Eski bir kitap eskimemiş bir tartışma
Şu kadarı yeter bunun çevirmeye karayı aka; eğriyi doğruya,
Kötüyü iyiye; soysuzu soyluya; kocamışı gence; yüreksizi yiğide.
...
İnsanlığın orta malı orospu, sen,
Ulusları birbirine düşüren.”(Shakespeare)
VARLIĞI DERT YOKLUĞU YARA...
Bütün insanların hayatlarını düzenleyen-bozan bir çaba içine girmesine neden olan bir varlık; aslında hiçlik. Felsefecilerin, ekonomi uzmanlarının üzerinde en çok değerlendirme yaptıkları ‘sanallık.’ Elde edilmesi uğruna yaşamın katlanılmaz hale gelmesi bile bunun insanlığın başına nasıl bir kötülüğü bela ettiğini göstermeye yeter...
Paradan bahsediyoruz. Bin yıllar önce insan topluluklarının, bütün ihtiyaçlarını basit değiş-tokuşla karşıladıkları dönemlerde bilmedikleri; bu nedenle daha ‘namuslu’ yaşayabilme olanağı bulabildikleri dönemlerden bugüne neler değişti neler?
Milattan önce 700’de Lidyalılar tarafından Anadolu’da kullanılmaya başlanan ilk paradan bugüne büyük değişiklikler olduğu kesin ancak yıkıcı özü değişmeyen bir varlık olarak kalmayı sürdürdü para. İnsanlığın bütün kötülüklerinin laneti haline geldi! Peki bu laneti üzerimizden atmak ne ölçüde mümkün? Çok mu ütopik yoksa? Özellikle 20 yüzyılda savaşlar dahil bütün belaların simgesel olarak da olsa kaynağı olan parayla ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki.
SINIF ATLAMA ÖZLEMİ!
Ama şimdilik bu fasılı geçip Türkçede yayımlanışının üzerinden 6 yıl geçen bir kitabı ele alma zamanı.
George Orwell’ın Can yayınları tarafından 2005’te basılan Aspidistra adlı romanından söz ediyorum. Orwell’ın adını duyunca yüzünü ekşiten çok kişi olduğunu bildiğimden kısaca yazardan bahsederek başlamalıyım. Kitaba ilişkin söylenecekleri sonraya bırakarak.
George Orwell Türkiye’de tanınan bir yazar. Kapitalizmin sosyalizme karşı savaşının bayraktarlarından biri. Batı Avrupa’da sosyalizm karşıtlığının temel göstergesinin Stalin’e saldırmak olduğu dönemlerin ürünü. Yaşadığı dönemin emperyalist ajan örgütleriyle ilişkiye girmekten, onların yeminli hizmetkarı olmaktan vazgeçmemiş bir düşünür. Özellikle 1984 adlı kitabıyla dünya çapında ün kazanan Orwell 21 Ocak 1950’de, inişli çıkışlı, çalkantılı ve şaibelerle dolu bir yaşamı geride bırakarak öldü.
PARANIN EGEMENLİĞİNE KARŞI MÜCADELE!!!
Ta Platon’un Devlet’inden başlayarak, ütopyalar döneminin sonunda ortaya çıkan distopya-ters ütopyacılığın en başarılı örneklerinden olan 1984 adlı romanın da yazarı olan Orwell’ın kitabı para ve parasızlık üzerine kurulu bir roman. Kitabın arka kapağı başta olmak üzere kitapla ilgili bir çok tanıtımda romanın ‘sınıf atlama özlemi’ üzerine olduğu belirtiliyor. 1930’lar İngilteresinde Aspidistra adlı bir zambak türü zenginlik özlemini simgeliyormuş. Ancak kitabın baş kişisi-kahramanı Gordon Comstock’un tam tersi bir yaşam sürdüğünü baştan belirtelim. Bırakalım sınıf atlama özlemini, iyi bir yaşam için para kazanmak zorunda kalınmasına karşı direnen bir kişi. Çevresinin ‘iyi bir iş’ sahibi olması için yönlendirmelerine rağmen kendisini sefaletle yüz yüze bırakacak bir yaşamı seçen Comstock, parasız, en azından sadece ve sadece yaşayabilmek için (ki bu da aslında zorunlu değil) gerekli paranın dışında her şeyi reddederek bir yaşam kurmaya çalışıyor. Comstock burada durmuyor. Zamanla parasızlık paranoyası diyebileceğimiz, bütün çevresinin kendisine yönelik davranışını belirleyenin de para olduğunu düşünmeye, bu nedenle insanlardan da kopmaya çalışıyor. Neredeyse tek hayali bir ozan olmak olan kahramanımız, yazmayı planladığı büyük şiiri de bitiremeden sonunda aile kurumuna teslim olmak zorunda kalıyor. Orwell özellikle parayla ilgili bölümlerde Marks’ın 1844 el yazmalarında parayı tanımladığı bölümlerden sıkça faydalanıyor; faydalanmak ne kelime romanın bütün kurgusu Marks’ın aşağıda alıntıladığımız değerlendirmelerine dayanıyor.
PARASI OLAN İYİDİR!
“Para yoluyla elde edebileceğim şey, satın alabildiğim, yani paranın bana satın alabildiği şey, paranın sahibi olarak, ben kendimim. Gücüm, paranın gücü kadar büyük. Paranın nitelikleri para sahibi olarak benim niteliklerim ve potansiyelimdir. Ne olduğum ve ne yapabileceğim, bu durumda, benim bireyselliğim tarafından belirlenmiş olmuyor. Çirkinim ben, ama en güzel kadını satın alabilirim. Demek ki çirkin değilim, çünkü çirkinliğin etkisi, iticiliği, para karşısında yok oluyor. Ben-bireysel yaradılışıma göre-topalım: ama para bana yirmi dört bacak veriyor; öyleyse topal değilim. Ben kötü, namussuz, her türlü alçaklığı yapabilecek, kafasız bir adamım, ama saygı gösterilir paraya-dolayısıyla sahibine de. En iyi şey paradır, dolayısıyla sahibi de iyidir: para benim dürüstlükten uzaklaşma zahmetine girmemi önlüyor, onun için dürüst sayılıyorum. Kafasızın biriyim ben, ama madem para her şeyin gerçek ruhu, para sahibi hiç ruhsuz olabilir mi? Üstelik para sahibi en akıllı kişileri de satın alabilir; insan, akıllılardan daha güçlü olunca onlardan daha akıllı olması da gerekmez mi? Ben ki, para sayesinde, insan yüreğinin isteyebileceği her şeyi yapabilirim, bütün insan erdemlerine sahip değil miyim? Bu durumda para benim bütün yeteneksizliklerimi karşıtlarına dönüştürmüyor mu?”
Paranın iğrençliği işte bu noktada başlıyor. Her şeyi karşıtına dönüştürebilecek bir gücün insani olmadığı, bir bakıma gerçekte insanın özlem ve beklentilerine yanıt da olamayacağını gösteren bu değerlendirmeler aslında paranın olmadığı bir ütopyanın da nüvelerine barındırıyor.
150 YILLIK ÇÖZÜM
Gelelim bugüne. Bütün bir yaşamın para üzerine kurgulandığı, insanların böyle düşünmeye yönlendirildiği, dahası kabullenmeyene yaşam şansı bile tanınmayan dünyada, paranın efendilerinin yönettiği-yönlendirdiği bir dünyada yaşıyoruz. ‘Parasızlık’ yol açtığı ‘doğal’ sonuçlar bir tarafa, toplumu geneli tarafından ayıplanan bir durummuş gibi algılanıyor. Ya da tanrının cezalandırma yolu olarak görülüyor; gösteriliyor. Bunun, kaçınılmazlığı; üstelik parası olmayanların ya da az parası olanların bunda zerre kadar sorumlulukları bulunmadığı gözden kaçırılıyor. Bunalıma giren insanlar da tıpkı Orwell’ın kahramanı Comstock gibi nihilist bir yaşama sürükleniyor. Oysa marksizm, bu hastalıkların ilacının komünizm olduğunu; bunun için de kolektif bir mücadeleye ihtiyaç olduğunu 150 yıldır söylüyor. Üstelik bunun öyle propaganda edildiği kadar zor olmadığını da tarih gösteriyor.
PARASIZ GERÇEK BİR YAŞAM İÇİN
Biraz da ütopyalardan bahsedelim. Toplumların sınıflara bölünmüş olmaları dolayısıyla karşı karşıya bırakıldığı sorunlar, yüzyıllardır başta filozoflar olmak üzere pek çok kişiyi geleceğe yönelik öngörülerle ilgilenmeye sevk etmiştir. Hep bir özlem olarak güzellikler, eşitlik, kardeşlik, farklı yaşam biçimleri... Hep insanların ilgisini çekmiştir. Nasıl gerçekleşeceğinden bağımsız olarak gerek düşünce tarihi açısından, gerekse insanlığın ilerlemesi bakımından uzunca bir dönem yararlı olan ütopyalar, o olmayan ülkeler, hep ilgi çekici olmuştur. Taa ki marksizme kadar. Marksizmin, gerek tarihi anlama, yorumlama açısından, gerekse de özlenen geleceği kuracak tarihsel bir özneyi literatüre sokması bakımından ütopyaların sonunu getirdiğini söyleyebiliriz. Bu parayı sanal bir varlık-hiçlik olmaktan çıkaran, emeğiyle onu gerçek bir değer haline getirenlerin; gerçek üretimi yapan ve bunu yaparken emek gücü sömürülen milyarlarca işçinin onu yok edebileceğini, yok etmek zorunda olduğunu bir kez daha söylemekte yarar var. Bunu yapabilecek başka bir potansiyel güç de yok. O zaman, örneklerini her gün gazete ve televizyonlardan okuyup izlediğimiz, parçalanmış yaşamlar, yoksulluklar, eşitsizlikler, baskılar ve tabii parasızlık da son bulacak. Ve galiba bu paranın kullanımdan çıkarılmasıyla mümkün olabilecek. Bu günün, bu yüzyılın ütopyası da bu olsa gerek. Üstelik bunun nasıl yapılacağına dair de insanlığın yeterli bir birikimi var.
TARİHİN YÜKLEDİĞİ SORUMLULUK
“- Bugün yaşadığımız hayat! Hayat değil bu, kokuşmuşluk, hayat içinde hayat!
- Senin yanlışın ne biliyor musun, bütün bunları iyileştirilemez, değiştirilemez olarak görüyorsun. Proletaryanın yönetimi almasından önce bütün bunların olması kaçınılmaz.
- Bana sosyalizmden söz etme.
- Marx’ı okumalısın, Gordon, gerçekten okumalısın. Ancak o zaman bunun sadece bir geçiş dönemi olduğunu anlayacaksın. Sonsuza dek böyle gidemez.
- Gidemez mi diyorsun. Bana öyle geliyor ki böyle gelmiş böyle gidecek.”
Comstock’la karikatürize edilmiş bir sosyalist arasında geçen bu diyalog aslında kitabın özeti ve sonucu olarak değerlendirilebilir. Milyonlarca insanın umutsuzluğunun nedenlerinden biri olan bu geleceksizlik, bu ‘öğretilmiş çaresizlik’, ‘ezeli ve ebedi gerçek’ bugün mücadele edilmesi gereken bir saplantıya dönüşmüş durumda. Ama hiçbir sistem, varlık sonsuza dek değişmeden kalmak bir tarafa bir an bile değişmeden duramaz. Tarihin bize öğrettiği bu gerçek, aynı zamanda tarihin bize yüklediği bir sorumluluktur da...
Son söz... Parayı hiç kullanmadan bir tek gün hayal etmeye ne dersiniz?
Aspidistra, George Orwell, Can Yayınları, 2005
Evrensel'i Takip Et