5 Nisan 2015 11:02
/
Güncelleme: 6 Nisan 2015 04:10

'Sadece güzel şarkı söyleyen kız olmak istemiyorum'

Çok köklü bir geçmişten geliyoruz, fakat ciddi kırılmalar yaşadık. O kadar kendi kendimize halledemez, yapamaz olduk ki, o kadar büyük bir kendine güven sorunu yaşadık ki... Batıda kim ne yapıyor derken şimdi bir bakıyoruz Batı, Doğuyu izler hale gelmiş. Doğudan beslenmeye çalışıyor, çünkü tüketti kendini. “Biz de dönelim” dedik böyle olunca. Çok utanç verici aslında bu olan biten.

'Sadece güzel şarkı söyleyen kız olmak istemiyorum'

Devrim ACAROĞLU

Türk Müziği ile arasındaki köprüleri İncesaz ile atan tek kişi ben değilimdir, bundan eminim. İncesaz’ın alametifarikalarından biri Türk Müziğinin sadece arşivlik bir müzik değil, şu anda yaşadığımız dünyada varolabilen bir müzik olduğunu hissettirmiş olması idiyse diğeri de Dilek Türkan’ın sesiydi. Türkan’ın sesini neye benzetsem lüzumsuz yere yeterince kullanılmış ve çoktan anlamsızlaşmış olacak; billur, taş plak, bülbül... O ses demek kafi sanırım, o şarkılara ait olan ses, o sese ait olan şarkıları söylüyordu işte. Hâlâ duymayan kaldıysa Dilek Türkan’ın bir süredir İncesaz’da yer almadığını söyleyelim. Yeni albümü ‘Suya Söyledim’ vesilesiyle bir araya geldik kendisiyle. Albümün yarısı Dilek Türkan’dan dinlenmek istenen şarkılardan diğer yarısı Türkan’ın “söylemezsem olmaz” dediklerinden oluşuyor. Dinleyicilerinin karşısına “bu benim müziğim” diyeceği gelecek albümünü daha çok konuştuk galiba, bir de Türk Müziğinin halini ahvalini.

Neredeyse sadece sesini tanıdığımız bir müzisyensiniz. Pek az röportajınız var. Yeni albümünüz ‘Suya Söyledim’in albüm kapağında uzunca sayılabilecek bir anlatım var. Bir sohbet başlangıcı gibi...  
Haklısınız. Bir önceki albümde başka bir noktadaydım. Çok kapalı yaşıyordum. Kendim tercih etmiştim onu. Her yerden röportaj talebi geliyordu, ben gitmek istemiyordum. Sesimi duysunlar ama yüzümü bilmelerine gerek yok diye düşünüyordum. Ama bir yerde tıkandım. Konser için salona girerken, “bir dakika hanımefendi burada konser var” uyarısıyla bile karşılaşınca...

Yok artık...
Defalarca yaşadım bunu. “Benim konserim bu” dedim ve girdim. Dert etmedim, zevk alıyordum bundan. Güzeldi. Sonra sonra rahatsız olmaya başladım. Çünkü Türkiye’de ne kadar bilinir olursanız o kadar değer görüyorsunuz ve o kadar ilerliyorsunuz. Madem bu işi yapıyorum neden gizleniyorum diye düşündüm. Ben bu müzikle sokakta yürüyemez hale gelemem ki zaten. Hep müziğe konsantre oldum bu güne kadar. Sosyal medyada “galiba çok çirkin biri, ondan yüzünü saklıyor” yorumu dahi yapıldı. “Galiba yaşlı ama sesi çok genç görünüyor” hatta. Ama şimdi kendimi anlatmam, yüzümü de göstermem gerektiğine karar verdim. Çok janjanlı bir pakette sunulmaya da gelemem tabii ama şu anda olup bitenden memnunum. Kendimi doğru ifade edebildiğime inanıyorum.
Türk Müziği icracısı profili diye bir şey var. Hatta Türk Sanat Müziği denilen şeye ait bir şeydir  daha çok... Siz bu modele hiç uymuyorsunuz.  Belki kendi konserinize alınmamanızın nedeni de budur. Bu kadar mütevazı bir Türk Müzikçi beklemiyordur güvenlik görevlisi de. Onlar başka türlü giyinir, başka türlü durur, Divadırlar, baştan ayağa kibirdirler falan.
Türk Müziği çok naif, çok derin bir müzik. Türk Müziğine bu kadar gönlünüzü kaptırıp onun dışında bambaşka bir hayat yaşayamazsınız. İçsel bir şeyden bahsediyorum, tatile gidemezsiniz ya da bir çılgınlık yapamazsınız demeye çalışmıyorum. Derinlik ve naiflik gelenek olarak içinize işler. Klasik Türk Müziği terbiyesinin insana kazandırdığı budur. En önemli şairlerimizin dizelerinin üzerine yazılan o melodiler size başka duygular çağrıştırır. Edebiyatı, felsefesi, şiiri, resmi... Koca bir külliyatı anlamak uğruna derinleştikten sonra kibirli bir hayat yaşayamazsınız. Burada sorun klasik müziği anlayamamak. Onlar, anlamamaları bir tarafa tarzları ve tavırlarıyla bir ekol oldular.

Türk Müziği okuyorsa bu şekilde davranmalıdır oldu, mütevazılık bu davranışlar arsında değil tabii...
Türk Müziği ile uğraşıyorsa mütevazı olmalıdır demiyorum bakın, zaten mütevazı olur diyorum. Başka türlü olamaz. Müziği keşfetmek yerine o rol modellere  özenilince ortak bir tarza dönüşmüş bu. Halktan bir paye de kazanmış bu maalesef. İnanın iki kişinin yarattığı bir anlayıştan bahsediyoruz aslında. Onlar da nasıl çıkmışsa çıkmış bu dünyadan. İki kişinin başarabileceği bir şey olmaz tabii üzerine giderseniz, bir ülke meselesidir bu. Artık o dönem ne yaşandıysa, insanlar bu modellere ihtiyaç duymuş. İki kişinin etrafında büyüyen koca bir halka haline geldi.

Madem sevilen, özenilen, beklenilen bu... Siz neye güvendiniz de başka bir yol çizdiniz?
Benim güvendiğim şey öncelikle aldığım eğitim. Diğer yandan ben bu müziği yapmayı çok sevdim. Modernize etmeyi de sevdim ama bir yandan Klasik Türk Müziğini seslendirmekten de büyük haz duydum. Hem onu bu kadar sevip hem de onu modern bir müziğin içine adapte etmek beni çok tatmin etti. İdealistlikle yapılan bir şeyden bahsetmiyorum. Bu çok hoşuma gitti. O kadar. Tango söylemeyi denedim o da çok hoşuma gitti. Sonra bir baktım arkadan bir sürü insan geliyor. Bana şu anda güven veren o. Ben kendime olan güvenle ve kendimi tatmin etmek için başladığım bu yolda büyüyen bir halkayla takip edenlerin güvenini kazandım. Bir de geçmişe dönük klasik terbiyenin verdiği güven var. O da önemli. O bilgi olmasa dik duramazsınız. Altyapı güçlü olduğunda yıkılmanız güçleşiyor. Bu müziği anlamadığınızda, yetersiz olduğunuzda Türk Sanat Müziği diye bir akım geliştiriyorsunuz mesela. Müziğin bir suçu yok burada. Kişilerin işi. Sanat Müziği diye bir şey yok. Sanat olan müziğin kendisi  zaten. Türk Halk Müziği ile Klasik Türk Müziğinin ayrımı için birilerinin uydurduğu bir tabirdi. Umarım zamanlar unutulur. İnsanlar doğrudan, güzelden yana olacaklardır diye düşünüyorum. Klasik Türk Müziği hiçbir zaman pop müzikle karşılaştırılamaz ayrıca. Gereği kadar olmalı, gereği kadar takip edilmeli. Tüm halktan dinlemesini isteyemezsiniz.

Batı klasik müziği de öyledir... Herkes dinlemez...
Ama herkes bilir. Dede Efendi’yi, Itri’yi biliyor olması gerekir bu ülkede yaşayan birinin de. Onlarla yatıp kalkması gerekmiyor. Bu bir eğitim meselesi tabii. Öte yandan Klasik Türk Müziği Avrupa’da o kadar çok ilgi görüyor ki. Türkiye’de Modern Türk Müziği yorumları Avrupa’da ise Klasik Türk Müziği ilgi görüyor. Durum bu...

DOĞULU OLMAKTAN UTANDIK
Bir üniversiteye konser vermenize izin çıkmadığını, gerekçenin de “Türk Müziği konseri vermiyoruz” olduğunu biliyorum. Kendi müziğini bir dönem kendi radyolarında yasaklamış bir ülke burası. Binlerce yıllık müzikal birikim benimle yaşıt bir konservatuara sahip. Batılı olmadığımıza delil gösterilebilir diye mi yasakladık müziğimizi acaba?

Utandık, Doğulu olmaktan, böylesine köklü ve farklı bir müziğe sahip olmaktan utandık. Allahtan Batı Doğu’ya yöneldi ve Doğudan etkilenmeye başladı da şimdi işler değişti.

Oysa Serdar Ortaç’ımıza özenmeliydi Batı, değil mi?
Bu maalesef bizim çok ciddi bir sorunumuz. Çok köklü bir geçmişten geliyoruz, fakat ciddi kırılmalar yaşadık. O kadar kendi kendimize halledemez, yapamaz olduk ki, o kadar büyük bir kendine güven sorunu yaşadık ki... Batıda kim ne yapıyor derken şimdi bir bakıyoruz Batı, Doğuyu izler hale gelmiş. Doğudan beslenmeye çalışıyor, çünkü tüketti kendini. “Biz de dönelim” dedik böyle olunca. Çok utanç verici aslında bu olan biten. Bundan sanatla sıyrılabiliriz, başka yol yok. Sanat da kurtarmaz dediğimiz oluyor tabii, büyük hayal kırıklıkları yaşıyoruz ama  olumlu düşünmek lazım.

Batıcılar ile Klasik Türk müzikçiler evvel ahir kavgalıdırlar bizde. Bu kavga biter mi böyle olunca?
Erol Günaydınlar, Cemal Reşit Reyler... hepsi tiyatroyla, resimle, heykelle, sanatla bir aradaydılar... Bir dost meclisindeydiler. Türk Müzikçi enstrümanını çalarken onu en önden dinleyen en Batıcı olurdu. Bu dönem de yaşandı ama maalesef tekrar kırıldı. Ama kavga etmeyecek artık, aynı yolda yürüyecekler diye düşünüyorum. Albümüm piyasaya çıktığında Türk Müziği camiasından da, Halk Müziği, Batı Müziği camiasından da dönüş aldım. Operacı bir arkadaşım arayıp tebrik etti. Bunu görmek beni çok mutlu ediyor. Fazıl Say’ın ‘Yeni Şarkılar’ albümü çığır açacak bir albüm. Ben Fazıl Say’ın albümünü hayranlıkla dinlerken o da Türk Müziğinde ne olduğunu takip ediyor. Bu büyük bir aşamadır. Bir yerden başlamalıydı. Birileri doğru adım atmalıydı. Belki çok kişisel yaklaşıyorum, belki fotoğrafın tamamını göremiyorum ama  buna inanmak istiyorum.  

İÇİME DOĞRU BİR DÜNYA AÇILDI
‘Aşk Mevsimi’ sonrasında artık kendi müziğinizi yapacağınızı söylüyordunuz. ‘Suya Söyledim’ sizin müziğiniz mi?

Değil. Bu albüm benim artık kendimi ifade edeceğimin habercisi bir ara albüm. Bir grup çalışmasında yer aldım uzun bir süre. Kendi yapmak istediklerimi hep öteledim. Kendi müziğiniz demek, eser ortaya çıkarmak, söz yazmak, oyun yazmak, şiir yazmaktır. Ben sanatın içinde sadece güzel şarkı söyleyen bir kız olarak var olmak istemiyorum. O beni tatmin etmemeye başladı. Çok şey birikti içimde. İçime doğru bir dünya açıldı. Üzerinde çalıştığım üç proje var şu anda.

Kendi söz ve besteleriniz mi olacak yani?
Benim bestelerim olmayabilir. Söz yazıyorum, beste de yapıyorum. Ama şu anda söyleyebileceğim hepsi yeni şarkılar olacak. Sıfır şarkılardan oluşacak bir albümü uzun zamandır düşünüyorum ve üzerinde çalışıyorum. Aslında iki albüm aynı anda ilerledi. Ama beş yıl önce çıkardığım bir albüm vardı ve o kadar vaktim yoktu. Müzikal olarak yalnız başıma ilerlediğim bir dönemdi ve  müziği bırakmış olma ihtimalim hep konuşuldu.

“Nerde bu kadın” dendi...
Evet... Fakat ben o kadar çok üretmeye başlamıştım ki bunları sunacağım zaman uzun bir zaman. Ben de bir geçiş albümü çıkardım. Müzikli bir oyun yazıyorum, eser yapıyorum. Zaman veremiyorum çünkü zaman verince hep mahcup oldum. Bu albüm de bir yıl önce hazırdı. Bu albümle müziğe devam ediyorum, çalışıyorum, bu da onun kanıtı demiş oldum. ‘Suya Söyledim’in yarısı benden dinlenmek istenen şarkılardan oluşuyor. O da bir minnet duygusuyla oldu. Konserlerimi takip edenler hep “bu şarkı neden albümde yok, şu neden yok” diyordu. Fikrimin İnce Gülü, Bana Bir Aşk Masalı Anlat, Sensiz, Geçtiğim Günler, Bir Ömürlük Misafir, yani albümün yarısı bu eserlerden oluştu. Diğerleri de benim kendimi doyurabilmem adına konan eserler, benim istediklerim. Ve yeni gelecek albümün bir sinyali. Artık davulun, gitarın dahil olduğu bir dünyanın içine giriyorum. Ama bunları yaparken hep bir korku var. “Eyvah bizim beğendiğimiz müzik gitti, ne kadar güzeldi” denmesi. Güzeldi ama aynı şeyi tekrar etmek ne kadar güzel. Siz onu evinizde açıp dinliyorsunuz, ben onunla birlikte yaşıyorum. Beş yıldır aynı şarkıyı söylüyorum. Artık aynı şarkıyı söylemek istemiyorum. Bu hep olmuştur, şarkılar sanatçıların önüne geçer. Bunu istemiyorum. Mazi Kalbimde tangosunu herkes biliyor, Dilek Türkan’dan daha çok biliyor. Ama benim de anlatmak istediğim şeyler var.

KEMENÇEYLE İÇ İÇE GEÇEN BİR İNSAN SESİ HAYAL EDİYORUM
Türk Müziği çok formal bir müziktir, normal olarak. Ama taksimler de vardır, o form içinde doğaçlamak, özgürleşmek de mümkündür. Enstrüman bunu yapar. Ama solist yapmaz. O yapması gerekeni yapar. Neden daha özgür bir vokal düşünülmez. Diğerlerini bilmem ama Dilek Türkan neden yapmaz bunu?

Ben hemen söyleyeyim nedenini; özgüven sorunu. Üstelik  bunu yapmak kolay da değil, eğitim eksiği de var. Bir enstrüman sanatçısının aldığı eğitimle, solistin eğitimi farklı. Aslında aynı olmalı bence. Enstrüman da şarkıcının aldığı eğitimi almalı, bir farkı yok ki şarkıcıdan. Türk Müziği hep gelenekle gelmiş. Belli kalıplar var, o terbiyeyle geliyorsunuz. Sınırları bir yere kadar aşabiliyorsunuz ki ben belli ölçüde aştığımı düşünüyorum. Bu müziğin içinde hep aykırı biri oldum ama yapılacak çok şey var. Ve şu andaki hedefim tam sizin dediğiniz nokta. Yeni albümümde bu sınırı aşmak istiyorum. Doğaçlama yapmak, sesimi hoyratça kullanabilmek istiyorum müziğimde. Bu kolay değil. Ben kontrollü biriyim. Adım adım yürüyebilirim oraya, bir anda değil. Kemençeyle iç içe geçmiş bir insan sesi hayal ediyorum mesela,birbirinden ayrılamayacak bir iç içelik. Sesin tam anlamıyla özgürce akması. O kadar güzel bir noktaya değindiniz ki çok teşekkür ederim.

DEDE EFENDİ’NİN YAPTIĞINI YAPAMAYIZ
Bir röportajınızı gördüm, başlığına “Türk Müziği bir dönem müziğiydi, bitti” cümlesini çıkarmışlar. Böyle mi düşünüyorsunuz gerçekten?

Bir kelimeyi kaldırdığınızda ifade değişiyor maalesef. Klasik Türk Müziği asla bitemez, bunu iddia etmek çok gülünç olur. O cümle şöyle olmalıydı; Klasik Türk Müziği eser üretimi bitmiştir. Siz bugün Dede Efendi ile yan yana anılacak bir eser ortaya çıkaramazsınız. Çünkü dönem o dönem değil, dil aynı değil, yaşanılan hayat öyle değil. Aynı ses düzeneğinde, Osmanlıca kullanarak bir şey yaparsınız ama benzerini yaratmış olursunuz en iyi ihtimalle. Türk Müziği icrası devam edecektir tabii. Bugünden klasik eser yaratmayı bırakın Neoklasik dönemde bile yapılamadı, Munir Nurettin Selçuk da öyle yapmadı. Sadettin Kaynak’ın yaptıkları benzedi mi Dede Efendi’ye. Biz bugünün müziğini yapabiliriz. O da Modern Türk Müziğidir. Elinizde tuttuğunuz albüm Klasik Türk Müziği mi, değil. Peki hiçbir şey yok mu Klasik Müziğimizden, tabii ki var. Benim gırtlağımda var Türk Müziği, tınımda var. Onu söküp atamam ki. ‘Sevmek seni bir suç ise’yi ister caz yapın ister rock, hangi altyapıyla icra ederseniz edin, o Türk müziğidir, bunu silemezsiniz.

Evrensel'i Takip Et