Yuh efendiler yuh!
Aslında “ay sonunu getiremeyen bakan” Güllüce’ye, kabinedeki bir diğer “bakan”ın, çalışma ve sosyal güvenlik bakanı Faruk Çelik’in şu vecizi ile cevap verebilirdik: “8 yüz lira büyük para. Geçinilmez diye bir şey yok. Geçinirsiniz.

Ömer Furkan ÖZDEMİR
“Milletvekili olduğunuzda sanırsınız ki, çok parası marası olur. Milletvekilleri ay sonunu zor getirir” Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, iki “hayırsever” tarafından yaptırılacak bir “Anadolu iİmam Hatip Lisesi”nin imza töreninde kuruyor bu cümleleri. Belli ki Güllüce kendince, kendisinden de “hayır amaçlı” bir okul yaptırması yönünde bir beklenti varsa eğer, böylesi “hayırlı” talepleri bu yolla savuşturmayı amaçlıyor. Şimdi elbette burada herhangi bir “zengin” kişinin, servetinin bir kısmıyla “hayır amaçlı işler” yapması safsatasını mevzubahis etmeyeceğiz, dahası yurttaşlarının eğitim-öğretim hakkını her anlamda koşulsuz olarak tanımak ve bunun her türlü olanağını sağlamakla yükümlü bir “sosyal devlet”in bu işi “hayırsever zenginler”e havale etmesinin piyasacı paradigmasını da tartışacak değiliz. Bizim tüm derdimiz, sigortasız çalıştırılanlarla birlikte 15 milyonun üzerinde yurttaşının “ay sonunu” 950 lira ile getirmeye çalıştığı bir ülkenin bakanının, diğer ödenekler hariç aylık 15 bin lira alan milletvekillerinin ay sonunu getiremediğinden dem vurması.
Aslında “ay sonunu getiremeyen bakan” Güllüce’ye, kabinedeki bir diğer “bakan”ın, çalışma ve sosyal güvenlik bakanı Faruk Çelik’in şu vecizi ile cevap verebilirdik: “8 yüz lira büyük para. Geçinilmez diye bir şey yok. Geçinirsiniz. ”Böylece, İdris Güllüce’nin ve“ay sonunu getiremeyen” diğer milletvekillerinin, (15.000 / 800 = 18,75 basit matematiğinin yardımıyla) ayda 15 bin lira ile en az 18 ay “geçinebileceklerini” söyleyebilirdik. Ama elbette yazar da okur da bir utanmazlığın karşısına bir başka utanmazlığın cevap olamayacağının farkındadır. Zira, kayıtlı çalışanların yarısının açlık sınırı altında bir asgari ücretle geçinmeye çalıştığı bir ülkede, kendisi çalışma bakanı değil de tapu kadastro müdürüymüş gibi davranan birisinin; kendisinden birkaç yıl önce, o dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın “günde bir çay ve simit” ile tarif ettiği “geçim formülü”nü baz alarak yaptığı bu saçmalamasını referans almayacağız tabii ki. Sayın Bakan İdris Güllüce’nin “ay sonunu getirememe” trajedisinin, (çok daha öncesinde de ülke tarihindeki bir çok politikacının yaptığı gibi) daha önce Recep Tayyip Erdoğan ve sonrasında Faruk Çelik tarafından yapılan ve aslında bir ülkenin tamamıyla alay etmeyle eş anlamlı olduğu aşikar olan bir fütursuzluğun altını çizmeye çalışacağız, bir kez daha ve bir kez daha…
Gerçekten bu ülke ve halkı için mecliste seslerini yükselten ve hükümetin her geçen gün yeni bir “torba” yasasıyla ülkeyi bir taraftan sermaye için dikensiz gül bahçesine çevirmeyi amaçlayan ve aynı zamanda gerici bir tahakkümü dayatan uygulamalarına karşı mücadele eden az sayıdaki milletvekilini bir tarafta tutarsak; milletvekilleri ve özellikle de iktidar partisi milletvekilleri, meclise getirilen yasa tekliflerine –ilgili yasanın hükümet tarafından mı muhalefet tarafından mı önerildiğine bağlı olarak- koşulsuz “el kaldırmak” ve zaman zaman bu yasa görüşmeleri sırasında muhalefet milletvekillerini linç girişimleri dışında başka ne iş yapmaktadırlar? Aslında “çok iş” yapmaktadırlar:
Örneğin kendileri 15 bin lira ile “ay sonunu getiremezken” Soma’da ayda 1000-1400 lira için ölüm pahasına yeraltında çalışan “işçiler için müjde” başlığıyla tamamen aldatmacadan ibaret birkaç yasa değişikliği yapmaktadırlar.
Örneğin “ay sonunu getirebilmek” adına ücretlerinde adil bir artış isteyen metal işçilerinin grevini “milli güvenlik tehdidi” olarak gören bir hükümeti işbaşına getirmektedirler.
Örneğin kendileri bir dönem vekillik sonrası emekli olabilirken, ülke halkına 65 yaşında emekli olmayı reva görmektedirler.
Ve örneğin kendi halkını potansiyel suçlu ilan eden bir “iç güvenlik paketi”ni muhalefet milletvekillerini “döve döve” kabul etmektedirler.
Listeyi çok daha fazla uzatabilmek adına “ay sonunu getiremeyen” milletvekillerinin çalışmalarının bize sağladığı olanakların farkında olmakla birlikte, sınırlı bir gazete yazısının olanaksızlıkları ölçüsünde daha fazla devam edemeyeceğiz.
Ve son olarak da böylesi bir yazıyı -okurun da tahmin ettiği o malum- Tevfik Fikret’in dizeleri gibi klişe bir sonla bitirmenin sorumluluğunun ise yazının yazarına değil bilakis “ay sonunu getiremeyen” milletvekili topluluğuna ait olduğunu belirteceğiz ve noktayı koyacağız:
“yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin”
Evrensel'i Takip Et