Kim bu Çeçenler? -1
1991’de SSCB’nin çatırdamaya başladığı aylarda; tek taraflı bağımsızlıklarını ilan etmeye başlayan cumhuriyetlere ilaveten, daha düne kadar birlikteki statüsü sadece “otonom cumhuriyet” olan bir bölge yalnızca bu kervana katılır: “Çeçen-İnguş Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti”.

Okay DEPREM
1980’li yılların sonlarına gelindiğinde hatta 90’ların başlarında dahi, Türkiye halkının azımsanmayacak bir kesimi; kendi bağrında, hemen yanı başında yaşayan değişik etnik gruplar ve farklı azınlıklar karşısında son derece bilgisiz ve kayıtsız durumdadır; dahası bu konudaki tarihsel hafıza ve reflekslerini kaybetme noktasına gelmiştir. Sadece ülke içindeki birkaç dağ, bayır, ova, akarsu ismi ile yerini belletmekle sınırlı coğrafya ders müfredatı ile, yine geçmişteki birkaç maceraperest ve sapkın sultanın ve yağma savaşının kof destanıyla bezeli tarih derslerinin muhtevasıyla yetişen nesillerin elbette ki, değil ülkelerinin sınırlarının hemen ardındaki geniş dünyaya, kendi toplumlarına dahi etnolojik ve antropolojik açıdan ilgi duymaları beklenemezdi. Tam da bu bağlamda; ülke içinde, hemen yanı başımızda duran bölge ile bağlantılı öyle azıklıklar vardı ki, belirli bir tarihsel kırılma anına kadar, onların varlıkları bir yana, adlarını duyanların sayısı bile parmakla gösterilecek kadardır. Nitekim bu gruplardan biri; çok daha geniş kitleler nezdinde kendi varlıklarını uzun bir aradan sonra bu kez, Kobanê’yi işgal eden ve genel olarak Suriye ve Irak’ı kan banyosunda yıkamakla meşgul uluslar arası terörist organizasyona verdikleri destek ile yeniden hatırlatacaklardı: Çeçenler…
UZUN YILLAR ‘ÇERKES’ OLARAK ALGILANDILAR
Takvimler 1990’ların başlarını gösterdiğinde, Türkiye’de Kuzey Kafkas kökenli milyonlarca kişi yaşamasına rağmen, bunların önemli bir oranı “Çerkes” - ki aslında Kafkas üst kimliklerinden birinin ismidir – olarak bilinir ve adlandırılırdı. Aralarından kansal açıdan daha homojen olanları ve nispeten muhafazakâr bir ailede ve sosyal ortamda büyüyen ufak bir bölümü haricindeki genel kesiminin – ki bugün de az çok böyledir - soy-köken bağlarına bakışları ve ilgi sınırları; “Benim de dedemin kayınbiraderinin eniştesinin baldızı Çerkes”miş karikatürizasyonuyla özetlenecek mahiyettedir… Gene o sıralarda Türkiye’deki sayıları sadece birkaç on bini ancak bulan Çeçenler ise hem kendilerini etnik - kökensel olarak saklamakta; hem de Türkiye’nin geneli tarafından ‘Büyük Çerkez Muhacir Azınlığı’ arasında sayılmakta, onların genel ortalama tipolojisiyle tamamen aynı konumda algılanmaktaydılar.
SÜRGÜNDE ONLARDAN DA VARDI ANCAK...
Çeçen diasporasının Anadolu’daki varlığı daha o zamanlar 130 yılını geride bırakmıştı bile. 19. yüzyılın ilk yarısında ve ortalarında on yıllarca süren Rus & Çerkez-Çeçen Savaşları sonrası esasen Rusya Federasyonu’nun bugünkü Krasnodar, Adıge, Kabarday Balkar ve Karaçay Çerkez eyaletlerinden, o zamanki tarihsel ismiyle ise Çerkesistan’dan 1863 ve 64 yıllarında aralıklarla milyonlarca muhacir Osmanlı Devleti’nin sınırlarına akmıştı. Bunlar arasında Çeçenlerin son derece mütevazı bir oranı teşkil etmeleri; Çerkeslerin Kuzey Kafkasya’da en yoğun nüfuslu halk olmasından değil ancak esas olarak, Çerkez direnişini bir şekilde alt etmeyi başaran ve o cepheyi yaran Rus ve onların Çerkez katliamında vurucu güç olarak kullandıkları Kuban, Stravropol ve Don Kozaklarının dişlerinin geçemeyip boyun eğdiremedikleri bu geniş coğrafyada tek halkın Çeçenler olmasından ileri geliyordu. Keza o yıllarda, Waynax (tüm Çeçen-İnguş halklarının yayıldıkları kuzey-doğu Kafkas bölgesinin tarihi-coğrafi ismi) diyarının adeta tropikal ormanları andıran gürlükte ve vahşilikteki topografyasını askeri birlikleriyle aşabilen ilk komutan olarak kayıtlara geçmesinden ötürü meşhur Rus generali Mihail Semyonoviç Vorontsov sadece bu başarısından ötürü çarlık nişanı ile ödüllendirilecektir. Rus İmparatorluğu’nun, aşağı yukarı tüm kuzey Avrasya’da uygulamaya çalıştığı etnik heterojenizasyon politikasının zerre kadar etkilemediği yegâne bölge gene Waynax olacaktır. Bu “arkaik halk”ın çok önemli bir kesimi oldukça yüksek, sarp ve balta girmemiş ormanlarla kaplı dağlarda yaşadığından, adı geçen sahalara adım adım sirayet eden Rus-Slav kültürünün “ovadaki başarısı”, bu bölgedeki demografik dengeleri kendi lehine çevirmeye yetmeyecekti… Aradan geçen uzun zaman diliminde, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı alt üst oluş haricinde nispeten “sakin” bir dönem yaşayan Çeçen halklarına yönelik Türkiye’de ve az çok dünyanın geri kalanında da geçerli kolektif algı, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasıyla bir anda değişmeye başlayacak, ‘Pandora’nın Kutusu’ adeta tekrar açılacaktır.
SSCB SONRASI ‘BAĞIMSIZ’ İÇKERYA CUMHURİYETİ
1991’de SSCB’nin içten çatırdamaya başladığı aylarda; tek taraflı bağımsızlıklarını ilan etmeye başlayan bazı Sovyet cumhuriyetlerine ilaveten, daha düne kadar birlikteki statüsü sadece “otonom cumhuriyet” olan bir bölge yalnızca bu kervana katılır: “Çeçen-İnguş-Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti”. Bu ufak Kuzey Kafkas ülkesi, 23 Şubat 1944 Deportasyonu’ndan 1957 yılına kadar tamamen lağvedilir. (23 Şubat SSCB’de “Ordu Günü” ilan edilir. Muhalif pek çok tarihçi bunu, Çeçen Sürgünü’nü unutturma amaçlı bilinçli olarak tam da bu güne denk getirildiği şeklinde yorumlar). SB tarihinin en genç Müslüman generali unvanına sahip, “Stratejik Nükleer Bombardıman Hava Kuvvetleri Komutanlığı” pilotlarından Caxar Dudayev, o sıralarda görev yeri olan Estonya’da patlak veren anti-Sovyet ve anti-komünist isyanı bastırma emrini kabul etmeyerek, Moskova ile tüm ipleri koparma pahasına memleketine dönecek ve Çeçenistan’ın merkezden bağımsızlığını ilan edip bu ufak cumhuriyetin ilk meşru devlet başkanı seçilecektir.
RUS MAFYASININ BAŞINA GEÇMELERİ
Aynı sıralarda yani 90’ların başlarında Rusya’nın merkezinde başka önemli gelişmeler de yaşanmaya başlanır. Son derece acımasız ve sert koşullarda yetiştirilmiş ordu ve KGB kadrolarının bazı özel elit grupları yeni dönemde ekonomik, siyasi ve sosyal kontrolü ele geçirmeye başlarlar. Geçirildikleri bazı sınavlarda “Devletin bekası için gerektiğinde annenizi öldürür müydünüz?” gibi insafsız sorulara istenen soğukkanlı yanıtları vermeleri beklenecek denli makine nizamıyla şekillendirilen bu kadrolar çok kısa süre içinde aralarında kan gövdeyi götürecek boyutta bir hesaplaşmaya gireceklerdir. Eski dönemden kalan olağanüstü iktisadi birikimi yağmalamak için girişilen bu mafyatik savaşlarda dövüşen çetelerin sayısı sadece Moskova’da birkaç sene zarfında 1000’i bulur. Zayıflar kısa süre içinde yok edildikten sonra geriye kalabilen birkaç büyük grubun birisinin şeflerinden biri şöyle bir öneri oraya atar: “Orada uzakta savaşçı bir halk var, onları buraya çağırırsak bize ‘yardımcı olabilirler’.” 1957’de Çeçenlerin, sürüldükleri Kazakistan başta olmak üzere bazı Orta Asya ülkelerinden anayurtlarına dönmelerine izin verilmesiyle birlikte, Çeçenya ve Kuzey Dağıstan dışındaki ikinci büyük nüfus kitlesinin hatırı sayılır bir kısmı yurduna döner. Onlardaki ata yurdu his ve güdüleri o kadar güçlüdür ki; dönenler, o zamana kadar orada gömülmüşlerin kemiklerini dahi yanlarında alıp getirirler. Ne var ki ufak bir kesim hala Sibirya’nın dünyadan izole tundralarında çalışma kamplarındadır...
Devamı gelecek hafta … /
Evrensel'i Takip Et