AKP’nin yıkımının ilk büyük harcını kadınlar oluşturdu
Daha onu ekranda ilk gördüğümüzde, sahnede izlediğimizde yeteneğiyle, oyunculuğuyla, zerafeti ve güzelliğiyle bizi kendine hayran bırakmayı becermişti. Belki bunu başarabilen daha nice isim var. Gelgelim Jülide Kural’a bakışımızı hayranlıktan öteye taşıyan o büyüsünü sokağa çıkarmış olması. İnsan hakları mücadelesi, barış çağrıları, kadınların yükselen sesi derken Frida...

Ayşen GÜVEN
Daha onu ekranda ilk gördüğümüzde, sahnede izlediğimizde yeteneğiyle, oyunculuğuyla, zerafeti ve güzelliğiyle bizi kendine hayran bırakmayı becermişti. Belki bunu başarabilen daha nice isim var. Gelgelim Jülide Kural’a bakışımızı hayranlıktan öteye taşıyan o büyüsünü sokağa çıkarmış olması. İnsan hakları mücadelesi, barış çağrıları, kadınların yükselen sesi derken Frida... Bütün zerafetiyle gözünü budaktan sakımayan Oyuncu Jülide Kural’a göre AKP heybetli bir erkek iktidar inşaa etme çabasında ama kadınlar bu iktidarın yıkımının ilk büyük harcını oluşturdular bile. Hadi geçmiş olsun diyecek kadar umutlu cümleler için, ey kadınlar, ey erkekler buradan lütfen...
Biraz yakın tarih kıyası yaparak başlayalım. 80’ler darbe dönemi ağırlığı, 90’lar derin devletin karanlığı ile hafızamızda. 2000’ler dediğimizde AKP ile bir iktidarın devletleşme serüvenine tanıklık ediyoruz. Kadınların hayatı, mücadelesi ve hakları bakımından nasıl dönemlerdi bunlar?
Bu dönemlerin her biri kadın için de erkek için de zorluklar getirdi. Ama kadınlar için her zaman olduğu gibi çift katmanlı ağır yaşandı bu süreçler. 80’ler darbe sonrası travmalarıyla birlikte aynı zamanda kadın olmak konusunda da kafa yorduğumuz dönemler oldu. O günlerde feminist hareket de güçlü bir ivme kazanmıştı. Tabii dünyada var olan kadın hareketiyle bağı vardı bu durumun. 80’lerin öncesinde daha kadın diye ayrı bir başlık açılmamıştı. Darbenin sonrasında tam da böyle bir dönemde, kadın meselesi daha fazla önem kazanmaya başladı. Yoldaşlık ilişkisi içinde, belli bir örgütlülük halinde bile bir sürü kadının kendisini erkekleştirdiğini ve ancak o zaman söz sahibi olabildiğini fark etmeye başladık. Ve bununla yüzleşmeye... Kadın meselesini 80’lerden 95’lere kadar güçlü şekilde tartışmaya başladık böyle böyle.
“Biz” derken hangi kesimden kadınlardı bu tartışmaları sürdüren?
Daha çok üniversitede okuyanlar, kent kökenli, meslek sahibi olmaya aday, hayatın içerisinde olan ve sokağa çıkan kadın grubundan söz ediyoruz ki o zamanlar gerçekten çok az sayıdaydık. Ama bugünkü feminist hareketin de çok önemli, hâlâ aktif olarak çalışan kadınları oldu onlar. Birlikte çok şey ürettik, çok şey öğrendik. Beraberliğimiz içerisinde kendimizi çok güçlü hissediyorduk. Ama sonuçta herkes evine giderken, sokakta yürürken, tek başına kaldığında ya da herhangi bir mahallede tek başına sokakta yürürken her kadının yaşadığı zorlukların aynısıyla karşılaşıyordu. Örneğin, öğrencilik dönemimde Edirnekapı’da oturuyordum. Sürekli cebimde taşlar olurdu. Muhafazakar bir yerdi ve ben genç bir üniversiteli kadındım. 6’dan sonra hava kararıyordu. O zaman sprey falan yoktu ceplerimize taş doldururduk.
Birbirinizden ayrıldığınızda haberleşmek de zor tabii...
Yani. İletişim araçları bugünkü kadar yaygın değildi. Dolayısıyla birbirimize ulaşmak, evlere ulaşmak o kadar kolay değildi.Bu çalışmaları ya üniversitede ya da evlerde toplanarak yürütebiliyorduk. 90’lar geldiğimizde daha farklı bir dönemle karşılaştık. Bir yandan gelişen Kürt hareketi, bir yandan da Kürt hareketinin içerisinde inanılmaz güçlü bir kadın hareketi kendisini doğurmaya başlamıştı. O kadar çok mücadeleden beslenen bir hareketti ki bizden çok daha hızlı yürüyorlardı. Hayatlarında her gün işkence, ölüm, vurulma tehlikesi vardı. Buna rağmen, tam da ataerkil bir yapının içinden kendilerine özgürlük tanımı yapmaya başladıklarında bizim için etkileyici başka bir odak oluşmaya başladı. Kürt kadınları çocuklarını, kocalarını, kardeşlerini, kızlarını kaybettikçe çok güçlü kadınlar haline gelmeye ve hayattan talep etmeye başladılar. Feminizm üzerine teorik tartışmalar yürüten bizler için tam da hayattan, pratikten bir ses oldular. Bu arada tabii kadınlar öldürülüyordu. Yine evlerde kadınlara tecavüz ediliyordu, şiddet uygulanıyordu. Kadınların cenazeleri gömülüyordu. Dövülse de, kocasının, kayınpederinin tecavüzüne uğrasa da susmak zorundaydı.
Peki AKP’yle süren 2000’ler kadınlar için nasıl başlamıştı?
2000’ler bence bazı şeylerin değişmeye başladığı yıllar oldu. Bütün dünya için öyleydi. İletişim artık o kadar kolaylaşmaya başlamıştı ki insanlar birbirlerini tanımadan da birbirleriyle iletişim kurabilmeye başladı. Herkes artık her şey hakkında bir parça konuşabilme cesaretini kendinde bulmaya başladı. Bu toplumları etkilediği gibi kadınları etkiledi. Ve isteyerek, bilerek, bilmeyerek ama kadınlar konuşmaya başladı. Birbirine bilgi aktarmaya başladı. Bu çok önemliydi. Ben bunu en çok annemle fark ettim.
İletişim olanaklarının artmasının kadınların dayanışmasını da güçlendirdiğini söylüyorsunuz. Bu kadınların hayatında somut olarak neleri değiştirdi? Erkeklikle kapışma başladı mı ?
Bir kere dünyanın genel gidişatından da haber oldular. Oralarda kadınların hangi haklara sahip olduğunu neler yapabildiğini görmeye başladılar. Böylece “benim de hakkım var, ben de yapabilirim, boşanabilirim” denmeye başlandı. Erkekler açısından da en büyük tehlike burada başladı zaten. Çünkü erkek iktidarının en çok sarsıldığı yer bir evlilikte kadının onu boşuyor olmasıydı. Onların kafasının nasıl çalıştığına dair erkek kardeşim üzerinden somut bir örnek anlatayım..erkek kardeşlerim açık kafalıdır. Ama konuşurken 150 tane maço bakış görürsünüz. Bana bir gün “taksilere binmekten nefret ediyorum” dedi. Nedenini şöyle anlattı: “Siz kadın olduğunuz için o adam bakıyordur ama bir erkek olarak bizim yaşadığımız daha ağır. Adam, arkada oturan erkek diye oradan geçen tüm kadınların popolarına laf eder ve seni de ona dahil eder. Böyle neler anlatır, seni de o iğrençliğe ortak olmak zorunda bırakır. Sen de kes sesini dediğin zaman oradan kavga çıkar, şiddet çıkar. Bu sefer de “sen de erkek misin” der. Sürekli kendisinin erkek olduğunu, ne kadar güçlü olduğunu ispat hali içinde olmak da korkunç. Maalesef bu psikolojiyle yaşayan bir cinsin sağlıklı olması da beklenemiyor.
Özgecan Aslan’ın katliyle birlikte eteklerimizdeki taşları yeniden dökmeye başladık. Her gün kadın cinayeti yaşanan, tacizin biz kadınlar için bile gündelik yaşamın parçası haline geldiği, tecavüz davalarından erkeklerin elini yıkayıp çıktığı bir atmosferde neden bu son acı bu kadar patlamaya neden oldu diye de konuşuluyor. Sizce neden?
Ben “Her gün 2-3 kadın öldürülürken nasıl duruyoruz” diye üzülüyordum doğrusu. Bu defa bir şeye çok sevindim; böyle bir travmaya rağmen kadınlar durmuyormuş aslında. Bu son nokta oldu. Bu genç kadının ölmesi, yeniden bir sürü kadının doğması anlamına geldi bir yerde. Medea karakteri, özgürlüğü için çocuklarını öldürür ve der ki; “ben öldürüyorum ama yeni kadını doğurmak için yapıyorum”. Medea, özgür olmayan bir insanın yaşamasının bir anlamı olmadığını söyler. Özgecan’da da böyle bir şey oldu. Evet, çok vahşice katliama uğradı ama bir sürü yeni kadının konuşmasına, düşünmesine, isyan etmesine, bir araya gelmesine neden oldu. O yüzden asla yas değil, bu kesinlikle büyük bir isyan.
Gelelim AKP’li yıllarımıza... Başta kadınlar için “somut” gibi görünen adımlar icat ettiler; buton, bilezik gibi... Ve artık kadınlara karşı çok açık bir aşağılama, eve kapatma hamleleri görülüyor. Velhasıl kadınlar evde, sokakta AKP’yi nasıl yaşıyorlar?
Gelinen noktada bu pervasız iktidarın fıtratında eşitlik olmadığı çok açık. Her şeyi inanca, dine bağlayan dolayısıyla kadını da salt erkeğe, dine, aileye bağlayan bir bakış açısı ortada. Kadın Bakanlığı’nı da Aile Bakanlığı’na dönüştürmek bunlarla ilgiliydi. Çünkü kadını, aile içerisinde tanımlıyor. Benim 13 yıllık bir ilişkim var örneğin; ben bu durumda ne oluyorum, bilmiyorum! Benim bir sorunum olsa, Aile Bakanlığına gidemeyeceğim herhalde. Dolayısıyla kadını tamamen erkeğin, devletin malı haline dönüştürmeye çalışıyorlar. İki gün önce de açıkça söyledi Cumhurbaşkanı; kadını, erkeğe emanet edilmiş bir nesne olarak gördüğünü. Fakat kadınlar artık buna izin vermiyor. Bakın ölüm oranları her geçen gün artıyor ama boşanma oranları da artıyor. Ölümle sonuçlanan vakaların da çok büyük bölümü ayrılık, boşanma talebi sonrası oluyor. Muhafazakarlaşan ve otoriterleşen toplumsal yapı elbette ilk başta en çok korktuğu varlık olan kadın meselesinde kendisini gösteriyor. Çünkü kadını eve kapatmak isteyen, kadının ne giyeceğine karar vermeye çalışan, hamile olduğunda ne yapacağını söyleyen bir iktidar var ortada ve sürekli öldürülen kadınlar var. Bunun hesabını nasıl verecekler? İktidar bence çırpınıyor.
Sizin bu güçlü ve umutlu bakışınız çok iyi geldi bize de sahiden.
Öyle ama. Eskiden olduğu gibi değil kadınlar, razı olmuyorlar artık. Belki bugün yapamıyor ama önceden aklının ucundan geçmezdi binlerce kadının; boşanmak, dava açmak... Aklıma 18 yaşımdayken annemin komşularıyla bir sohbeti geldi şimdi. Çok acı gelmişti bana. Böyle bir anneler topluluğu oturuyoruz işte; 68 yaşlarında bir kadın vardı aralarında. Mahallelerdeki kadın sohbetlerinde sırlar dökülür tabii. Yine kocalarının onlara neler yaptığını anlatıyorlar. Bu kadın dedi ki ‘8 tane çocuk doğurdum, hayatımda tek bir gün bile bu adamın suratına bakmadım’ dedi. Çok şaşırmıştım, böyle bir hayatım asla olmayacak demiştim. Düşünsenize böyle hissederken bir kez bile ondan ayrılmayı, başka bir olasılığı düşünmemiş. Şimdi böyle değil. En yoksul kadın da sevilmeyi bekliyor, sevgi duygusunu istiyor. Artık kadınlar öldürülmeyi de göze alarak, hayatları boyunca her gün ölmekten kurtulmaya çalışıyor. Bugün çoğu da başaramıyor ama her sınırı zorlayan bilerek ya da bilmeyerek bizim için, çocuklarımız için, toplum için, erkekler için özgürlük kapısını daha çok açıyor. Ve bütün bu erkek söylemini yeniden kurmaya çalışan iktidarın da yıkılacağını bu nedenle biliyorum. Çünkü bu yıkımın ilk büyük harcını oluşturanlar kadınlar oldu.
BAŞÖRTÜLÜ KADINLAR DA ÇELİŞKİDE
Özellikle eğitimdeki İmam Hatip çıkışı AKP’nin kadına yönelik başka bir darbesi aslında. Peki bu siyasi hamle kadınları bölmüyor mu?
Hesap bu. Ama biz kadınları hiçbir zaman birbirine düşüremezler. Bizim için imam hatipteki her kadın çok değerlidir, bu dayanışmanın içerisinde olması da önemlidir. Ama oynanan oyunu anlamayacak kadar da aptal değiliz. Şu anda son derece muhafazakar ve belki erkek egemen konuşan başörtülü kadınlar var ya onların da önemli bir kısmının bu sürecin içerisinde dönüşeceklerini düşünüyorum. İlk başta bir baskıya uğradıkları için ilericiydiler. Biz yıllarca beraber mücadele ettik onlarla. Biz onların başörtüleri için de mücadele ettik Çünkü insanların inancıyla değil kadınlık bilinciyle ilgiliyiz dedik. Ve bugün o kadınların çelişkiye düşmemesi mümkün değil. Dolayısıyla onların kendi içlerindeki çelişkiyle bunu başka bir şeye dönüştürme potansiyelleri olduğunu düşünüyorum. Başörtülü kadınlar içinde yeni bir hareketin doğacağı gibi bir öngörüm var. İktidarın karşısında duran bir hareket...
ERKEK KARDEŞİMLE, SEVDİĞİM ADAMLA DÖNÜŞÜMÜ YAŞIYORUM
Kadının da erkeğin de bir yol kat ettiğini düşünüyorsunuz. Erkeklerin dönüşmesi, erkeklikten kurtulması nasıl mümkün?
Ben fiilen kendi yaşantımda hem kardeşlerim hem sevdiğim erkek anlamında bu değişimi yaşıyorum. Bunun için karşıdakinin de tamamen kapalı olmaması gerekli tabii. Ama daha önemlisi toplumsal değişimin gerçekleşmesi, kadınların örgütlenmesiyle, mücadele etmesiyle mümkün olabiliyor bu.
ERKEKLER KONUŞMAYA HAKLARI OLMADIĞINI DÜŞÜNDÜLER
Bu defa her şeyi çok bilen, kadın meselesini de kadınların yerine konuşmaya bayılan adamlar bile sustu. Bu sizin de dikkatiniz çekti mi?
Çekmez mi? Evet, susuyorlar ve hakları olmadığını düşünüyorlar. Bu çok önemli bir başlangıç. Genellikle ‘adam gibi adam’ diyen işte o dilin kendisindedir eşitsizlik.Ve bu her kesimden erkeğin kullanabildiği bir ifadedir. Adam gibi adam dediğinde herkesin kafasında şöyle bir görüntü oluşur; güçlü, sözünde duran, yılmayan. Ama ‘kadın gibi kadın’ dediğin zaman herkesin aklına; daha yuvarlak kalçalar, göğüsleri daha belirgin, etek giyen bir kadın gelir.‘Karı gibi olma’ ne demektir mesela? Erkeklerin dildeki bu tanımları tartışmaya başladığını görmek önemli. Sonuçta dil dediğin şey çok politik bir şey. Bugüne kadar biz böyle şeyleri eleştirdiğimizde; ‘ya beni tanımıyor musun, o anlamda mı söyledim, her şeyi politik doğruculuk üzerinden okuma, feministlik yapma’ derlerdi.
Evrensel'i Takip Et