Bir kadın niye susar? Ve nasıl konuşur?
Hep susuyordu... Kendi kendime “Niye konuşsun ki” dedim. Her konuştuğunda dayak yemiş, hakarete uğramış, iftira atılmış. Hayata, sevgiye, aile olmaya, aşka karşı güven duygusunu kaybetmiş. Hiçbir kadının hayata, aşka, sevgiye, kendine güvenini kaybetmesine izin vermemeliyiz.
Adile DOĞAN
Mahallemizde dernekten kadın arkadaşlarla düzenli olarak ev ziyaretleri gerçekleştiriyoruz. Önce dernekte kadınlarla buluşup kimlere gideceğimize karar veriyoruz. Yine dernekten arkadaşlarla bir ev ziyareti için yola çıktık. Yürürken Gül ablamız, “Eşinden gördüğü şiddete dayanamamış baba evine dönmüş genç bir kadın var. Bu akşam onları ziyaret edelim. Yoksul bir aile, kadının kocası da belalı biriymiş, bu ailenin bize ihtiyacı olabilir” deyince planımız değişti. Dört arkadaş bahsedilen evin yolunu tutuk. Aile bizi içeri davet etti. Karşımızda Gül ablanın dediği gibi yoksul ve emekçi bir aile vardı. Tanışma faslından sonra “Biz dayanışma elimizi uzatmaya geldik. Kadına yönelik şiddetin karşısında birlikte durmalıyız, çözümler aramalıyız” diyerek sohbete başladık.
ŞİDDET, TEHDİT, BASKI
Bir şey çok dikkatimi çekmişti o zaman, şiddete uğramış kadın arkadaş hiç konuşmuyordu. Ben bir iki konuşturmaya çalıştıysam da olmadı; hep annesi anlattı. Kızının neler yaşadığını, neler çektiğini, nasıl evden kovulduğunu, damadı olacak adamın sürekli kapıya dayandığını, tehditlerde bulunduğunu...
Genç kadının henüz bir buçuk yaşında bir çocuğu vardı ve yeniden hamile kalmıştı. Yakın zamanda doğum yapacaktı. Aile kendi imkânlarıyla boşanma davası açmış ama gerisi yok; bekliyorlar. Sohbetin ardından telefon numaralarımızı verip, derneğe davet ettik. Yolda yürürken uzun süre hiçbirimiz konuşamadık; yutkunmakla uğraşıyorduk.
Duyduklarımız yine bizi incitmiş, üzmüştü. Neden biz kadınlar bu kadar şiddette maruz kalıyorduk? Söylene söylene grevde olan başka bir işçi kadının evine gittik. Az önce yaptığımız ev ziyaretinden bahsettik. İşçi arkadaşımıza durumu paylaşınca “Ben bu aileyi tanıyorum, yıllarca komşuluk yaptım. Ne yapacaksanız benim de haberim olsun” dedi. Saat epey ilerlemişti, ertesi gün tekrar buluşmak üzere evlerimize dağıldık. O gece hiçbirimizin uyuyamadığına eminim, ne yapabiliriz diye çözüm arayıp durduk kafamızda.
Bu görüşmeden sonra ne şiddete uğrayan kadın arkadaşımız ne de ailesi bizi aradı. Ama biz yine de bir dernek üyemiz üzerinden haber almaya çalışıyorduk. Kocasının kulağına gitmesinden korktukları için ya da bizi tam tanımadıkları için iletişime geçmemişlerdi. Bu nedenle biz de zorlamadık; niyetimiz bir kadın cinayetinin önüne geçmekti. Daha önce mahallemizde yaşayan bir kadını uğradığı şiddetten dayanışmayla kurtarmıştık.
POLİS: YETKİMİZ YOK
Aradan bir, bir buçuk ay gibi bir zaman geçti. Gül abla telefonla aradığında sesi çok telaşlıydı. Hızlı hızlı olayı anlatmaya çalışıyordu. “Çabuk gel bebeği kaçırmışlar. Bu haberin üzerine apar topar evden çıktım. Dernekte kadınlar ile buluştuk. Onlara “Gül abla ile evine gittiğimiz kadın doğum yapmış. Henüz iki gün olmuş, kocası gelip bebeği kaçırmış” dedim.
Bunun üzerine hemen hep beraber karakola gittik; aile de oradaydı. Polis karakolunun içine bile giremedik. Polis “Biz bir şey yapamayız. Babasıdır çocuğunu görmeye hakkı var” dedi. Elini cebinden bile çıkarmayan polise bu adamın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya çalıştık. “Lohusa bir kadını bu hale getiren, bu soğukta daha iki günlük bir bebeği kaçırmanın neresinin hak olduğunu” sorduk. Ama polisin cevabı “Bizim yetkimiz yok” oldu. Polisin savcıyı aradığını mahkeme kararı olmadan bir şey yapamayacağını söylemesi üzerine biraz tartıştık. O arada kadın arkadaşımızın “Ama bebeğim çok acıkmıştır” diyerek ağlaması aklımdan çıkmadı, çıkmıyor.
Polisin hiçbir şey yapmayacağını anladık. Savcılığa gitmeye karar verdik. O sırada polis, kadına, “Ver şu kocanın telefonunu bir de ben konuşayım” dedi. Yaklaşık beş dakika konuştu. “Hadi eve gidin, bebeği getiriyorlar” dedi. Ve kadının babasına dönüp “Kızının kocası o kadar kötü biri değil yuvasının yıkılmasını istemiyor, büyüklük yap barıştır “dedi. Hâlbuki az önce bu adamın neler yaptığını, evlilik hayatı boyunca şiddet uyguladığını ve burada söyleyemediğimiz daha birçok şeyi anlatmıştık. Ama o beş dakikalık bir telefon konuşması sonucunda neredeyse bu adamın bir melek olduğu kanaatine varmıştı.
İLK ADIMLAR
Bebeği eve getirdiler. Annesinin kucağına verdiğimizde o hiçbir şey düşünemiyordu. Gözlerinde ne nefret, ne kin vardı, sadece bebeğine odaklanmıştı. Elleri titriyordu, bebeğini kucakladığı gibi koşar adımlarla eve girdi. Bebeğini emzirmeye başladı. Dünyadan habersiz bu kız çocuğu hayatının ilk şiddetiyle böylelikle tanışmış oldu.
Biz de dernek olarak kadın arkadaşımıza yeniden elimizi uzattık. Bu defa elimizi tuttu. Şimdi birlikte uğradığı şiddete karşı mücadele edeceğiz. İlk adımları attık. Bu kadın önce güçlü olduğunu görmeli, sonrası zaten gelecektir.
Yazımın başlarında belirtmiştim bu kadının hiç konuşmadığını. Onunla beraber karakol, adliye, avukat görüşmesi yaparken o hep susuyordu. Henüz 25 yaşındaydı. Yani Özgecan’dan 5 yaş büyük, Gönül Çalışkan’dan 7-8 yaş küçüktü. Kendi kendime “Niye konuşsun ki bu kadın” dedim. Her konuştuğunda dayak yemiş, hakarete uğramış, iftira atılmış. Hayata, sevgiye, aile olmaya, aşka karşı güven duygusunu kaybetmiş. Hiçbir kadının hayata, aşka, sevgiye, kendine güvenini kaybetmesine izin vermemeliyiz. Bu kadınlarla bir araya gelerek mücadele etmemiz gerektiğini söylemeliyiz. Tek çaremizin örgütlü mücadele olduğunu bir kez daha yinelemek isterim.