Büyüyoruz ama nasıl?
Aradan 10 sene geçer. Sapık katilin biri çıkar ve 20 yaşındaki Özgecan’ı katleder... “Kadın katliamlarından biri daha” demezsin, diyemezsin. Onun yaşadıklarını bedeninde hissedersin. Sonra kadınlar sokaklara çıkar. Umut dolar için...
Bilgesu YENİDÜNYA/ Sevilay YALÇIN
Ortaokul yıllarında yeni çıkan göğüslerini saklamak için kambur gezen, bol kıyafetler giyen, erkeklerden farklı olduğunu hissettiği için utanan sıkılan, baskılanan liseli hallerinizi hatırladınız mı? Değişen bedeninizi tanımak için saatlerce ayna başında kaldığınız zamanları? Cinsellik eğitimini bir ped markasının okula gelip, eşantiyon niyetine dağıttığı genel geçer bilgilerden ibaret gören eğitim sistemini bir kenara koyalım. Sahi biz ilk ne zaman tanışıyoruz bedenimizle? Daha da önemlisi ne zaman barışıyoruz bize ait olanla? Çok çok öncesinde aile içinde, sonrasında da müfredatta verilmesi gereken bu eğitim yerini ayıplara, hurafelere bıraktığından olsa gerek; lise yıllarındaki bu ilk tanışma hali her genç kız için fazlasıyla sancılı geçiyor.
Özgecan’ın ölümünün ertesi günü yapılan yürüyüşe ışıl ışıl gözleriyle gelen kız meslek lisesi öğrencileri; bu katliamdan hem çok etkilenmiş hem de çok öfkeliydiler. Yürüyüş boyunca onların sloganları mahalleyi inletti. Sonra sohbet etmek için bir araya geldiğimizde ben sormadan onlar anlattılar. Aslında her gün şiddetin ve tacizin farklı boyutlarıyla karşı karşıya kaldıklarını anlattıklarında saklıydı. Okuldan çıkıp eve gitmek için bindikleri minibüslerde zaman zaman tacize uğradıklarını, bu olaydan sonra artık eve otobüsle değil yürüyerek gittiklerini anlattılar. Özgecan’dan önce öldürülen kadınları duymuşlar elbette ama bu seferki mağdurun yaş olarak kendilerine yakın olması ve evine gitmek için bindiği minibüsün şoförü tarafından katledilmesi onların empati kurmalarını kolaylaştırıyor. Sormadan edemediğim “Erkek arkadaşlarınıza, sevgililerinize güveniyor musunuz?” sorusunun cevabı okkalı bir “Hayır” oluyor. İnsan düşünmeden edemiyor. Bir çocuk başka bir çocuğa neden güvenmez? Bize, birbirimize -hatta kimseye- güvenmememiz gerektiği kafamıza vura vura öğretilene kadar, ‘neden farklı olduğumuz’ anlatılsa, hayat gerçekten bu kadar zor olur muydu? Düşe kalka, yaralanarak ve herkesin deneyimlediği kadarını öğrendiği bu ‘cinsellik’ bir tabuya dönüşmeseydi ne olurdu sanki?
Bir çoğu yoksul mahallelerde oturan bu arkadaşlarımızın en büyük hayali üniversiteyi kazanmak. Hepsi de aldıkları eğitimin bu hayalin gerçekleşmesi için yeterli olmadığının farkında. “Peki üniversite olmazsa ne olacak?” sorusunun cevabıysa çok tanıdık: “Olursa iyi bir iş, olmazsa iyi bir eş.” Yani sokak ortasındaki, evin içindeki, işyerindeki şiddetin yeni mağdurları bu okullarda yetiştiriliyor. Hepsi de bunun farkındalar ki Gezi’de, Soma’da, Berkin’de ve Özgecan’da sokağa ilk çıkan onlardı. Dört bir yanı geleceksizlikle çevrili bu gençliğin var olanı ve kendisine dayatılanı kabul etmemesinden doğal olan ne var? O zaman bırakalım ürkekliğimizi bir kenara şimdi mücadele zamanı!
Korku çitlerini atladım tek tek
Özge ANLI/Psikolog
Nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Sanki zihnimden geçen düşünceleri, içimde hissettiğim öfkeyi yazıya dökersem şiddetini kaybedecek ve hissettiğim duyguların hakkını veremeyecekmişim gibi. Özgecan ile ilgili haberi o kadar hızlı okumaya çalışıyordum ki sindirmek istemiyordum. Failin, hayır yumuşatmak istemiyorum, tecavüzcü katilin ifadelerinin yer aldığı haberi okudukça...
14 Şubat’taki eylem erkeklerle doluydu. Kadınların seslerini bastırıyorlardı erkeklikleriyle, erkekliklerini haykırıyorlardı. Kendilerince herkesin mücadelesiydi bu. Sanki bir ben gibi, sanki bir başka kadın arkadaşım gibi her gün eve dönerken yaşadığımız o sayısızca korkulardan birini yaşamışlar gibi. Sesleriyle sesimizi kısmaya çalıştı bu erkeklikler.
Özgecan için isyan ederken yanımda Özge diye bir arkadaşım daha vardı. İki Özge yan yana yürüyorduk ve Özge’nin gözlerine bakarken korkuyu iliklerime kadar hissettiğimi fark ettim. Bilirsiniz, eylemlerde arkadaşını kaybetmemek bazen kendinden önce gelir. Kalabalık içinde birbirimizi her kaybettiğimizde gözlerimi onu ararken buldum. Özge diye seslenecek olduğum her seferde boğazım düğümlendi. Sanki Özge dersem, her şeyi kabul edecektim. Özge olduğumu, bir sonraki kişinin ben olacağımı, o olacağını...
Benden bu yazıda “Kendimi bir kadın olarak Türkiye’de nasıl hissettiğimi” anlatmam istendi. Kendimi bir kadın olarak nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Sanki nasıl hissedeceğim bile “erk” tarafından belirleniyor. Bu nedenle sürekli nasıl hissettiriliyorum diye düşünüyorum ve çoğunlukla kendimi bunu sorgularken buluyorum. Fakat bunun bir önemi yok sanırım. Kendimi sürekli tehlike altında yaşamaya hazırlanmış bir kadın olarak hissediyorum. Çünkü küçüklüğümde başlayan ve dedem ölene kadar hakaretlere maruz kalan ve ne yaparsa yapsın katlanmak zorunda kalan, adına anneanne dediğim bir kadınla büyüdüm ben.
Ailemdeki erkekler teker teker ölünce nefes almaya başlayan bir kadınlar topluluğunun içinden çıkıp her sabah okula gittim ben. Dedem öldü anneannem, annem ve teyzem özgürleşti. Babam öldü ben özgürleştim. Özgürleştiğimi sandım.
Aile dediğimiz o yapıdaki erkler ölünce anneannem beni hayata hazırlamaya başladı: “Yabancılarla konuşma”, “Çok geç kalma”, “Biri yanına yaklaşırsa kaç”, “Erkekler kızlara zarar verir, onlara güvenme” vb. birçok dikkat etmem gereken, sanki azıcık geçmeye çalışsam beni yaralayacağından korktuğum çitlerle çevriliverdi gün be gün kadınlığım.
Zaman içindeki deneyimlerim ise anneannemin kadınlık deneyimlerinin sağlaması haline geldi. O gün bugün arkamda bir gölge hissetmekten korkar oldum. Her an kavgaya hazır ve gardımı almış bir şekilde yaşamaya başladım. Önlemler alarak nefes almak farzdı ne de olsa kadınlığıma. Sonradan fark ettim ki, ben böyle hissetmemişim ki hiç. Anneannem hissetmiş. Kendi korkularıyla beni bezemiş. Bunu fark ettim ve yavaş yavaş çitleri geçmeye başladım. Canım acıdı ama ben o çitleri geçmeyi başardım. Kadınlığımı sorguladım, yıktım, yeniden inşa etim. Sonra yeniden ve yeniden...
Ve tüm bunlardan sonra Türkiye’de kendimi bir mücadelenin bir parçası olarak görüyorum. Tek başıma olmadığımı biliyorum ve diğer kadınlarla ortak derdimiz olan bu sistem karşısında, bu topraklarda yaşayan bir sonraki Özgecan olma olasılığımın karşısına dikilecek kadar cesur hissediyorum. Cesaretimi ise, bütün kadınların isyanından alıyorum.
Korkma, kızkardeşlerin yanındadır!
Feride IRMAK
Ne söylesen olmuyor, ne söylesen boş, ne kadar konuşursan o kadar acı çekiyorsun. Zaten söylenecek ne kaldı ki ya da söylenmeyen ne var... Her haber ayrı bir yarayı dağlıyor, her olay yeniden yeniden kanatıyor... Ruhum acıyor mesela. Uykularım çığlıklarla bölünüyor. Gündüzler hadi neyse de, geceler daha zor geçiyor. “Özgecan” diye bağırmak istiyorum “Can Özgecan!”
10 yıl geçti üzerinden. 40 yıl geçse ne olur ki... Halbuki hiç “kızlık” kavramıyla derdim yoktu. İstemediğin bir adamın bedenine dokunması... Bugün bile tanımadığım biri dokunduğunda bağırasım gelir. “Dokunma” diye, avazım çıktığı kadar. Oysaki dokunmak güzeldir, dokunmak samimidir, iletişimin bir parçasıdır. Ama o an öyle olmaz. “O an”...
Bağırırsın, çağırırsın, lanetler yağdırırsın... Olmaz... “Kadınla erkek eşit değildir” demiş ya hani muktedirler... Toplum bunu çoktan benimsemiş... “Benimsin” der sanki malmışsın gibi. Sanki insan değilmişsin gibi.
Son hatırladığın o sana sivri burun ayakkabılarıyla sokak ortasında vururken, senin “yapma” diye haykırdığındır. Aradan 10 yıl geçer, ama kaburgandaki çatlak iyileşmez... Aradan 10 yıl geçer ama sen her katliamda kaburganı tutarsın. Aradan 10 yıl geçer, Özgecan ölür.
Söyleyemezsin kimseye, anlatamazsın. Utanırsın, sıkılırsın, ağlarsın saatlerce, günlerce... Sanki utanması gereken senmişsin gibi. Sanki cezalandırılması gereken senmişsin gibi. Çünkü mahallede hep söylenmiştir “O da mini etek giymeseydi” diye. Çünkü yaşlı başlı adamlar “Namusumuz var” demiştir. Korkarsın en çok. Ruhun acır ama sen susarsın. Kime anlatacaksın ki zaten, kime söyleyeceksin. Kendin bile olanlara inanamazken, insanlar sana neden inansın ki... Küçüksündür, “mücadeleyi” bilmezsin. Kimsenin senin yanında olmayacağını düşünürsün. Kızkardeşlerin yanındadır halbuki ama sen görmezsin onları. “Polise mi gitsem?” Hani şu mahalledeki “Bak buralarda böyle dolaşma” diyen polise mi? Mahkemeye gitsem... Hani şu savcıların her seferinde “indirim” verdiği mahkemelere mi?
Bedenin senin değilmiş gibi hissedersin artık. Eve gelir banyo yaparsın, vücudun o kadar sana ait değildir ki, sabunlanırken vücudunu parçarlarsın, kanlar akar yere de sen bir şey hissetmezsin. Kimse dokunamaz sana, kimse elleyemez bir müddet. En çok da susarsın... Sonrası psikologlar, sonrası psikiyatrlar, sonrası ilaçlarla bir yaşam...
Sonra mı? Aradan 10 sene geçer. Sapık katilin biri çıkar ve 20 yaşındaki Özgecan’ı katleder... “Kadın katliamlarından biri daha” demezsin, diyemezsin. Onun yaşadıklarını bedeninde hissedersin, sen de onunla yanarsın, sen de onunla ölürsün.
Sonra kadınlar sokaklara çıkar. Bir kadın bağırır “Benim tecavüzcümü dışarı saldılar” diye. Bir genç kız ses verir, “Özge benim kızkardeşim olabilirdi” diye. Bir teyze alana çıkar “Anayız biz ana” diye... Umut dolar için... Kızkardeşlerin alanlardadır şimdi, anneler sokaklarda...
Söyleyecek sözüm, atacak kahkahalarım var
Sevcan KARATAŞ
Ben kadınım. Evet, çiçekleri severim. Fakat çiçek değilim. Dizelerden taşmış olmalıydı adım, yalnızca küfürlerde anılmak yerine. Şiirlerle sevilmeliydim. Dizeleriniz buram buram kokmalıydı ve çiçekler sözlerinizden dökülmeliydi. Varlığım simge olmalıydı hayatınızda, bedenim değil. Alışılmışın dışında sevginize ihtiyacım yoktu. Vurmanıza, yakmanıza, bedenimi aşağılamanıza, aşkınızdan öldürülmeye ihtiyacım yoktu.
Ben kadınım. Günleri evde ipe dizmek yerine sokakta olmak istiyorum. Söyleyecek sözüm atacak kahkahalarım var. Fikirlerim var dünyayı değiştirecek, günleri aydınlatacak sözlerim, şarkılarım var; emeğimi, bedenimi, benliğimi, fikirlerimi dillendirdiğim.
Ben kadınım. Kavgadayım sokakları özgürleştirmek için. Daha çok bağırıyorum, öldürülen tüm kadınlar için. Mücadelemi aydınlatmak için yakıyorum sokakları ve tutuşuyor onların taş tutmuş fikirleri. Aydınlanıyor arkamda bıraktığım karanlık ve ben güçleniyorum.
Sen bir kadınsın ve söyleyecek sözün var hala. Susma!