Dört Mevsim Özgürlük!
Bazen; bir şeyi adlandırmadan tanımlamadan onunla karşılaşınca; ne olduğunu anlamak kolay olmuyor. Mutlaka his dünyasında bir karşılığı oluyor ama neden olduğunu bilmediğinden ve konuşup soramadığından içinde tanımsız bir şekilde bekliyor. “Terk eden kadın ve sahip çıkan erkekler” ile dolu çocuk dünyamda, kadınlığı tanımlamak uzun bir zamanımı almıştı benim. Ve dolayısıyla kadınlıktan gelen rolleri ve hak ihlallerini anlayamıyordum. Bunu fark etmem, ta üniversitedeki tez zamanıma denk düşer. Yani o kadar geç!

Müge TUZCUOĞLU
Bazen; bir şeyi adlandırmadan tanımlamadan onunla karşılaşınca; ne olduğunu anlamak kolay olmuyor. Mutlaka his dünyasında bir karşılığı oluyor ama neden olduğunu bilmediğinden ve konuşup soramadığından içinde tanımsız bir şekilde bekliyor. “Terk eden kadın ve sahip çıkan erkekler” ile dolu çocuk dünyamda, kadınlığı tanımlamak uzun bir zamanımı almıştı benim. Ve dolayısıyla kadınlıktan gelen rolleri ve hak ihlallerini anlayamıyordum. Bunu fark etmem, ta üniversitedeki tez zamanıma denk düşer. Yani o kadar geç! Tez için; Suriye’den Türkiye’ye gelin olarak gelen kadınlarla görüşmüştüm. Onların akrabalık, aile ekonomisi, cinsel hayat, aile içindeki konum, kendi kişisel hayalleri, ve hatta iki ülke arasındaki konumlarını, bu konumdan dolayı yaşadıklarını gözyaşlarıyla karışık dinlediğimde artık kendi yaşamıma da farklı bakıyordum. Çevrem içinde ne kadar erkeksi, sert, baskın tavırlar ile tanınsam da; işte kadındım! Ve işte tam da bu yüzden çevrem bana böyle davranıyordu. Küçüklüğümde gittiğimiz memlekette, bir akrabamızın ben dahil bütün çocukları nasıl taciz ettiği, sokaktaki, dolmuştaki, okuldaki bakışlar, yol kesmeler, hep aynı nefes alış ritmi ve aynı ses tonu ile yakınlaşmalar… Okuldaki etek boyu ve etek ile maceralar…
Bir keresinde, lise başlarında bir olay yaşamıştım. Ankara’da soğuklar başlamasına rağmen hala külotlu çorap alamamıştım. Diz altına kadar gelen lacivert bir çorabım vardı. Havalar soğuduğu için, her gün bu çorapları giyenlerin sayısı azalıyor, bu sayı azaldıkça, bana yönelen bakışlar da çoğalıyordu. Sanırım erkekler mevsim geçişlerini çok ağır ve isteksiz yaşıyorlardı. Sokaktaki kadının mevsimsel giyim değiştirmelerini kabul edemiyor, bütün hıncını çeşitli taciz yöntemleriyle benden çıkarıyor gibiydiler. Artık hiç kısa çoraplı kalmayınca, aralarında tek marjinal ben kalmıştım! Bir gün bir kadın öğretmenin beni çağırıp “Sen göz alıcı bir kızsın. Bu çorapları değil, külotlu çorap giy” dediğini hatırlıyorum. Ve onun için birkaç gün okula gitmediğimi... O yol parası ile çorap alıp, hafta başında hem mevsime, hem erkeklerin ruh haline, hem okulun, sokağın toplumun kurallarına uygun bir kız çocuğu olmuştum.
İşte yıllar sonra o tezi hazırlayınca, kadını da bilinci de öğrenince dört mevsim tacizi anlamlandırmaya başlamıştım. Belki şimdi olsa, inadına “kısa çoraplı marjinal kız” olarak kalmayı tercih ederdim. Ben ve ben gibi birçoğumuz! Tüm mevsimlere, mevsim geçişlerinin yarattığı hayvaniliklere inat, mücadele ederek!
Her kadının, genç yaşlı, sokakta, evde, hangi dünyanın neresinde olursa olsun buna benzer yaşadığı onlarca olay vardır. Yüzlerce duyduğu laf… Binlerce de bunu hissettirecek an! Hiç abartısız.
Bütün bu olaylar, laflar ve anlar; kadına çeşit çeşit duygu ve düşünceler üretir. Bunlardan bir tanesi de ne kadar güçsüz olduğumuza dairdir. Sokakta yürürken, karşıdan gelen bir adamın vücudumuzun herhangi bir bölgesine elleyip geçmesine verebileceğimiz en olağan ve yoğun tepki küfretmek! Bundan daha fazlasını yapmak için dayak yemeyi, etraftakilerin aşağılayan bakışlarını, tanıdık bir akrabanın tanık olup bizi suçlamasını, evdekilerin bu olayı duyduğu takdirde okulumuzdan, işimizden, haftasonu gezmemizden, sinemaya gidişimizden olacağımızı göze almamız gerek. Ve kadınlar bütün bunların hepsiyle baş etmeyi her zaman göze alamaz.
İstatistikler bize kadın cinayetlerinin ve şiddetinin ezici çoğunluğunun maruz kalan kadının eş akraba gibi yakınlarından olduğunu gösteriyor. Ve biz iki haftadır bu meseleyi en yakınımızdakilerle tartışıyoruz. Hatta hem kadınlar hem erkekler iki haftadır başka bir şey konuşmuyoruz. İçlerinde hüngür hüngür ağlayan erkekler, en çok da 20 yaşında bir gencecik kızın yanında biber gazı taşıyacak kadar dünyadan bu kadar erken güvensizlik duymaya başlamasına kahrolan erkekler gördüm. Kadınlar ise kendi hikayelerini yeniden anlatıp kanlarının donmasını ve hemen akabinde işi espriye vurmayı yaşıyordu.
Peki ya sonuç? Yani nereye gidecek? Bunlar nereye varacak, varmalı? Bunu, yine “ben de anlatayım” diyerek, kendi yaşamımdan örneklendireyim. Yaşamımın önemli yılları Ankara-Hopa-Diyarbakır arasında geçti. Ve ben bugün bile hala akşam karanlıkta Hopa’da hayatta tek başıma kalamam. Ankara’da bu kadar olmasa bile, akşam belli bir iki mahalle dışında tek başıma yürümem.
Ancak Diyarbakır başkadır. 8 yıldır Diyarbakır’dayım ve iki üç sözlü taciz olayı dışında bir şey yaşamadım ve üstelik her saatte, her türlü mahallede de kalmama, bulunmama rağmen. (Tabi erkeğin yapamadığını erk yapıyor ve tutukluyor, ama o ayrı mevzu!!!)
“Biz bunları yaşıyoruz kimbilir Doğulu kadınlar neler yaşıyordur” ezberimiz olduğu için bunu söylüyorum. Doğrudur; Doğudaki Kürt kadınları, Arap kadınları, Süryani kadınları çok korkunç şeyler yaşadılar, yaşıyorlar. En az Batıdakiler kadar! Ancak onların yaşadığı bir şey daha var; kadınların savaşabildiklerini gösterdiler. Hem zihniyet hem de bedenen erk’e, erkek’e savaşta bu kadınlar! Ve bu meydan, o yüzden mekansal olarak bir değişimi ve gücü de açığa çıkartıyor.
Kadın kenti ilan edilmişti Diyarbakır, mutlaka eksik ama çok iyi çalışmalar yapılmıştı. Onlarca olay, yüzlerce laf, binlerce an’ımızın yarattığı duygu ve düşünce dünyası, sokak lambaları ve lambaların direklerine asılan kadın sembolleriyle aydınlatılmıştı.
Demem o ki kadının mücadele ettiği her alan kadının da oluyor aynı zamanda!
Hazır anlatmaya başlamışken, bir iki şey daha söyleyeyim, bir daha kim bilir ne zaman fırsat olacak da ne zaman söyleyeceğiz!
Kadının en yakınının şiddeti, kadını sadece beklentisinin, hayallerinin yıkılmasından değil, en yakınının şiddeti, en şiddetli olduğu için ve mücadelesi de en zor olduğu için bu kadar yıkıyor. Bu ülkede ortak mücadele içinde olduğumuz insanların, erkeklerin bu yüzden kendileriyle de, içlerindeki erkekle mücadelesi de çok mühim. Yoldaşının tacizi, tecavüzünü anlatmanın kolay bir şey olmadığını, çok yakınındaki arkadaşlarımdan biliyorum. Kurumda, ben yaptığımız çalışmaları anlatırken, karşımdaki yöneticinin eli cebinde başka yerlerde dolaşabildiğini yaşadım. İnsanın dudaklarına, göğsüne, bacaklarına bakarak, devrimi tartışabilir miyiz?
Mevsimler değişiyor tabi! Kadınlar da değişiyor! Mesele, o değişimlere kadar maruz kaldıklarımız ve mücadele ettiklerimiz. Yanımızda biber gazı taşımayacak kadar güveneceğimiz kentler, sokaklar, evler oluşturabilmemiz…
Her mevsimi dilediğimiz çorapla, dilediğimiz sokakta yürüyerek geçirebilmemiz.
Öyle değil mi?
Evrensel'i Takip Et