Kendime yaptığım bir yolculuk
Evimizden aldığımız iki kanepe, üç beş tabak çanakla koyulduk yola. Aslında bu yolculuk kendime yaptığım bir yolculuktu, henüz farkında olmasam da.

Özlem Nazan ZÜLFİKAR
Bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. İki buçuk sene boyunca, kömür hamallığı yapan bir kocanın ekmeğini yemek ne zor şeydi. Lokmalar boğazımda düğümleniyordu. Belki bu nedenle kocamın bana sunduğu teklifi kabul edip, bu yolculuğa çıkmakta tereddüt etmemiştim ama tereddüt etmemem, korkmadığım anlamına gelmiyordu. “Acaba yapabilir miyim?” sorusunu defalarca kendime soruyordum ve her sorduğumda kaygım ve endişem daha çok büyüyordu. Bir keçiyi sevmek için dahi yaklaşmamış olan ben, nasıl sağabilirdim, peynir, yağ yapabilirdim; başaramıyacağım bir yolculuktu galiba.
250 sanen keçisi ve 80 kadar yavrusu bizi bekliyordu. O zaman, henüz iki yaşlarında olan güzel kızım Eylül’ün yüzüne baktığımda biraz cesaretimi toplayabiliyordum ancak.
Elazığ’ın Germeli (Yedi Göze) köyüne vardığımızda gün akşam olmuştu. Bizim için eski samanlıktan bozma evi göstererek “Burada kalırsınız.” dediler. Akşamın o saatinde bile bir harabeye benzeyen ev, gün ışığıyla daha korkunç bir hal almıştı. İçeride su yok, pencereleri kırık dökük, dış kapısı Allah’a emanet.
Tam onbeş gün boyunca orayı eve benzetmek için uğraş verdim. Onbeş günün sonunda sabah beşte kocam beni uyandırdı. “Hadi Özlem, keçiyi sağmaya.” dedi.
Germeli’nin biraz dışında kalan bu yerde, bizimle beraber altı hane vardı. Onlar da buraya Bingöl’den gelip yerleşmişlerdi. Çoğunluğu yaşlı insanlardı, benim dışımda bir genç gelin daha vardı. Günlük konuşma dilleri Kürtçeydi. Kocamla hiç diyalog kuramamışlardı; çünkü kocam Dersimce biliyordu, Kürtçeyi hiç anlamıyordu.
Elimde kovamla ahıra vardığımda, yaşlı teyzeler ahıra doluşmuştu. Şehirden kadın gelmiş keçi sağacak, izlenmesi gereken bir tiyatroydu! Onlar da bu fırsatı kaçırmayıp, beni izlemek için dizilmişlerdi oraya. Aralarında gülüşmeler konuşmalar tavan noktada. Benim de Kürtçe bilmediğimi düşünerek inanılmaz rahat yorumlar yapıyorlar kendi aralarında. Onlar konuştukça ben hırslanıyorum, “Kesinlikle göstermeliyim onlara.” diyorum ve ahırda keçi kovalamaya başlıyorum. Tahmin ederseniz ki erkek ve dişi keçi ayırımını da yapamıyorum. Koşuşturmacanın sonunda bir keçiyi yakalamayı başarıyorum. Allah’tan dişi keçi yakaladığım. Sonra sağmaya çalışıyorum, izlediğim filmlerden olsa gerek sağma işinin çok kolay olduğunu düşünüyorum, fakat kısa bir süre sonra bunun öyle olmadığını anlıyorum. Ben yapamadıkça gülüşmeler, konuşmalar ve yorumlar şiddetini artırıyor. Nihayetin de yardım almaya ihtiyacım olduğunu kavrıyorum. Teyzelerden birine Kürtçe sesleniyorum;
- Xaltî, xaltî, tuu çima kenîn? (Teyze, teyze, sen niye gülüyorsun?) Wore ji min ra îşan bide! (Gel bana öğret!) diyorum.
Teyze ise;
- Wuy! Va jin ka kurmancî dizanî (Bu kadın Kürtçe biliyor) diyor.
BİR KADIN İSTERSE...
Böyle bir şaşkınlık içinde tanışma faslından sonra, ahırdaki o teyzeler bana keçi sağmayı, peynir yapmayı, yağ toplamayı öğretiyorlar. İyi bir öğrenci olacağım ki kısa sürede öğreniyorum bana öğretilenleri. Orada geçirdiğim dokuz ayın sonrasında teyzeler bana çok şaşırıyor. Sadece onlar mı? Eşim, dostum ve dahi ailem bile... Ama aslını sorarsanız en çok kim şaşırdı diye? En çok ben şaşırdım kendime; çünkü gördüm ki bir kadın isterse kendi dünyasını değiştirebilir, bir sondan yeni bir başlangıç yazabilir.
İşte bu nedenlerle bu yolculuk kendime yaptığım bir yolculuktu, kendimdeki güçlü kadına yaptığım yolculuktu ve anladım ki bırakın sadece kendi dünyasını bir kadın isterse koca bir dünyayı değiştirebilir, yapabildiklerini gördükçe kendisine de şaşırabilir...
Şimdilerde ise hayat kavgam, kadın kavgam devam ediyor ama bu kez önemli bir farkla....
Çünkü bu kez yapabileceklerinin farkında olan bir kadın var kavgamda...
Evrensel'i Takip Et