22 Mart 2015 03:55

Kim Bu Çeçenler? – 2

Paylaş

Okay DEPREM

“Ruslara olan nefretleri üzerine kimse konuşmazdı. Ancak, çocuklardan dedelere kadar tüm Çeçenlerin sahip olduğu öylesine bir duygu vardı ki o da nefretten bile daha güçlü bir şeydi. Bu bir nefret değil; bilakis Rusları, insanların köpekleri şeklinde tanımlamalarıydı. Ve bu hoşlanmama, iğrenme ve şaşkınlık hali, bu canlıların gülünç acımasızlıklarından da önde geliyordu. Onlardaki arzu, hepsini yok etmek; onları sıçanları, zehirli örümcekleri ve kurtları yaptıkları gibi imha etmekti. Onlardaki his doğal olarak öyle bir şeydi ki sanki kendini koruma güdüsüydü…” Lev. N. Tolstoy / “Hacı Murat” / 17. Bölüm…

“Katil tek, yaralı ve silahsızdır…” A. S. Puşkin / Çeçenler üzerine… Tüm eserleri / 5. Cilt / S. 69.

LERMONTOV VE DUMA’NIN GÖZÜYLE ÇEÇENLER

Çeçen halkını sosyolojik açıdan en yakından gözlemleme fırsatı bulan yazar, şair Lermontov onlarla ilgili şu dizeleri kaleme alacaktır: “Tabutlardan dağlar yapacak, … Kazbek’i cesur eliyle yerinden hareket ettirecek, … ve ÇEÇEN’leri köle yapacak kişi henüz dünyaya gelmedi.” M. Y. Lermontov (Kazbek: Transkafkasya’nın en yüksek 18 zirvesinden biri: 5000 küsur metre)  
Rus Aydınlanması’nın bu üç büyük ismi, derinden etkisi altında kaldıkları Çeçen milletini bu şekilde tasvir ediyorlardı. Ancak aynı sıralarda onların tesirinden kaçamayan sadece önde gelen bazı Rus yazarlar değildi. Ünlü Fransız edebiyatçı Aleksander Duma Per, Kafkaslara yaptığı seyahatten sonra bakın onları nasıl anlatacaktır: “ Çeçenler olağanüstü biniciler olarak, at üstünde bir gecede 120, 130 hatta 150 km. yol alabilirler. Onların atları adımlarını azaltmadan her daim dörtnala gider, insanın yaya yürüyemeyeceği yamaçları çıkar… Eğer ki ileride bir çukur, hendek yer alıyorsa, atın kendi başına karar vermesine fırsat vermeden Çeçen atın kafasını bir pelerin ile sarar ve kendini adeta Allaha emanet ederek, 20 fite kadar derinlikte uçurum üzerinde (7 metre) atı uçmaya zorlar… “  “Kafkasya” / Paris – 1859.

1991 SONRASI BİRBİRLERİNİ BULMALARI

Aradan yaklaşık 1.5 asır sonra…  Türkiye Çeçenlerinin göçten sonra yerleştikleri belli başlı vilayetlerden olan Sivas’ın Kangal kazası… Burada kalan tek Çeçen köyü “Yukarı Höyük”te 1990’ların ilk yarısında farklı bir hareketlilik gözlenir. Bölgenin tamamına elektrik ve telefon geleli henüz yalnızca birkaç yıl geçmişken bölgedeki Çeçenler, Çeçenya’daki akrabalarını bulmuşlar ve Kafkasların öte yakasından bölgeye ziyaretler başlamıştır. Aralarındaki adı konulamayan ve uzamı belirsiz “manyetik” etki o denli güçlüdür ki, onları rastgele uzay boşluğuna bile atıp bıraksanız, zamanla birbirlerini buluverirler!.. O zamana kadar Çeçenler, ülkenin hemen hemen her yerinde olduğu gibi burada da etraflarından olabildiğince izole ve kapalı devre bir yaşam sürmektedirler. Dışarıya iç güvey olarak damat vermezken, ancak sülalece çok samimi, hısım oldukları; yörenin başat ailelerine ender olarak kız vermektedirler. Gerçekten de ana yurtlarındaki Çeçenler de, kuşaklar boyunca akraba evliliği yapar, “Tayp” adı verilen çok geniş klanlar şeklinde örgütlenirler. (Bu hiyerarşik ve çok sıkı örgütlenmeyi, Özgür Gündem’in Moskova eski muhabiri kitabında ayrıntısıyla açar) Bundan dolayı da Çeçenlerde neredeyse herkes birbiriyle bir yerden uzaktan akraba çıkar.

SİBİRYA VE DAĞLARDA BİLENENLER ŞEHRE İNİYOR...

Kendi doğal yetişme alanlarında inanılmaz sert ve dayanıklı yetiştirilen Çeçenlerin (Misal: Dağlarda yaşayanlar arasında çocuklara, 11-12 yaşlarına geldiklerinde tek başlarına büyük baş hayvan kesmeleri öğretilir ve teşvik edilir…) bazı azılı genç temsilcileri Sibirya’da dünyadan kopuk bölgelerde çalışma kamplarındadır. Yerkürenin bu en zorlu ve merhametsiz tabiat koşullarında sık sık kamplardan kaçma teşebbüsleri yaşanır. Ufak gruplar halinde organize edilen bu firar girişimlerinde genelde bir kişi, kendisinin haberi olmaksızın diğerleri tarafından, bitimsiz yol boyunca baş gösterecek muhtemel açlık şartlarında canı alınıp yenilecek kişi olarak belirlenir. Ve grup kendi arasında onu “konserve” parolası ile kodlar. İşte bu vahşi ve gayri insani alışkanlık ve ruh halleriyle “şehre inerler”… 90’ların ilk yıllarında Moskova başta olmak üzere Rus dünyasının belirli metropollerine ayak bastıklarında, bilhassa 1994 sonlarında patlak veren 1. Rus – Çeçen Savaşı’na kadar onları gerçek anlamıyla bir kral hayatı beklemektedir…  

1991-1994: BİR ELLERİ YAĞDA BİR ELLERİ BALDA

Kendilerini Moskova’ya çağıran Rus mafyasının elebaşlarını da kısa sürede ekarte edip başa geçerler. Bu noktadan sonra Mc Donalds’ı Sovyetler’e getiren kişi gibi pek çok “iş adamı” onlar arasından çıkmaya başlayacaktır. Rus halkının hemen hemen tamamı bu yıllarda yoksulluk ve açlık içinde sürünürken; sayıları yalnızca birkaç on bini bulan Çeçen cemaatinin neredeyse tamamının kendi aralarındaki “özel network” sayesinde, bir yanlarında dünyanın en güzel kadınları yer alırken, diğer yanlarındaysa ülkeye yeni yeni girmeye başlayan pahalı yabancı araçlar, henüz inşa edilmeye başlanan yeni nesil lüks konutlar, ve sonu gelmez içki, seks ve hamam sefaları yer alır… Aslında her şey o kadar göz önündedir ki; Kızıl Meydan’ın tam karşısında yer alan ve adeta büyük bir kasaba büyüklüğündeki “Rusya Oteli” onların tam anlamıyla kışlasına döner. Gemi iyice azıya alanlar Waynax adında kentin ilk Çeçen restoranını açarlar. Giderayak kriminalitenin yol geçen hanına dönüşen “lokalleri” kısa süre içinde kapatılacaktır.

‘ARKAİK BİR HALKIN’ AYIRT EDİCİ KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ

Gelelim onları, çevrelerindeki hemen hemen tüm millet ve halklardan ayıran bazı hususi niteliklerine. Örneğin Türkler, Kürtler, Farslar ve Araplar gibi, ancak bir araya geldiklerinde fiziksel olarak belli bir gücü ifade eden komşu coğrafyanın temel halklarından farklı olarak onların her biri, en zor koşullarda tek başlarına kalacakları ve savaşmak durumunda olacakları bir ortamda, havada yetişir. Rambo filmindeki karakter gerçek olduğu ölçüde, ancak onlar için geçerlidir… Evcilleşmiş zamane halklarının yoğun olarak rağbet ettiği “light” sporlar onların tenezzül alanına dâhil değildir. Onlardaki bireysellik en yüksek seviyede olduğu için takım oyunları doğalarına aykırıdır. Tersine; güreş, boks, kick-boks, tai-boks, kuralsız yakın dövüş gibi performans sporlarıyla hayatının belirli döneminde meşgul olmamış bir kişi bulunamaz onların yeni kuşakları arasında. “Kadın davası” için birbirleriyle kavga edip, birbirini öldürmeye alışkın birtakım milletlerden farklı olarak, onlar için bu en aşağılık mertebeye tekabül eder. “Erkeklik” seviyesi, onlarca kişilik güruhun, 1-2 kişiye taş-sopa ve bıçaklarla saldırmasından ibaret bir takım 4. dünya milletlerinden farklı olarak onlar, fiziki anlamda “araçsız ve tek olarak” dövüşememeyi gururlarına asla yediremezler… Onları anlatmak kitaplara, ciltlere sığmaz.

ÖNCEKİ HABER

Kasım Süleymani siyasete girecek mi?

SONRAKİ HABER

Deniz nasıl geçilir?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa