Recep Amca’nın dükkanına almadığı pos makinesini kullanarak veresiye defterini ortadan kaldırmak istediler. Şimdi de o defteri ‘teknoloji gelişti’ diyerek hedefe koydular” demedim tabii ama, “Recep Amca’nın, Servet Abi’nin, Ferdi’nin veresiye defterinden, benim de fotoğraf makinemden kaybedecek bir şeyim yok” diyerek oturdum yazının başına...