Bir ses, bir alkış olsun yeter!
Alternatif sahnelerin yaşadığı sorunların özü politiktir. Elbette ki kültürel altyapı eksikliği, uzun yıllardır televizyon ve diğer kitle iletişim araçları yoluyla pompalanan “ortalama zevkler”, hatta coğrafik konum bile bu sorunlara sebep olan etkenlerin içinde sayılabilir fakat öz, ne olursa olsun politiktir.
Tiyatro D22*
Öncelikle bir ülkede, kültürün herhangi bir alanında yaşanan problemleri değerlendirirken, bu alanı diğerlerinden soyutlayarak ele almanın çok da doğru olmadığı kanaatindeyiz. D22 olarak gerek topluma, sanata bakışımız, gerekse daha geniş anlamda ‘’dünya görüşümüz’’ hiçbir sonucun- bu sonuç özellikse sanat gibi toplumun tam da içinde hayat bulan bir kavramla ilgiliyse- tek bir sebebi olamayacağı yönündedir. Bu açıdan baktığımızda ‘’Alternatif Tiyatronun-Sahnelerin sorunları’’ gibi bir başlığın toplum hayatında maruz kaldığımız diğer sorunlardan ayrı değerlendirilmesi mümkün gözükmemektedir.
Peki Türkiye özelinde nedir bu sorunlar; mesela günden güne, devlet eliyle açıkça uygulanan gericileştirme hamlesini ilk sıraya koyabiliriz şüphesiz. Aydınlığın, seküler yaşama dair edinilmiş bütün kazanımların, popüler söylemle ‘’Hayat Tarzları’’nın hiçe sayıldığı, daha da önemlisi, kendinden olmayanların önce aşağılama, sonra tehdit ve cezalandırma yoluyla dışlandığı, bastırıldığı bir politik iklim içerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Sanatı ve sanatçıyı direkt olarak ‘’Topluma uzak’’ ‘’elitist’’ gibi yaftalarla hor gören anlayış, bu tür söylemlerini kendi tabanına çekinmeden yayarak, sanatçıyı daha baştan ‘’ bizden olmayan’’ konumuna itmektedir. Esasında yapısı gereği iktidar mekanizması her halükarda bunu yapmalıdır. Sadece bu coğrafyanın değil, dünyanın tarihi bize gerçek sanat ile iktidarın uzlaşmaz, uzlamaşamaz -iyi ki böyle- düşman kardeşler olduğunu göstermektedir. Bizim D22 olarak bu ‘’düşmanlığın’’ hangi tarafında durduğumuz açıktır, ancak bizden daha önemli olan, halk kitlelerinin bu uzlaşmazlığa bakış açısıdır. Son on üç yılda sistemli bir şekilde dönüştürülmeye çalışılan tam da budur çünkü. Bir bakıma bu dönüştürme çabasının, diğer bir çok alanda olduğu gibi başarıya ulaştığını söyleyebiliriz. Bugün toplumun’’ mesleği sanatın bir dalı olmayan bireyleri’’ herhangi bir kültürel aktivitenin ihtiyaç değil lüks olduğunu düşünmektedir. Elbette toplumun tamamını kapsayan bir genellemede bulunamayız, fakat somut örnekleriyle gördüğümüz sonuç budur. Örnekse bir hafta sonu bir konsere giden bir seyirci ertesi hafta başka bir kültürel aktiviteyi fazla, lüks, gereksiz bulmaktadır. Bunun kanıtını diğer kültürel alanlardaki festivallerin yapıldığı zamanlarda tiyatrolardaki seyirci azalmasında görebiliriz. Esas itibariyle sorunun temeli tamda budur. Sanatın, kültürün ihtiyaç değil, lüks olarak görülmesi.
Buraya kadar yazılanlardan, toplumsal konumu, sınıfı ne olursa olsun herkes her hafta tiyatroya gitmelidir gibi basit ve çok uzun zamandır söylenegelmiş klişe söylemler çıkarılmasın. Tam tersine, ne yönde adımlar atılırsa atılsın var olan toplumsal ve ekonomik düzen kökten değiştirilmedikçe atılan her adımın geçici bir çözüm olacağı kanaatindeyiz. Bu toplumsal ve ekonomik düzen kendi büyük ve küçük krizlerini, eşitsizliğini, vahşetini her daim içinde taşır, çeşitli zaman aralıklarıyla da bireylere hissettirir, yaşatır. Meseleye buradan baktığımızda hem bu düzene tabi hem de düzenin karşıtı- muhalifi olan tiyatroların hayatlarına sorunsuz devam etmeleri pek de mümkün değildir. Ancak son dönemde, bizim de içinde bulunduğumuz alternatif sahneler düzleminde bu sorunlar, onlara rağmen yürünebilecek sınırı aşmış, tamamen engelleyici, hatta üretmeyi imkansız hale getirecek bir boyuta ulaşmıştır. Öyle ki bir çok alternatif sahne kapanmanın, yok olmanın eşiğindedir. Bu süreci ağırlıklı olarak alternatif sahnelerin yaşaması ise bu sahnelerin son yıllarda sanat ortamındaki – gerçek muhalefeti temsil ediyor olmasındandır. Baktığımızda eşitsizliğe, gericileşmeye, planlı sığlaştırılmaya karşı direnen, sözünü sakınmayan, çığlık atanlar bu sahnelerdir. Üstelik tehlikeli görülmeleri ve dışlanmaları için çok daha geçerli bir sebep vardır. Tiyatro yapmak, sözlerini söylemek için kadife perdelere, rahat koltuklara ihtiyaç duymazlar. Seyircilerini bu hale, duruma alıştırırlar.
Başa dönecek olursak – alternatif sahnelerin yaşadığı sorunların özü politiktir. Elbette ki kültürel altyapı eksikliği, uzun yıllardır televizyon ve diğer kitle iletişim araçları yoluyla pompalanan “ortalama zevkler”, hatta coğrafik konum bile bu sorunlara sebep olan etkenlerin içinde sayılabilir fakat öz, ne olursa olsun politiktir. Sanata karşı bir hamle vardır ve bu hamle sanat, özellikle de tiyatro izleyicisini belli bir sayıda ( 5-10 bin arası) tutmayı başarmıştır. En basit şekilde anlatmak gerekirse tiyatronun, bilhassa 50-60 kişilik salonlarda üretim yapan alternatif tiyatroların yaşaması için gerekli olan şey seyircidir. Bugün alternatif tiyatrolar bütün politik koşullar kendilerine karşı da olsa oyunlarını dolu salonlara oynasalar direnme güçleri çok daha fazla, ayakta kalma oranları çok daha yüksek olur.
Üstelik daha da yüzeye gelecek olursak maddi koşullar sonsuz ağırlıkta bir yük bindirmektedir alternatif sahnelerin üzerine. Fahiş kira, elektrik, vergi oranları bu ağırlığı gün geçtikçe arttırmakta ve zaten az kişiye oynayan sahneler üstüne bir de dolmayınca nihai sonuç kaçınılmaz olmaktadır. Ancak unutmamamız gereken şu var ki, alternatif sahnelerde üretim yapmaya çalışan bizler, yirmili yaşlarını süren ve hayalleri amaçları olan insanlarız. Bunu bir romantizm, duygu sömürüsü bağlamında söylemiyoruz. Ancak hayalleri olan insanlar olmanın manevi yanı, aydınlığı, masalı çürütülen bu ülkede çok önemli olduğu kanısındayız. Bu hayallerimizi gerçekleştirmek, hikayelerimizi anlatmak için çaba ve direnç göstermeye de her daim hazırız. Ancak bu yükler taşınamaz boyuta geldiğinde birkaç yıldır ilmik ilmik işlenerek kurulan bu muhalif kale de çökecek ve aydınlık iyice sahipsiz kalacaktır.
Bütün bunların sonunda D22 olarak biz şunu söylemek isteriz ki, umutsuz değiliz! Diyalektiğin işleyeceğine, gece ne kadar uzun da olsa güneşin mutlak doğacağına, insanın kaderinin insan olduğuna sarsılmaz bir güçle inanıyoruz. Bütün halkımızı karanlığa, gericileşmeye, sömürüye karşı direnmeye alternatif sahnelerde bir ses bir alkış olmaya davet ediyoruz. Güzel günler muhakkak ki yakındır!
*Emir Çubukçu, Berkay Ateş ve Can Kulan