Kobanê'ye Kız Kardeşlik Köprüsü: Bir mücadelenin diğer yüzü
“Kız Kardeşlik Köprüsü” bir mahallede başlayan ve Türkiye’nin birçok iline yayılan bir çalışma oldu. Bu köprüyü bizler gericiliğe, yok sayılmaya karşı kurduk. Kadın onurunun mücadeleyle kazanılması, kadınlara karşı her türlü gericiliğin son bulması, şiddetin bitmesi için kurduğumuz bu köprünün devamında üzerimize çok şey düşüyor.
Adile DOĞAN
IŞİD, ilk saldırısını Şengal’de başlattı. Yazın en sıcak ayında binlerce Şengalli Ezidi yollara düşmüş, dağlara sığınmıştı. Tüm dünyanın gözü önünde 72. kez katliama uğruyorlardı. Kaçış yollarında susuzluktan ölen çocuklar ve IŞİD tarafından kaçırılan kadınlar... Bu katliamların üzerinden henüz bir hafta geçmişti ki IŞİD vahşeti Kobanê’ye yöneldi. Yine binlerce insan göç yollarına düştü. Kadın, çocuk, yaşlı topraklarını bir katliam gerçeği yüzünden terk ediyordu. Kobanê’yle beraber düğümlendi yeniden boğazlar.
IŞİD’i yaratan kirli eller, Kobanê’de büyük bir direnişle, belki de hiç tahmin etmedikleri bir güçle karşı karşıya kaldı. Bu gücün en önemli parçası kadınlardı. Kadınlar kendi topraklarını IŞİD’in elinden kurtarmak ve özgürleştirmek için halklarıyla birlikte büyük bir direniş gerçekleştirdi. Hem kadın düşmanı gerici IŞİD’e, hem de arkasındaki güçlere büyük darbeler indirdiler.
KOBANÊ’YE UZANDI ELLERİMİZ
Bizler de bu onurlu mücadeleye sahip çıkmak için kolları sıvadık, “Esenyalı’dan Kobanê’ye Kız Kardeşlik Köprüsü” kampanyasını başlattık. Kampanya kısa sürede İstanbul’da ve Türkiye’nin birçok ilinde yaygınlaştı. Amacımız yaşanan vahşeti ve karşısında verilen onurlu direnişi her kesimden kadınlara anlatmaktı. Bütün kadınların gericiliğe, kadın düşmanı zihniyete karşı bu onurlu kadın dayanışmasına katılmasıydı...
Kimi yerlerde kadınlar, Kobanê’den göç etmek zorunda kalan kadın ve çocuklar için “bir kazak da sen ör” çağrısı yaptı. Kimi yerlerde kapı kapı dolaşıldı, fabrikalarda anlatıldı. Yoksul emekçi mahallelerde, kadınların zorluk çektiği tüm yaşam alanlarında, ev toplantılarında, kapı kapı gezerek birçok kadınla bir araya gelindi. Bir araya geldiğimiz her kadınla yaşanan vahşeti ve karşısındaki onurlu direnişi konuşabiliyor, anlaşabiliyorduk. Çünkü kadındık.
MAĞDURİYETE DEĞİL DİRENİŞE ZİYARET
Kampanyayı sonuçlandırırken topladığımız malzemeler, biriktirdiğimiz umutlar ve kadın dayanışmasıyla çıktık yola. Bir mağduriyeti değil bir direnişi ziyarete gidiyorduk. Çocukların ellerini yüreğimizde ısıtmaya, kız kardeşlerimize sarılmaya. Onların birlikteliklerinden aldıkları gücü görmeye gidiyorduk.
Buz gibi bir soğukta Suruç’a vardığımızda çadır kentlerin etrafındaki yüzlerce çocuk, bizi zafer işareti ve sloganlarla karşıladı. İlerledikçe, yol kenarlarına dizilmiş TOMA’lar, zırhlı, askeri araçlar dikkat çekiyordu. Sınır köylerinden birine gittik. Burada yaptığımız basın açıklamasından sonra Kobanêli kadınlarla sohbet ettik. Bir Kobanêli kız kardeşimiz, “İki oğlum şehit oldu, bir kızım yaralandı. Ben de, Kobanê’de savaşçılarımıza yemek pişiriyordum. Ama IŞİD kapıya dayanınca geride kalan üç küçük çocuğumla Suruç’a gelmek zorunda kaldım” diyordu. Sesinde hiç umutsuzluk yoktu. “Kazanacağız” diyordu, “Kazanacağız çünkü biz haklıyız. Biz kimseyi yerinden yurdundan etmedik. Kendi topraklarımızda özgür yaşadığımız için bizi yok etmek istiyorlar. Yaşasın Rojova, Yaşasın Kobanê.”
BUNDAN SONRA NE YAPMALI
Peki Kız Kardeşlik Köprüsü kampanyası bize neyi öğretti? Bundan sonra ne yapmalıyız?
Bu kampanya birçok kadının mücadele etmesinin önünü açtı. Birçok kadının da önyargıları kırıldı, cesaretleri arttı. Kobanêli kız kardeşleriyle kendinden bir şeyler paylaştı. IŞİD çetesine kimlerin yardım ettiğinin, bu katillerin kimlere hizmet ettiğinin ve özellikle kadınların bu çeteye karşı gelmesinin öneminin farkına vardılar.
IŞİD’e karşı savaş, gericiliğe karşı savaşmak demektir. Bu katiller kadınlara, küçücük kız çocuklarına “Allahuekber!” diyerek tecavüz edip, öldürüyor. IŞİD, gericiliğe, tekleştirmeye, ötekileştirmeye, ırkçılığa karşı olan herkesin sorunudur. Yakın zamanda Paris’te IŞİD tarafından yapılan saldırı bunun en somut örneğidir. Muhalif olan, yukarıda saydıklarıma karşı çıkan herkesi din adına katlediyorlar.
Türkiye’de kadınlar her gün erkekler tarafından katlediliyor, tecavüze uğruyor, çocuklar istismar ediliyor. Fabrikalarda kadın emeği yok sayılıyor, esnek çalışma dayatılıyor. Hükümetin söylemleri de bunların yolunu açıyor. Örneğin “Kadının fıtratında erkeklerle eşit olmak yok” diyen Cumhurbaşkanı ve kadınlara “Üç çocuk yapın sizi istihdam edeyim” diyen bir Başbakan...
“Kız Kardeşlik Köprüsü” bir mahallede başlayan ve Türkiye’nin birçok iline yayılan bir çalışma oldu. Bu köprüyü bizler gericiliğe, yok sayılmaya karşı kurduk. Kadın onurunun mücadeleyle kazanılması, kadınlara karşı her türlü gericiliğin son bulması, şiddetin bitmesi için kurduğumuz bu köprünün devamında üzerimize çok şey düşüyor.
Kampanyayı bitirirken, mücadelenin bitmediğini ve daha çok yan yana gelmemiz gerektiğinin farkındayız. Gericiliğe, zulme ve baskıya karşı başta fabrikalarda ve yaşamın bütün alanlarında onurumuz için mücadele etmemiz gerektiğini bilerek savaşmalıyız.
ÖRGÜTLÜLÜĞÜN GÜCÜ, DEVLETİN AMBARGOSU
Ziyaret ettiğimiz Rojava çadır kentinde de yine aynı sıcaklık, yine iri gözleri umut dolu çocuklarla karşılaştık. Sıra sıra dizilmiş çadırlarda yüzlerce insan barınmaya, birbirine kenetlenmiş yaralarını sarmaya çalışıyordu.
Kadınların hepsi aynı şeyi söylüyordu “Oğlumu, kızımı, yeğenimi şehit verdim. Çok bedel ödedik, temizleyeceğiz topraklarımızı bu çetenin elinden.”
Rojava çadır kentinde bir kreş, bir okul, bir de kadın atölyesi var. Bunca zorluğun içinde kadınlar atölyede dikiş dikiyor, çocuklar için süsler ve daha birçok güzel işe imza atıyor. “Kumaşımız olursa biz kendimiz diker giyeriz” diyorlar. Okulda gönüllü öğretmenler çocuklara kendi anadillerinde ders veriyor. Üç yaşındaki çocuklar kreşe gidiyor.
Bu kadar ağır bedeller ödemiş, savaşın en kirli yüzünü görmüş bu kadınlar elbette gücünü örgütlülüğünden alıyor. Bu koordinasyonu kuran Suruç Belediyesine devletin hiçbir desteği yok. Bütün bunları gönüllü çalışanlarla ve dünyanın dört bir yanından gelen yardımlarla birlikte yapıyorlar. Suruç Belediyesi Eş Başkan Yardımcısı “Devlet hastanesi Kobanêli hastaları kapıdan çeviriyor, hastalarımız hiçbir şekilde kabul edilmiyor. Kendi imkânlarımızla özel hastanelere götürüyoruz” diyor. Devlet sağlık, barınma, eğitim, ilaç gibi bütün insani ihtiyaçlarda ambargo uyguluyor. Devletin Suruç’un biraz uzağında kurduğu çadır kentte kalan insanlara baskı uygulanıyor. Zorla Türkçe öğretiliyor, Kobanêliler istedikleri gibi kamplara girip çıkamıyor.