Talan ekonomisine karşı çevre ve rızk mücadelesi
Türkiye her defasında olduğu gibi sancılı bir seçim atmosferinin içinde bulunuyor. Türkiye’de her seçim, siyasilerle askeri ve sivil bürokrasinin uzantıları arasında yeni ittifakların kurulması, medyanın yeniden tasarlanması, toplumun ırkçı ve kökten dinci nefret ideolojileri etrafında biraz daha parçalanması gibi tanıdık pratiklere sahne oluyor.

Ali K. SAYSEL*
Türkiye her defasında olduğu gibi sancılı bir seçim atmosferinin içinde bulunuyor. Türkiye’de her seçim, siyasilerle askeri ve sivil bürokrasinin uzantıları arasında yeni ittifakların kurulması, medyanın yeniden tasarlanması, toplumun ırkçı ve kökten dinci nefret ideolojileri etrafında biraz daha parçalanması gibi tanıdık pratiklere sahne oluyor. Önümüzdeki seçimlere damgasını vuran temel çatışma ise Erdoğan’ın başkanlık dayatmaları ve buna karşılık HDP’nin meclisteki aritmetik dengeleri değiştirebilecek tek güç olarak sahneye çıkışı. Erdoğan istediğini bir kez daha elde eder de AKP anayasa yapacak sandalye sayısına ulaşırsa, Türkiye’de faşizmin kapıları ardına kadar açılacak. HDP yüzde 10 barajını aşar ve meclise girebilirse bu dayatma gerçekleşmeyecek ve belki farklı hükümet seçenekleri gündeme gelecek. Kürtlerle iç barışın geleceği seçim sonrasına ertenmiş görünüyor. Kısacası, 12 Eylül’den beri çözümlenemeyen çok boyutlu rejim krizi artık açık dayatmacı biçimler almış, toplumun farklı aidiyetlere sahip kesimleri arasındaki diyalog kanalları kapanmış vaziyette.
Mutlak egemenler çatışmalardan beslenir. Bugünün çatışmaları, yarınları tasarlama gücümüzü köreltir, gelecekte ihtiyaç duyacağımız kaynakları tüketir. Yarın terk etmek zorunda kalacağımız topraklara ağaç dikmeyiz, çökmek üzere olan bir evde boya badana yapmayız. Can güvenliğimiz tehlike altındayken eğitime, sağlığa,doğaya, manevi gelişime değil, silahlara harcama yaparız. Bir rejim dayatmasıyla karşı karşıyayken, kentlerimizin geleceğini, rızkımızı nasıl kazanmak istediğimizi, nasıl bir toplum düzeni arzuladığımızı değil, bu dayatmayı en kolay nasıl savuşturabileceğimizi tartışırız. Oysa toplumsal muhalefetin egemenlerin işine yarayan bu kısır döngünün dışına çıkabilmesi, kendi savunma kanallarını oluştururken geleceği nasıl kurabileceğine dair de kararlar alabilmesi gerekir. Kuşkusuz bunun yolu seçimlere endeksli olmayan uzun vadeli çalışmalardan ve tabanda örgütlü bir mücadeleden geçiyor.
Ekoloji Kolektifi tarafından yayınlanan bildiriyi, açıkçası önümüzdeki seçim sürecinde ciddiyetle tartışılacağı için değil,uzun vadeli örgütlenme çalışmalarına malzeme sağlayabileceği için önemsiyorum. Seçimlere endeksli olmayan, seçimlerin ötesinde bir mücadele vurgusunu sanırım onlar da paylaşıyorlar. Diğer taraftan adresi doğru göstermek adına, bildirinin sahip olduğu anti-kapitalist vurguların özgürlükçü ve sosyalist yönelimli partilere –aslında o kadar saf olmamıza gerek yok– HDP ve bileşenlerine hitap ettiğini de belirtmeliyiz.
Burada bildiriyi madde madde tartışacak değilim, zira bunun örgütlü mücadeleyi geliştirerek yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Yalnız bildirinin ruhunu kısaca değerlendirebilirim. Bugün yeryüzünde ekonomik -ekolojik- toplumsal çoklu bir kriz yaşanmakta olduğu fikri özellikle sol-liberal gruplar arasında yaygın ve anaakım bir görüş. Finansal spekülasyonun neden olduğu ekonomik kırılganlıklar, artan gelir uçurumları, özel ve kamu kesimi borçları, dalgalanan fakat sistematik olarak yükselen emtia fiyatları, yüksek işsizlik oranları, iklim krizi ve doğa tahribatı günümüzün genç yetişkinlerini bir önceki kuşağa kıyasla daha mutsuz, tedirgin ve güvencesiz kılıyor. Ekonomik sistemin bu sorunların çözümü için geliştirdiği yanıt büyüme, yani tüketim-üretim artışı. Alışılmış büyüme politikalarının farklı ekonomik gelişmişlik kategorisindeki toplumlar üzerinde farklı etkileri görüldü. Güney Avrupa’nın içine girdiği kamu borcu krizi ve sonrasındaki yüksek işsizlik ve kemer sıkma politikaları bunun bir sonucu. Türkiye gibi tüketim seviyesi daha düşük ülkelerde ise büyüme,doğanın ve işgücünün sömürüsünü kolaylaştıran onlarca torba yasa ve bol miktarda sıcak para girişinin desteklediği talan ekonomileri (inşaat, madencilik, enerji) marifetiyle sürdürüldü. Bu sektörlerin yarattığı zenginlik alt sınıflarla paylaşıldığı ölçüde, hegemonyanın tesis edilmesine yardımcı oldu. 2013 yılına geldiğimizde, insanı ve doğayı hiçe sayan bu kalkınma anlayışının yarattığı hoşnutsuzluk bir patlamayı tetikledi. Bugün Türkiye’de insanlar bazen kamuoyunun gözü önünde, bazen çaresiz ve tek başlarına yüzlerce çevre ve rızk mücadelesi yürütüyorlar.
Ekoloji Kolektifi’nin yayınladığı bu çağrı, üzerimize sinen bu hoşnutsuzluğu daha iyi teşhis etmeye, Türkiye’nin farklı yerlerinde, kentlerde, kırlarda yaşayan insanların iyi bir yaşamdan ne beklediklerini anlamaya, tanımlamaya vesile olmalı. Bu talepler doğrultusunda kamu ve ekonomi politikalarını şekillendirmeli, kentleri, doğayı, rızkları yeniden kazanmaya çalışmalıyız.
*Boğaziçi Üniversitesi
Çevre Bilimleri Enstitüsü
Evrensel'i Takip Et