Dilbilimcilerden süreçte Kürtçe raporu
Kürtler, uluslararası ince hesaplarla paylaşılan coğrafyalarına hükmeden iktidarlar tarafından her türlü eziyete uğraya uğraya bugüne geldiler. Kürtlerin yaşadığı ülkelerdeki temel belirleyici politika, bir halkın ulus olmaktan kaynaklanan niteliklerinin yasaklanmasıydı. Bu politikalar gereğince başvurulan dil politikaları, Kürtçenin yasaklanması ve egemen dilin Kürtlere kabul ettirilmesi süreçlerini içeriyordu. Bu süreçte devlet politikaları ve siyasi zihniyetin uygulamaları işlerken özellikle dilbilimcilerin derin bir sessizliğe bürünmesi hayret vericidir.
İbrahim GENÇ
Kürtler, uluslararası ince hesaplarla paylaşılan coğrafyalarına hükmeden iktidarlar tarafından her türlü eziyete uğraya uğraya bugüne geldiler. Kürtlerin yaşadığı ülkelerdeki temel belirleyici politika, bir halkın ulus olmaktan kaynaklanan niteliklerinin yasaklanmasıydı. Bu politikalar gereğince başvurulan dil politikaları, Kürtçenin yasaklanması ve egemen dilin Kürtlere kabul ettirilmesi süreçlerini içeriyordu. Bu süreçte devlet politikaları ve siyasi zihniyetin uygulamaları işlerken özellikle dilbilimcilerin derin bir sessizliğe bürünmesi hayret vericidir.
Anadili konusunda aydınların susması, akademisyenin bu ‘tehlikeli’ alandan uzak durması ve dilbilimcilerin soruna müdahil olmaması beraberinde iktidarın politik yaklaşımını güçlendirmiştir. Dolayısıyla bilimsel etik çerçevesinde oluşmayan örgütlülük, politikacıları kontrol edecek kurumların ya da kamuoyunun oluşmasını engelledi. Bu nedenledir ki Eylül 2013’te açıklanan ‘Demokratik Açılım Paketi’nde anadili ve Kürtçeye ilişkin düzenlemeler, dilbilimcileri ilgilendirmektedir. Tam da bu nedenle Stratejik Düşünce Enstitüsü ve Ahmet Yesevi Üniversitesi Avrasya Çalışma Grubu tarafından Hacettepe Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümü öğretim görevlilerinden Prof. Dr. Nurettin Demir ve Prof. Dr. Emine Yılmaz’a hazırlatılan rapor dikkate değerdir. “Bitmeyen Öykü: Alfabe Tartışmaları” adıyla hazırlanan rapor, Demokratikleşme paketinin açıklanmasından hemen sonra hazırlandı.
Dört bölümden oluşan raporda dilin genel işlevleri, kullanılan yazı sistemleri, Türklerin kullandığı alfabeler ve popüler dil tartışmaları ele alındıktan sonra demokratikleşme paketinde dil ve alfabeye ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Bugün bile her ne kadar bazı devlet yöneticileri Kürtçeyi küçük ve değersiz gören açıklamalar yapsa da raporun önsüzünde “Konuşur sayısı, konuşulduğu toplumun gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, hiçbir dil diğerlerinden dilbilimsel anlamda üstün olmadığı gibi geri kalmış da değildir. Bir dilin diğerlerinden daha ilkel olduğunu, o dili konuşanların dilleri nedeniyle teknolojik gelişmişlik anlamında geri kaldığını gösteren bir örnek yoktur.” saptaması var. Bunun yanında Türkiye coğrafyasında birçok dilin yaşamasına rağmen devletin dilleri yok sayma ve yasaklama yoluna gittiği belirtildikten sonra Türkçe dışındaki dilleri araştıran uzmanların yetiştirilmediği ve akademisyenlerin de bu ‘tehlikeli’ alana girmekten kaçındıkları vurgulanıyor.
Çözüm süreci kapsamında Eylül 2013’te açıklanan demokratikleşme paketinde dil ile ilgili olarak Kürtçenin özel okullarda verilebileceği ve X, Q,W harfler üzerindeki yasağın kalkacağı belirtiliyordu. Mart 2014’te yasalaşan demokratikleşme paketiyle ilgili raporda “Demokratik açılım çerçevesinde, Kürtçenin özel okullarda serbest bırakılması olumlu bir gelişmedir ancak ‘klavyelere özgürlük’ ifadesinin gerçek hayattaki karşılığı belirsizdir.” saptaması yer alıyor. Ki daha sonra Kasım 2013’te Türk Dil Kurumu, “genişletilmiş Türk alfabesi” ve “Ortak Türk alfabesi” gibi gerekçelerle farklı harflerin de alfabeye eklenerek kanun metnine dönüşmesini talep etmiştir. Dolayısıyla bu ‘belirsizlik’, AKP’nin Türk dünyası birliğini mi yoksa Kürtçenin önünü açmayı mı planladığı noktasında oluşuyor. Bu konuda raporda geçen “Türkçe ve Kürtçe ayrı dillerdir, bu nedenle Kürtçenin yazımında hangi harflerin kullanılacağı konusu Türkçeyi ve Türk alfabesini ilgilendirmez. Tartışmanın Türk alfabesine harf eklenmesi boyutunda algılanması şaşırtıcıdır.” eleştirisi önemlidir. Sonraki bölümlerde ise Kürtçede kullanılacak harflerin sorun olacağı düşüncesinin bir yanılgı olduğu belirtildikten sonra “Bir konuşuru bile olsa, Türkiye’de her dilin ilke olarak eşit olduğu, varlıklarını sürdürmeleri gerektiği, hiçbir dilin diğerinden üstün olmadığı iyi anlaşılmalıdır.” ifadeleri kullanılıyor.
Raporda basında Kürt dili üzerine yapılan olumlu-olumsuz tartışmalara da yer verilirken SHP tarafından 1989’da hazırlanan “Doğu ve Güneydoğu Sorunlarına Bakışı ve Çözüm Önerileri” raporuna ve Kürt kurumları arasındaki alfabe tartışmalarına da yer veriliyor. Rapor, her ne kadar demokratikleşme ve Kürtçe üzerinde daha fazla durması gerekirken yine Türkçeye çok geniş yer vererek asıl meseleyi gölgede bıraksa da Türk üniversitelerinden dilbilimcilerin bu konuya eğilmeleri önemlidir. Sonuç olarak bu konuda “Yazı dilinin oluşması ve standartlarının belirlenmesi, dille ilgili doğru-yanlıştan çok karar vermeyle ilgilidir; bir başka ifadeyle asıl belirleyici, siyasettir.” belirlemesinden sonra Kürtçe için kurumsallaşmanın olmasının gerekliliğine değiniliyor. Son söz olarak ise Kürtçeyle ilgili sorunun, uygulanan bir dil politikasından kaynaklandığı ifade edilerek sorunun siyaseten çözüleceği belirtiliyor.
brhmgnc1@gmail.com