29 Mart 2015 04:17

Babalar bizi sevmedi hiç…

'Mekanlar kapanabilir, kapatılabilinir ama bizim tiyatroya ve birlikte daha çok başarabilirize olan inancımız hep devam edecek. Beş yıllık sahne deneyiminin artık bendeki karşılığı, bir kaç gurubun bir araya gelip tiyatro için daha elverişli ve işlevsel bir mekanda beraber yaratabilecek sağlıklı ortamı yaratabilmesi fikriyatıdır.'

Paylaş

Berfîn ZENDERLİOĞLU*

Molozlarla kaplı, bardan bozma bir harabeyken Destar bileşenleri ve destekçilerimizle tiyatro sahnesine dönüştürdüğümüz Şermola Performans, öncelikli olarak Destar Tiyatro’nun çalışmalarını daha fazla disiplinize edebilmek, yerleşik bir düzene sahip olabilmek ve oradan seyirciyle buluşabilmek adına açılan alternatif sahnelerden biridir.
Her tiyatrocunun hayalini kurduğu sahne açma fikri, elbette ki bizim de gündemizdeydi. 2010 yılının Nisan ayında faaliyete geçen ve o günden bu yana, hemen hemen her gün farklı guruplarla sahnesini paylaşıp, çeşitli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapan Şermola, kendi teatral sınamalarımızı ve hayalini kurduğumuz oyunları da gerçekleştirdiğimiz bir sahne bizim için. Tabii ki bu hayallerin yanısıra bir yığın resmi işlemler ve maddi anlamda bir sürü teferuatı gerektiren işlemler de sizi bekliyor.
Oyunlarımızı oynamak için açtığımız sahnede her geçen gün işlerin büyümesi; mekan yürütücülüğüne girmek, şirketlerle aynı statüde tutulup yüklü vergiler ödemek, teknik aksaklıkları gidermek, her geçen gün biriken kiraların altında debelenmek mekan açmanın zorluklarıyla yüzleşmemizi sağladı. Öncesinde sürekli turneler yapabilen bir gurup iken mekanı açtıktan sonra biraz da mekana haps olan ve mekana özgün oyunlar yapmak zorunda kalan bir gurup haline geldik. Kendimizdeki iş gücünün parçalanmışlığıyla karşı karşıya kaldık. Yazar mıyım, yönetmen miyim, oyuncu muyum, işletmeci miyim, temizlikçi miyim, teknik eleman mıyım gibi sorular kafanızda dönüp dolaşıyor? Ama öte taraftan da mekanınız yokken karşılaştığınız sıkıntıları hatırlıyorsunuz: “şimdi bu dekorları nereye koyacağız, provayı nerede alacağız, oyun için belirlediğimiz gün oynayacağımız sahneye uyar mı, biz ne zaman oyunculuk çalışmalarına zaman ayırabileceğiz?” gibi endişeler sizi sardıkça ve sorunlar aklınıza geldikçe bir sahneye sahip olmanın kıymetini ve rahatlığını yaşıyorsunuz. O zaman sorun nedir diyesi geliyor insanın? Sorun şu ki bu ülkede kültür-sanat alanıyla ilgili sağlam bir politika yok. Bunun alt yapısının oluşması için gelmiş geçmiş bütün iktidarlar sanat alanında hep ahkam kesmiş, sanatı sürekli elit ve halktan uzak bir bir alan olarak göstermiştir. Türkiye’deki politikacıların çoğunluğu sanattan uzak, bir kez dahi tiyatro izlememiş, günü birlik politikalar üretme kolaylığına kaçmıştır. Yerel yönetimler dahil kendilerine yakın duran gurupları kollayarak siyasi partilerinin  ideolojilerini her şeyin üstünde tutmuş, düzenledikleri festivallere bu gurupları dahil etmiştirler. Çok cüzzi rakamların döndüğü ve ağıza bir parmak bal çalmaktan öteye gidemeyen Kültür Bakanlığı ödenekleri, adaletsiz bir şekilde dağıtılmış, yapılan usülsüzlükleri ispatlasanız dahi bunu sonuca bağlayan adilane bir yapıdan yoksun bırakılmışız. Her şeyden önce yaptığımız işin anayasal güvencesi yok, tiyatro bu ülkede hala meslek olarak görülmüyor bile. İstediğiniz kadar üreten bir konumda olun, sahnenizde her gün oyunlar oynansın, bu oyunlar yeterince seyirciyle buluşsun yine de sahnelerin ayakta kalmasına ve sizin özgürce sanatınızı icra etmenize yeterli değil. Bu ülkede adı konulmayan bir ekonomik kriz ve gittikçe dibe vuran bir orta sınıf var. Bundan dolayıdır ki hem bizlerin ayakta kalabilmesi hem de sahnelerimizin ayakta kalabilmesi için bilet fiyatlarımızı artırmak durumunda kalıyor ve bu da seyirci sayımızın düşmesine neden oluyor. Genel olarak bir çok ülkede kültür-sanat politikasına dair farklı farklı modeler işletiliyor. Tiyatroya devlet bütçesinden önemli bir yüzdelik ayırılıyor, ticari alan olarak görülmüyor ve destekleniyor. Şirketlerin sponsorluğu ve çeşitli kurumların fonlarıyla da bu sistem daha da güçlendiriliyor. Biz ise tiyatro alanında her şeyi seyircimizin desteği ve kendi olanaklarımızla halletmeye çalışıyor ve bu sorunlar içerisinde artık gittikçe köreliyoruz. Rahat nefes alabildiğimiz, sözümüzü söylediğimiz, ruh sağlığımızı koruyabilmemiz için var etmeye çalıştığımız tiyatro sahneleri her geçen gün ya kentsel dönüşüm kurbanı oluyor ya da ekonomik imkansızlıklardan kaynaklı kapanmayla karşı karşıya geliyor. Görünen o ki uzun sürecek bir maraton bu. Bu maratonda artık birlikte hareket edip sanatsal mecraların desteklenmesi ve güvenceye alınması ile ilgili sağlam argümanlarımız ve önerilerimizle hakkımızı alabilmek için Kültür Bakanlığı’nın kapısını çalabilmeliyiz. Mekanlar kapanabilir, kapatılabilinir ama bizim tiyatroya ve birlikte daha çok başarabilirize olan inancımız hep devam edecek. Beş yıllık sahne deneyiminin artık bendeki karşılığı, bir kaç gurubun bir araya gelip tiyatro için daha elverişli ve işlevsel bir mekanda beraber yaratabilecek  sağlıklı ortamı yaratabilmesi fikriyatıdır. Böylelikle çok fazla parçalanmadan, enerjimizi daha doğru kullanabileceğimiz yaratıcı alanlarımızda kendimizi daha güçlü var edebiliriz diye düşünüyorum.   

*Şermola Performans

Oyuncu / Yönetmen / Oyun Yazarı

ÖNCEKİ HABER

Daha kim bilir neler bekliyor bizi bu basamaklarda!

SONRAKİ HABER

Korktuğunuz bir sokakta varolabilmek!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa