Futbolda tüketim çılgınlığı
Futbolsuz, kalitesiz ligimizde taraftarın tek eğlencesi transfer. Çünkü o bir umut. Takımlar 'ya tutarsa' diye transfer yapıyorlar ya, taraftar da aynı noktadan bakıyor.
Gürcan ULUSOY
Bir transfer sezonu daha acısıyla, tatlısıyla geride bırakıldı. Kulüpler bir transfer sezonu daha, sanki bir daha transfer yapamayacaklarmış gibi transfer yaptılar. Sezon sonundaki yabancı serbestiliğini hatırlayan kulüp sayısı da bir elin parmaklarını geçmedi.
NASA, TRABZONSPOR, ADAMLIK, TÜCCAR BABA
Geçtiğimiz ayın en popüler iki figürü Tolgay Arslan ve Erkan Zengin oldu. Fenerbahçe ve Trabzonspor arasında gidip gelen Erkan’ın, “Ya İsveç’e dönerim ya bir başka takıma giderim ama bu saatten sonra Eskişehir’e dönmem” dediğini okuduk. Saatin neyi vardı anlayan olmadı. Trabzonspor daha istekli davranıp, transferi Nasa’ya da bildirince transfer gerçekleşti.
Bir diğer konuşulan transfer, yine Trabzonspor’un aktörü olduğu, Tolgay Arslan transferiydi. CEO’lar, yöneticiler oyuncunun ayağına kadar gittiler, Nasa falan derken gerekirse aya kadar da gideceklerdi ama “adamlık” müessesesi devreye girdi, Trabzonspor transferden çekildiğini açıkladı. Hatta transferden çekildiği açıklandıktan sonra, Trabzon’un daha uygun maliyetle, daha iyi bir oyuncuya yöneldiği de ifade edildi. Madem öyle bir oyuncu vardı, neden Tolgay’a gidildi kimse anlamadı. Yarım sezon sonra yabancı serbestiliğinin geleceği ortamda Tolgay ve Erkan üzerine dönen bu tantana, neyin tantanasıydı, onu da anlayan çıkmadı.
Diğer kulüpler boş durur mu, takımlarının olmayan iskeletlerine takviye yapıp durdular. Bir takım vasat performanslar, transfer yapmaya devam ettiler. Ekonomik krizden dolayı, şöhretli oyuncular alınamadı ve havaalanları dolup taşmadı. Sınıfta, işyerinde yandaki adama atılacak bir hava da kalmadı.
TEK EĞLENCE; TRANSFER
Futbolsuz, kalitesiz ligimizde taraftarın tek eğlencesi transfer. Çünkü o bir umut. Takımlar “ya tutarsa” diye transfer yapıyorlar ya, taraftar da aynı noktadan bakıyor. “Ben bir havamı atayım, bir zenginlik taslayayım da ne olur ne olmaz.” Takımın sahada kazanacağı meçhul lakin transfer günü rakip takımı tutan arkadaşına karşı verdiğin tartışmanda kazanacağın kesin. Bir de o muhabbetler, zenginlik üzerine döner ki, hiç çekilir olmaz. Yıllar önce Beşiktaş’ın maddi kriziyle dalga geçen Galatasaray taraftarı, şu anda aynı duruma düşmüş durumda. Buradaki davranış yanlışını görecek bir toplumsal hafızaya da sahip olmadığımızdan, süreçler tekrarlanıp duruyor. Para babası başkanın parasıyla caka satan kitleler, diğer yandan parası olmayan kulüpleri de “ezmek” adına transfer sezonlarına aşık olmuş durumdalar. Daha kolay, daha basit çünkü. Sporsever olmak da kolay iş değil neticede. Kendinin olmayan parayla hava atmak ise onlara göre en eğlencelisi...
BAŞKANLARIN OYUNCAĞI
Mesele sahada ortaya konulan sportif üretim olmaktan çok uzak. Başkanı farkında, hocası farkında, futbolcusu farkında, taraftarı da farkında. Tutmayan transfere başkanın çıkıp “Ben en iyisini aldım hoca oynatamadı” deme hakkı da mevcut. O yüzden, daha gelişini dün gibi hatırladığımız Slaven Bilic, en uzun süredir görev yapan iki teknik direktörden biri olmuş durumda. Hayır, yıllardır yabancı teknik direktör sınırı da yoktu ki, neden hoca değiştirip duruluyor onu da soran yine olmadı.
Sadece ülkemizde değil elbette. Tüm dünyada transfer işi, zor bir süreç. İşin içinde menajerler var, sportif bakış açısına sahip olmayan kulüp yönetimleri var, profesyonellikleri gelişmemiş sporcular var. Portekiz’den Rusya’ya yapılan bir transfere bakıyorsunuz. Hem oyuncu, hem de maliyet anlamında taşlar yerine oturmuyor. Mantıksız kalıyor. Oysa dünya futbolunda bu mantıksızlığı irdeleyebilecek bir mecra yok. Bu dönen para, paydaşların işine geliyor, ses çıkarmıyorlar. Düzenin kendisi bu olmuş durumda. Sponsor isteğiyle gerçekleşen transferler, salt spor dışı faktörlerle gerçekleşen transferler derken, gerçek sporsever transferden nefret eder hale geliyor.
BİR SAĞ BEK GELSE...
Kusursuz takıma 1 transfer uzakta olmak nedir bilir misiniz? “Bir sağ bek alsak bu takım uçar”. “Bir forvetle rahat şampiyon oluruz...” O transfer gerçekleşmezse “Ben demiştim” süreci gerçekleşir. Diyelim ki oldu, o aranan sağ bek bulundu, alındı... Zaten 3 hafta sonra hemen başlanır “Bu takıma bir de sol bek lazım”. İyi de, daha geçen gün sağ bekle uçar diyordun? Olsun, onun unutulmuş olmasını umarsın. Taraftarda da suç yok. Yönetimiyle, teknik direktörüyle hiç bir üretim olmayan bir dünyada, elbette tek çıkış yolu olarak transfer çözümü öne sürülecek. Taraftar da buna inandırılacak. Sen elindeki oyuncudan faydalanabildin mi sorusunu sorduğun an, ortam geriliyor çünkü. Çal taraftarın ağzına bir parmak transfer, en az 3 ay rahatsın. Tutmazsa oyuncuyu gönder, hocayı gönder... Yaptığın transferin meblağı kadar büyük başkansın çünkü. “Bizim başkan isterse alır” denmesi, bir kıvanç meselesidir çünkü.
ÖNEMLİ RİTÜEL; HAVAALANI KARŞILAMASI
Transfer biter, havaalanı karşılamasını geçtikten sonra oyuncu idmana çıkar. Sporcunun, önce Ronaldinho olmadığını anlaması için bir kaç ay geçer. Sonra taraftar da, beklentisini normal düzeye indirir. Oysa sporda yalan söylemeyen tek yer, sahadır. En havalı, en zengin, en yakışıklı olmanız fark etmez. Sahada üretmek zorundasınız. Bir gün bir genç yetenek çıkar, sizin paranızı, pulunuzu, şöhretinizi yerle bir eder. Elbette sistem buna hemen müsaade etmez ama eninde sonunda olacak olan o dur.
Bu kadar tüketimin kutsandığı, bu kadar tek çözüm olarak önümüze konulduğu bir alanda, “Peki ya ne ürettin?” sorusunu sormadığımız sürece, o transferden bu transfere sürüklenip duracağız. “Yıldız yağacak” başlıklarının atıldığı medyaya; taraftarı körleştirdiği, vasatlaştırdığını haykırmadığımız sürece onlar, manşete yalan bir transfer haberinin uzun vadede spora zarar verdiğini ortaya koymadığım sürece sporda ileri gidemeyeceğiz.
TRANSFERDEN KORKMALI
İŞTE ben bu yüzden, yabancı serbestliğinden korkar, transfere mesafeli dururum. Kulüplerimizde bırak “bayrak adam”, kulübüyle az biraz özdeşleşmiş bir oyuncu bile bulunmazken, tüketime dayalı bu anlayış, üzerinde serbestlik gelince daha da çıldıracak. 3 oyuncu yerine, 6 oyuncu alınacak. Kulüpler bu kadar plan-proje yoksunuyken, iyiden iyiye başkanların şov alanlarına dönüşecekler. 20 sene evvel de Ali Şen purosuyla “Ali Şen Başkan Fenerbahçe Şampiyon” tezahüratlarını selamlıyordu, bir 20 sene daha başka başkanların selamlamalarına tanıklık edeceğiz. Her sene birinden biri şampiyon olacak ama giderek dünya sporundaki yerimizi de kaybediyor olacağız. Geriye, dünyaca ünlü emekli futbolcunun havasını, cakasını atmak kalacak. Bu bozuk psikoloji bizi nereye götürecek, onu da birlikte göreceğiz...