15 Mart 2015 01:50
/
Güncelleme: 09:11

Memleket Eskişehir

Küçükken pek farkında değilmişim memleketimin. Aşk gibi bir şey. Ayrıldıktan sonra bilinir ya aşkın, aşığın kıymeti. Dünya bir imtihan denildiği gibi, ayrılık da aşkın imtihanı galiba. O kadar kadirbilmez kıymetvermez biri olduğumu da bilmezdim.

Memleket Eskişehir

Haydar ERGÜLEN

Sonunda insanın şehri kalmıyor. İnsana şehir kalmadığı da doğru ama, bu farklı. Her vesileyle, ama çoğu kez zorunlu biçimde göç ettiğimiz İstanbul şehrimiz değil gurbetimiz, bir daha dönemeyeceğimi iyice anladığım Eskişehir’se memleketimiz. Öyleyse gurbet diye yaşadığın bir şehirle, özlesen de bir daha dönemeyeceğin memleket şehri arasında bir başka şehir de olmadığına göre, şehrin yok demektir artık.
Memleket deyince ben böyle anlıyorum. Dönülmez akşamın ufku orası. Vakit de çok geç. Memleket de bir nev’i gurbet. ‘Nerelisin?’ deseler doğduğun, geldiğin şehri söylersin hemen. ‘Memleket neresi?’ sorusunu yanıtlamaksa uzun sürer. Çocukluk kadar uzun belki de. Yanıt da güzeldir ama düşlemek, çocukluğa uzanmak daha güzeldir.
“-Memleket neresi?” “-Çocukluk”. Aslında öyledir. Çocukluk gibi ülke yoktur. Gerçi ‘geçmiş yabancı bir ülkedir’ denildiğini de bilirim. Meğer anonim değilmiş, İngiliz romancı J. P. Hartley’in Arabulucu romanı bu cümleyle başlıyormuş. İzlemiştim. Çocukluğumu da, geçmişi de, o filmi de, onun yabancı bir ülke oluşunu da. Hepsini izlemişim. Nazım Hikmet’in “Severmişim Meğer” şiiri gibi. Nerden geldiyse aklıma?
Nereden gelecek? Şiir nereden gelir insanın aklına? Şehirden gelir, çocukluktan gelir, çocukluk olarak gelir ve gitmez. Şehir gider, çocukluk yiter ve şiir kalır. Öyleyse şiir hepsinin değilse de,  bazı şeylerin yerinedir. Bazı tuhaf şeylerin yerine...
Memleket çocukluk, çocukluk Eskişehir. Sonrası tren, kapısı Haydarpaşa, ardı gurbet. Cem Karaca’nın şarkısı unutulur gibi değil, “asri gurbet kesti attı sana gelen yollarımı”. Bizimki de Cem babanın dediğinden.
Küçükken pek farkında değilmişim memleketimin. Aşk gibi bir şey. Ayrıldıktan sonra bilinir ya aşkın, aşığın kıymeti. Dünya bir imtihan denildiği gibi, ayrılık da aşkın imtihanı galiba. O kadar kadirbilmez kıymetvermez biri olduğumu da bilmezdim. İlk ve ortaokulu okuduğum Eskişehir’i, liseyi ve üniversiteyi Ankara’da okuduktan sonra birden beğenmeyiverdim! Bunu da nereden çıkarıyorum? İlk şiir kitabım Karşılığını Bulamamış Sorular’ın (1981) sonunda uzunca, bir sayfalık bir yaşam öyküm yer alır. İlk heves, ilk gençlik, ilk kitap demişim de ilk hata dememiş döktürmüşüm, o zamana kadar yaşadıklarımdan ne çıkacaksa? Ne çıkacak, çıka çıka şu hak’katen bugün okuduğumda yüzümü kızartan şu cümleler çıkmış: “Çocukluğu ve ilk gençliği Eskişehir’de geçti. Şiirlerinin bu kentin havası, göğü, suyu ve rengiyle ilişkisi yoktur.”
24 yaş civarında işlediğim bu suç için, sonraki 35 yılım pişmanlık ve af dilekçesi anlamına gelebilecek şeyler yapmakla geçti. Neler yapmadım ki? Sonunda da işte bir Eskişehir aşığı, fanatiği oldum çıktım. Eh böyle cezaya can kurban!
Şehrimi seviyorum, çünkü artık orası bir adaya benziyor. Eskişehir adası. Deniz yok ama nehir var, Porsuk akıyor. Coğrafya olarak değil duygu olarak bir ada Eskişehir. Bir deniz feneri de denilebilir. Niye? Çünkü çok şaşırtıcı biçimde ülkede saat kulesi olmayan iki şehirden biri. İlçesi Sivrihisar’da var, Eskişehir’de yok. Sanıyorum bu husus bir şiirimde de yer alıyor.
Eskişehir adası. Bir ada cumhuriyeti gibi. Bu kadar karanın ve karanlığın ortasında ışıyor ve ışıldıyor. Ne var ki etrafına ışık veremiyor, etraf uzak ne yazık ki. Etraf perdelerini çekmiş, evine çekilmiş, kendinden başkasını görmek, duymak istemiyor, kendisini görüyor mu, orası da şüpheli. Başını da kaldırmadığı için gözü toprakta hep. Başını kaldırsa, Perihan Mağden’in deyimiyle ‘götdelen’leri görecek, Göğe, inandığı Tanrının olduğunu düşündüğü yere meydan okuyan, dini bütünlerin maşallah maşallah diye yükselttiği gökdelenleri görecek ama göğü göremeyecek. Ellerini açacak, ama elleri de bir şey göremeyecek.
O yüzden bir ada Eskişehir. Etraf deniz değil ama, etraf karanlığın toprağı. Üstüne karanlık serpilmiş, kara bir uyku serpilmiş bir toprak. Göğü yok. Göğü yoksa gözü de yoktur. Eskişehir’in gözü de gönlü de açık, içi de açık. Göğü zaten açık. Hep öyleymiş. Bunu başka şehirleri gördükten sonra daha iyi anladım. O zaman bu şehrin büyüsünün biraz da göçmenlikten kaynaklandığını anladım. Göçmen ve melez. Ve kendimi nedense hep göçmen saymamın, sanmamın nedeninin de Eskişehir olduğunu anladım böylece.
Birkaç yıl önce eski mahalleye, çocukluğumu görmeye gittiğimde, ne yazık ki tek katlı göçmen evimizin de, gözlüklü, zayıf çocukluğumun da yerinde yeller estiğini gördüm ama, seslerin bir yere gitmediğini de böylece anlamış oldum. Sesler duruyordu. Durdum ve dinledim. Bazen sessizliği, bazen de boşluğu dinler insan. Ses, yüzden farklıdır, hiç yaşlanmaz, hep aynı yaştadır, aynı zamandadır. Hiç değişmemişti. Sokağın seslerini yeniden duydum böylece.
Sonraları Eskişehir bir sokaktır diye düşündüm hep, Ankara evdi, İstanbul dışarısıydı. Çocukluğumun Eskişehir’i Göçmen Evlerinden başlayarak sokaktı ve kapıları hiç kapanmazdı, kapanmak ne kelime birbirine açılırdı, herkese açılırdı, hemen hepsinin de içi dışı birbirine benzediğinden yanlış kapıyı çalmak diye, yanlış eve girmek diye de bir ‘yalnızlık’ söz konusu bile olmazdı. Nasılsa her evde çocuktan bol bir şey yoktu, bisikletler biraz ilerideki cennet çayırlarında kiralık olarak duruyordu, göğe bakmak iyilikti, mavilikti, açık hava sinemalarında film mi izliyorduk mehtabı mı bilmiyorduk, güzeldi, rüyamızdı.
Şimdi Eskişehir’i gökteki yıldız, karadaki ada, denizdeki fener gibi seviyorum. Orası benim şehrimdir, sokağımdır, evimdir diye özlüyorum. Yalnızca onu mu, bu yıl güzel Haziran’da, işte Haziran’ın güzelliğine, iyiliğine bir sebep daha, 50. yılını kutlayacağımız Efsane’yi, yani Es Es’i,
Kırmızı Şimşekler’i, Eskişehirspor’u da, ‘Eskişehirspor’un en vefalı taraftarı’ olan babamdan bir emanet olarak vefayla, bağlılıkla, tutkuyla seviyor, izliyor, seviniyor, kahroluyor, ama her koşulda destekliyorum. En çok kızdığım şeylerin başında da ‘tamam da, büyüklerden hangisi?’ sorusu geliyor. Benim için aslolan mahalle takımı. Eskişehir’i de hâlâ ve hep mahalle duygusuyla sevdiğim için, Es Es’i de bizim mahallenin takımı olarak seviyorum elbette.
İlk tren hepimizi bekliyor, 28-31 Mayıs 2015 tarihlerinde Eskişehir Tepebaşı Belediyesi’nin gerçekleştirdiği, sevgili Belediye Başkanımız Ahmet Ataç’ın sevgisi, çabası, ve katkısıyla süren, Rahmi Emeç, Erol Büyükmeriç, Şakir Özüdoğru, Medine Sivri, Bahadır Gülmez’le birlikte düzenlediğimiz Eskişehir Uluslararası Şiir Buluşması’nın 5.sini yapacağız. Onur konuğumuz değerli şair Eray Canberk. Macaristan, Danimarka, Lüksemburg, Fransa ve İskoçya’dan 10, Türkiye’den 20 olmak üzere, toplam 30 şair yer alacak. Aziz Nesin ve Melih Cevdet Anday’ın da 100. doğum yıllarını kutlayacağız. Bekleriz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüksek voltajlı teşvik

Yüksek voltajlı teşvik

Erdoğan-Şimşek programıyla emekçilerin bir ayı daha gıdaya gelen yüksek zamlar ve eriyen ücretlerle geçti. Özelleştirmelerle ihya edilen sermaye gruplarına ise sadece bir ayda ‘üretmedikleri elektrik’ için 1 milyar lira teşvik verildi. Sanayi patronları da çalıştırdıkları her kadın işçi için devletten artık daha fazla teşvik alacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et