Önü arkası sağı soluyla "çocuk teşviki"
Bu tür bir feragatin ve anne olma tercihinin ne kadar kadına ait olduğu ciddi olarak kafa yorulması gereken bir durumdur.
Zehra Çiğdem ÖZCAN
Kadınlar olarak çok öfkeliyiz bir süredir. Kadının ne olduğu, ne olmadığı, ne olması ve ne olmaması gerektiği üzerine demeç üstüne demeçler dinliyoruz. Beyanatın kendisi, Cumhurbaşkanının, iktidar partisinin ya da belirli bir siyasi ya da sosyal anlayışın ifadesi olarak kamuoyu tarafından bir tepkiyle karşılaşıyor ama bir süre sonra unutulup gidiyor.
Ancak iktidar her zaman olduğu gibi işini şansa bırakmıyor ve sözle dile gelen anlayışın bulduğu ya da bulmasını istediği toplumsal karşılığını bir yasa çerçevesine oturtmayı hiçbir zaman ihmal etmiyor. Zaten aksi olsa ve beyanat sadece beyanat olarak kalsa idi, olay devletle kamuoyu arasında bir ağız dalaşından öteye gitmezdi. Kadınlarla ilgili son beyanat da böyle, bir paket programla geldi ve yasalaşmak üzere meclise doğru yola çıktı.
Nur topu gibi bir "Çocuk Teşviki" paketimiz var artık.
İKİ KURUŞ PARA KAZANMAK YA DA EVDE OTURMAK
Yasa tasarısına bakıldığında en göze çarpan unsur, çocuk doğuran kadınların yarı zamanlı çalışacağı ve kalan zamanın ücretinin devlet tarafından karşılanacağı şeklindeki düzenleme. Öncelikle kadınların erkeklere göre daha çok ikincil işlerde, yardımcı hizmetlerde çalıştığı düşünüldüğünde işveren için kadınların çalışma alanlarının erkeklerin çalışma alanlarına göre daha önemsiz olduğu görülmekte. Yine kadın istihdamında oldukça düşük değerlere sahip bir ülkede, tam zamanlı çalışma durumunda dahi kadın çalıştırmakta isteksiz olunan bir ülkede işverenlerin yarı zamanlı çalışan kadınları tercih etmeyeceği ortada.
İşveren yarı zamanlı iki kişi çalıştırmak yerine, daha düşük maliyeti sağlamak için tek kişi çalıştırmayı seçecek, ayrıca böyle sorunlarla karşılaşmamak için ilk elden kadın yerine erkek çalışan tercih edecektir. Erkeklere göre zaten daha düşük ücretle çalıştırılan kadınlar, “iki kuruş para kazanmak”la evde oturmak arasında pek bir fark görmeyince de iş hayatına kolay kolay gir(e)medikleri de ortada. Bu haller zaten kadınları iş hayatından uzaklaştırmak için oldukça yeterliyken, bu düzenlemenin, kadınların yarı zamanla çalışmasına uygun olmayıp, hiç çalışmamaları sonucunu doğuracak olması kuvvetle muhtemel. AKP iktidarının bu durumları gözetmediğini düşünmek de fazla safdillik olur, çünkü ideolojik olarak kadının çalışması ve kamusal alanda boy göstermesini tercih etmediğini, bugüne kadar yeterince tecrübe etmiş bulunuyoruz.
GENİŞLEYEN AİLENİN YÜKÜ KİMİN SIRTINA?
Tüm bu düzenlemeler AKP'nin geleneksel ve dinsel değerlerin başat olduğu toplumsal politikalarına ve zaten başından beri var olan ve artık kanıksadığımız “ideal Türk kadını/annesi” anlayışına paralel bir yapıda olup, kadının her durumda eve kapanması, kamusal hayata dahil olamaması ve kendisine biçilen annelik rolünün dışına çıkamaması sonuçlarını doğuracaktır. Üstelik anne olmaya karar verse bile, bir çocukla yetinebilecekken üç çocuk mottosunun sonucu olarak genişleyen aile yükünün her zaman olduğu gibi yine kadına yüklenmesine yol açacak, birey olabilme, kendine zaman ayırabilme, ekonomik bağımsızlık yoluyla kendini gerçekleştirme haklarından da fıtratı gereği (!) ve devlet desteğiyle sözüm ona kendisi feragat etmiş olacaktır. Bu tür bir feragatin ve anne olma tercihinin ne kadar kadına ait olduğu ciddi olarak kafa yorulması gereken bir durumdur. Anne olmak isteyen, ama gerçekten de kendi iradesiyle anne olmak isteyen kadını, devletin ulusal sorumluluk ilkesiyle desteklemesiyle, yani çocukların yetiştirilmesinde devletin de üzerine düşen görevi yapması anlayışıyla; yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda kadınları anne olmaya zorlayan bir anlayış arasındaki fark da ayrıca düşünülmeye değer.
KADIN DOĞURSUN, DEVLETİN HİZMETİNE SUNSUN
Kapitalizmin/neoliberalizmin olmazsa olmaz koruyucusu ulus devletlerin sermaye açısından hala ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Yine bin bir cefayla kurulan (!) ulus devletlerin güçlenmesinin ya da güçlü kalmasının belirli şartlara bağlı olduğunu, başka bir deyişle devletin güç alacağı bazı unsurların bulunması gerektiğini, bu unsurlar devletten devlete değişse de her devletin en güçlü yanlarını daha da güçlendirerek oyunda kalabileceği de açık.
Teknik, endüstri, hizmet sektörü vs alanlarında yeterince gelişmemiş ülkelerin güç alacağı bir unsurun da fazla nüfus olduğunu, bunun da kalabalık bir militer güce karşılık geldiğini, yine ucuz iş gücüne tekabül ettiğini de biliyoruz. Bu konuda da en önemli görevin kadınlara düştüğü, kadının nüfusu artırmak ve artan nüfusu devletin hizmetine uygun şekilde yetiştirmek konusunda da başat rolü olduğu görülüyor. Çocuğun gelecekteki vatandaş olduğuna dair eski fikir bugün de aynı şekilde geçerliliğini koruyor. Türkiye'de kadınlara biçilen bu rolün yeni olmadığı, başka bir deyişle AKP'ye ait bir buluş olmadığı Nutuk'da yer alan :”Kadınların ne büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünüldüğünde bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır” ifadesinde de açıkça görülüyor.
* Diğer yazılarımı www.maruzatname.com adresinden okuyabilirsiniz