Wa hatin pêşmergên me, şal û şepik li bejna wan
Mehmet Said AYDIN
ADAM
Mahalli seçimler için evine çağrılan adam, adına büyük denilen bir şehirden, kendi büyük şehrine tayyare münasebetiyle gider. Adı sivil kendi askerî havaalanına indiğinde, onu almaya gelecek akrabalarının şehrin kadim mahallelerinden birinde olduğunu öğrenir. Onların yanına gitmek için taksiye biner. Taksici havaalanından aldığı birçok kişiye yaptığı gibi, ona da turist muamelesi yapar. Adamın kalbi kırılır ama yapacak bir şey yoktur. Ev, gidilen bir yer olmaktan çıkıp dönülen bir yer olduysa, taksici de turist ‘çeker’, artık başka sulara başka yemeklere alışık beden de tepki verip hasta olur, kabristan ziyaretinde Yasin okuyan çocuklar da duymadığını düşünüp üstünü başını çekiştirip kıkırdar. Sineye çekersin; ki dünyada en sık ve en zor yapılan şeydir bu. Sine varsa, çekeceği de vardır.
Taksiciyle konuşmaya başlar adam. Seçimler, seçim kampanyaları, dolaşan çığırtkan arabalar, bu arabalar üzerinden hemen gelişmiş lokal mizah, adaylar, adayların tavırları, hangi adayın onları gönendirdiği, hangisinin öfkelendirdiği. Anlatmaya başlar taksici, “Geçenlerde senden iyi olmasın bir ağabey bindi taksiye. Meraklı olduğu belli, biraz pinti de. Sürüyorum, elinde telefon, oradan geçme buraya girme yolu mu uzatıyorsun deyip duruyor. En son dayanamadım, dedim istiyorsan gel sen kullan arabayı. Ben hayatta en çok arka koltukta oturmak istedim. Ama felek biz bu direksiyonun önünde oturmayı layık gördü, her Allah’ın günü feleğin yedi çarkına küfredip, ardından yedi kere tövbe edip geçiyorum bu soldaki koltuğa. O telefon benden çok biliyorsa, Allah Kur’an aşkına gel sen sür. Yok sürmeyeceksen, bana da kelime yapma. Adam demesin mi benim işim kelimelerle. Gazeteciymiş, buraya da seçimler için gelmiş. Bizim adayın da arkadaşıymış, onunla gazete için konuşacakmış. Bir yandan da sokaklara bakıp sorular soruyor, afişleri gösterip anlamını istiyor. Hepsine tane tane cevap verdim, yolu da uzatmadım, istediği yere götürdüm. Senin gideceğin yerin aşağısında bir otelde kalacakmış. İnerken dedim, sordun cevap verdim, karıştın uzatmadım. Ama madem bizim başkanı tanıyorsun, madem yarın ona gideceksin. Senden bir ricam var. Ona de ki, bizim elbiselerimizi giysin. Şal û şepik çok yakışıyor ona. Bir kere televizyonda görmüştüm, çok sevinmiştim. Kardeşlerime benziyor onu giydiğinde. Benim iki bacımdan biri kaldı, öteki gideli yıllar oldu. O giden kardeşimin hatrına giysin şal û şepik.”
Adam o kadim mahalleye geldiklerinde iner. İnerken taksiciye der, “Sen anlattın ben dinledim. Turist değilim ama eve de dönemedim. Hakkın var bana yabancı gibi davranmakta. O giden kardeşinin hatrına ben de bir şey yazacağım. O meraklı ve pinti gazeteci gibi değilim ama benim de var kalemle mesaim. Başkanı ben de tanıyorum. Hem bu dediğini diyeceğim ona. Hem de seni yazacağım. Sinem var, çekeceğim de var. Hadi bana eyvallah.”
KADIN
Kadının bu hayatta ilk ezber ettiği şarkıdır o. Pêşmergedir sözü edilen, gelirler, omuzbaşlarında, boyunlarında, yüzlerinde kimi şeyler vardır. Omuzbaşlarını, boyunlarını, yüzlerini kimi şeyler kapatır. O ses söyler, dünyanın en ezgin, en acılı, en güçlü, en dağlı, en ovalı sesidir onu söyleyen. Ablalarının, kız kardeşlerinin, abilerinin, amcalarının, dayılarının, sokaktaki seyyar satıcının, kapı komşusunun, şu uzakta akıp giden ovada yanıp sönen ışıkların sahiplerinin, şehrin bütün dolmuşçularının, kot pantolon satan kız ve erkek kardeşlerinin, toptancının yanında kurulan şalgamcının, onun karşısındaki dönercinin, onun da iki yanında yoksullara çıkma ekmek dağıtan fırıncının, çaprazdaki kahvenin bütün insanlarının dinlediği o ses. Der, üşenmez; pêşmergedir gelen, omuzbaşlarında, boyunlarında, yüzlerinde şal ve şepik var.
Kalabalık bir mecliste kızan da, öfkelenen de, coşkulanan da kadındır. Biri “yerel kıyafet” der. Kızar: Yerel değil, ulusal kıyafet. Bir köyün modasından söz etmiyoruz, bir halkın giydiklerinden söz ediyoruz. Bunlar bizim yerel kıyafetlerimiz değil, ulusal kıyafetlerimiz o yüzden. Öfkelenir: Bunları giymek yasak ve tehlikeliymiş, öyle mi? O zaman şimdi daha çok, şimdi daha çok. Coşkulanır ve coşku verir: Yüzümüzü annelerimizin beyaz tülbentleriyle örtmenin vaktidir. Gelen gelir, omuzbaşlarında boyunlarında ve yüzlerinde ulusal giysileriyle.
ÇOCUK
Küçücük elleriyle kara teybin üçgen biçimindeki düğmesine dokunur. Saçları kıvırcık, gözleri ateş ateş. O anda, o ses duyulur ülkenin bütün ormanlarında, kaya diplerinde ve mağaralarında. Wa hatin pêşmergên me, şal û şapik li bejna wan.
mehmetsaida@gmail.com
@bahcelikusur
Evrensel'i Takip Et