15 Mart 2015 03:59

Bana yeryüzündeki cenneti bulun

Bu evleri gören yabancılar unutamazlar bir daha. Bir Japon doktor Tokyo’ya çağırdı beni, evini tasarlamam için. Dediği şuydu:'Antalya evinin ilkelerinde bir ev istiyorum.'

Paylaş

Cengiz BEKTAŞ

Bergama kıralı İkinci Attalos, yeni bir kent kurmak istediğinde, adamlarına böyle buyurmuş:
“Bana yeryüzündeki cenneti bulun!”
Adamları ülkelerini bir daha dolaştıktan sonra gelip demişler ki:
“Gerçekten bir cennet bulduk.”
Buldukları yer, bugünkü Antalya’nın eski liman çevresiymiş. Kısacası Kale içindeki Eski Antalya… Orada kurulan kente Attalos’un kenti anlamında Attaleia demişler. Doğu kaynaklarına Adalya diye geçmiş bu ad. Sonra da Cumhuriyet’te Antalya olmuş...
İkinci Attalos’un yönetimi İ.Ö.159-135 arasında olduğuna göre bugünkü Antalya 22 yüzyıllık bir kent.
Ondan önce bir yerleşme yok muymuş buralarda?
Varmış elbette!
Bugün Akdeniz Üniversitesinin kapladığı alanın güneyinde var olmuş olduğu varsayılan Olbia örneğin... Buna değgin izler de var kıyıdan içeride, teknelerle denizden girilen bir derenin üzerinde... Gün gelmiş dere dolmuş. Bence işte o evrede yeni bir kent yeri aramışlar da bulmuşlar Antalya’yı...
Akdeniz kıyılarımızda iki düzlük var. Biri koca Yaşar Kemal’in ülkesi: Çukurova. (Adana-Mersin)…
Öteki Antalya…
Toroslar çevreliyor ikisinin de kuzeyini. Eski adıyla Taurus… Boğalar… Binlerce boğaya benzetmişler de ondan böyle demişler…
Sedir ağacının anavatanı Lübnan değil, üç bin metreyi aşan Toroslardır kimi uzmanlara göre. Eski Antalya ile yaşıt olanları var bugün de yaşayan…  Sedire kurt işlemez, mis gibi kokar… Ustasının elinde öyle bir işlenir ki… İşlemişler ışık ülkesinin, Likya’nın insanları… O güne dek kalasları birbirine çakarak yapılırmış tekneler. Çok ağır olurlarmış… Bu nedenle zormuş onlarla yol almak, onları devindirmek… İlk kez Likyalılar önce balık kılcığı gibi bir iskelet yapıp üzerine ince tahta kaplayınca tekneler yeğnileşmiş.
Işık ülkesinin insanları yeni tekneleriyle usta denizciler olmuşlar. Evlerini de, böyle çatkı olarak tahtadan yapmışlar, gömütlerini taştan, ama eş ayrıntılarla oymuşlar. Bugün de “Zahire Ambarları”nda yaşıyor bu yöntem, çivisiz geçme ya da sürgü yoluyla, tıpkı Likyalıların yaptıkları gibi.
Usta denizcilerden sonra balıklardan da söz edelim mi?
Akya, barbunya, çipura, fangri, karagöz, kılıç, lahos, melanurya, mercan, orkinos, sarpa, sinarit, turna, zargana… Daha da sayayım mı?
Avdan dönen balıkçılar limanda sergilerler balıklarını günün erinde. İlgililer koşarlar oraya deniz kuzularını görmeğe. Ben de çok gittim… Sonra alış-veriş başlar…
Denizi, balığı bir yana bırakıp, bu yörede kurulmuş eskil çağ kentlerini sayayım da buranın bereketini anlayın: Ksantos, Patara, Phellos, Antiphellos, Trysa, Olympos, Phaselis, Termessos, Magydos, Perge Slllyum, Ptolemaios, Sellinos… Yeter mi?
Selçuklu da teknelerini Alanya’da yapmış. Antalya’yı iki yanından kervansaraylarla Anadolu içlerine bağlamış.
Deniz suyu sıcaklığının yıllık ortalaması 21.5 C. Yılın her gününde denize giren bulunur. 365 günün üç yüzü güneşli, yalnızca 36 günü kapalıdır… ‘Bir teneke akaryakıtla kışı geçirebilirsiniz’ derler…
İşte bundan ötürü Antalya evinin (elbette eskisinin) her yanı açıktır doğaya. Kış için kışlık katı vardır, kalın taş duvarlı, alçak tavanlı.(Elim değmesin yeter.) Yaz için yapılan üst katta iç yükseklik 4 metreyi bulur. Hava dönenebilsin öyle ya… En güzel bölüm de “hayat”dır. Püfür püfür… Portakal çiçeği kokuşlu…
Bu evleri gören yabancılar unutamazlar bir daha. Bir Japon doktor Tokyo’ya çağırdı beni, evini tasarlamam için. Dediği şuydu:
“Antalya evinin ilkelerinde bir ev istiyorum.”
İlginize sunulur: Örneğin Antalya evinin kopyasını değil, o evin ilkelerinde…
Neydi bu ilkeler:
*Yaşama, çevreye, doğaya saygı.
*Gerçekçilik.
*Önce işlev, ona bağlı uyumlu biçim.
*Yapısal açıklık, içtenlik, olduğu gibi görünme/yalansızlık.
*Akılcılık.
*Tutumluluk.
* Esneklik.
Var mı bugün bütün bunları isteyecek, o kültürde kişilerimiz? Eğri oturup doğru konuşalım!
Geçmiş de varmış da, Antalya böyle yaratılmış da… Ders almıyoruz… Çoğu 240-250 cm yükseklikde, odalarda (beton kutularda) oturup sözünü ediyoruz.
İşte böyle evlerden oluşmuş eski Antalya’da bir Akdeniz (Halikarnas Balıkçısı’nın 6. Kıtası) limanının güneşini, sıcaklığını bulursunuz.(Halikarnas Balıkçısı’nın “merhaba”sını…)
Eskil çağda “ızgara” denilen kurguda kurulmuş kent. Dörtgen adalarda, her evin bir yanı sokağa açılacak biçimde parsellenmiş… Milet’li vatandaşımız Hipodomos’ un saptadığı gibi… Bütün eskil kentlerimizde olduğu gibi…
Bugün dar, iklime, yere, doğaya uygun, insan yürüyüşü gibi kıvrılıp giden, bir yanı hep gölgeli yollara,  komşunun içine bakmayacak biçimde oturan evlerden oluşur eski Antalya yerleşmesi… Kaleiçi… Evlerin (duvarlarının üzerinden çiçekler sarkan) bahçelerinde dut (ipek böceği), erik, zerdali, palmiye, mandalina, portakal, bergamut, greyfurt, turunç (reçeller)… Elbette domates, biber, patlıcan da…
Evlerin sokaklara açılan kapıları gönül kapıları…
Bütün bunlar otellere dönüştülerse de eski çağların yaşama bilincini, kültürünü yansıtırlar.   
İstesek bu gün de yakalarız o içi dışı bir evlerin (biçimlerini değil) ilkelerini, yaşamanın güzelliğini…

bektas_cengiz@hotmail.com

 

ÖNCEKİ HABER

Kar’s

SONRAKİ HABER

Memleket Eskişehir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa