Taht oyununa aşağıdan müdahale
İlk dört sezon boyunca tanıttıkları karakterlerden hayatta kalanlarını dizinin geçtiği dünyanın farklı köşelerine savuran, bir yandan da her sezon yeni coğrafyaları öyküye katan Taht Oyunları, bu sezondan itibaren karakterlerini yeniden bir araya getirmeye başlıyor.
Kıvanç Yiğit MISIRLI
George R. R. Martin’in Buz ve Ateş’in Şarkısı üst başlıklı romanlarından uyarlanan Taht Oyunları 12 Nisan’da beşinci sezonuyla ekranlara geliyor. Gerek fragmanlardan, gerekse yürütücü yapımcıların röportajlarından anladığımız kadarıyla bu sezondan itibaren dizi, romanlardan net bir biçimde ayrışmaya başlıyor. Nitekim ilk dört sezon boyunca kaba hatlarıyla serideki ilk üç romanı takip eden dizi için, kronolojik olarak değil de, coğrafyaya göre bölünmüş dördüncü ve beşinci romanlar lojistik bir sorun teşkil ettiği kadar Martin’in daha yazmadığı kimi öyküleri de ekranlara taşıma zorunluluğunu getiriyor.
İlk dört sezon boyunca tanıttıkları karakterlerden hayatta kalanlarını dizinin geçtiği dünyanın farklı köşelerine savuran, bir yandan da her sezon yeni coğrafyaları öyküye katan Taht Oyunları, bu sezondan itibaren karakterlerini yeniden bir araya getirmeye başlıyor. Fragmanlar, Lord Varys ile Tyrion Lannister’ı denizin ötesine, Danerys Targaryen’in yanına yollarken, Jaime Lannister ve Bronn izleyicinin Westeros’taki Endülüs muadili Dorne’a girişini sağlıyor. Bu durum romanların okurları açısından haritalanmamış bölgelere girmek demek. Rol çağrıları ve röportaj videolarından gördüğümüz kadarıyla, Dorne’un varisi ve romanların önemli karakterlerinden biri Arienne Martell dizide hiç görünmeyecek. Son romanlarda giderek rolü genişleyen, Martin’in halen yazmakta olduğu The Winds of Winter (Kış Rüzgarları) isimli kitapta bir bakış açısı karakteri olduğunu bildiğimiz Arienne’in öyküdeki payı, dördüncü sezonda tanıtıldığı gibi öldürülen Oberyn Martell’in kızları arasında bölüştürülecek gibi görünüyor. Haliyle öykünün “Son güçlü kadınlarından” birinin bu biçimde tasfiyesi kimi temsil sorunlarını da beraberinde getirmeye açık. Nitekim hatırlatalım, toplumsal cinsiyet ve ırk meseleleri, gerek roman serisinin gerekse dizinin yumuşak karnı olmayı hiç bırakmadı.
Tam bu noktada en son bıraktığımızda ortalama bir “Batılı” sömürgecinin en ateşli işgal fantezilerini gerçekleştirmekte olan Daenerys Targaryen, doğulu halklara özgürlük taşımakta ve bunun karşılığında halkların sırtında sörf yapmaktaydı. Fragmanlardan anladığımız kadarıyla, romanlarla uyumlu bir biçimde, beşinci sezon boyunca Ejderhaların Annesi tepeden devrim kavramının oksimoronluğuyla yüzleşiyor. Kurulu bir sömürü rejiminin beyaz adamın eliyle, tercihen de kılıcıyla bozulamayacağı neyse ki Martin’in romanlarda üstünde durduğu bir noktaydı. Yürütücü yapımcılar D.B. Weiss ve David Benioff, Daenerys’in öyküsünü bu hat üzerinde yürütecek gibi gözüküyor.
Önceki sezonda Beş Kral Savaşı’nın ardından feodal, erken modern Avrupa görünümlü Westeros’un lordlarının müesses nizamı yeniden inşa etme çabaları sezonun en incelikli alt öyküsüydü. Arya ile Tazı’nın kişisel yolculukları, savaşın kırsal üzerindeki maliyetini, isteyerek ya da bilinçdışı olarak, ortaya koymaktaydı. Daha ikinci sezondan itibaren rahatsızlıklarının ipuçlarını gördüğümüz kentli yoksullar ise Kral Şehri’ndeki öykünün merkezinde olacak. Kral’ın Eli Tywin Lannister ile Fısıltıların Efendisi Varys’in farklı biçimlerde başkenti terk edişi sonucu ortaya çıkan iktidar boşluğunda yükselen yoksulların muhalefeti, dini bir vehçe ile hem başkentte hem de Menzil’de kendini gösterecek. Brazil ile hatırlamayı sevdiğimiz Jonathan Pryce’ın canlandırdığı dini lider Yüce Serçe’nin etrafında, Yedi İnancı’nın militan ve Lutherci bir yorumu olarak karikatürize edebileceğimiz bu hareket gücünü yoksul köylüler ve kent evsizlerinden aldığı gibi, savaşın yıprattığı düşük statülü lordları da içermesiyle oynanan taht oyununa aşağıdan ve reaksiyoner bir halk müdahalesini anlatması yönüyle dikkat çekmekte.