Siyah tanrıçanın büyüyen öfkesi
Nina Simone, tartışılamayacak yeteneği ve cüretine karşı zirveye çıktığı mesleğini Paris’in 3. sınıf barlarında geceliği birkaç yüz dolarlık performanslarla tamamladı. Ama “bir sanatçının her zaman yaşadığı dönemi yansıtması gerektiği”ne dair sözü 2015 Oscar töreninde bile sahneden alıntılanıyorsa haşmetinden o kadar da yitirmemiş demektir.
Mithat Fabian SÖZMEN
Tanrı sayısı konusunda 1’de uzlaşıldığında kadın çoktan tahttan indirilmişti. Yenilginin kefareti binlerce yıldır kanlı bir şekilde ödetiliyordu. Kan dökmeye gerek kalmadığındaysa işleri sorunsuzca devam ettirecek mekanizmalar yeni dinlerin içerisine özenle yerleştirilmişti. Artık az çok ‘medeni’ tüm topluluklar bu dünyanın kimlere ait olduğundan haberdardı. Muktedir olan kral, toprak sahibi, din adamı vs. rengi ve cinsiyle tanınıyordu. Bu yüzden kimse çıkıp tanrının siyah bir kadın olabileceğini iddia edemezdi. Ama işte, yüz yıllar geçmişti ve dünya aynı devranda dönerken, tanrının ağzıyla konuşan, sesi de epey yukarılardan gelen bir kadın çıkmıştı:
“Ey günahkar, nereye kaçabilirsin? / Ey günahkar, dua etmen gerekirken neredeydin?”(Sinnerman)
Şarkı söylerken kulağa ilah gibi geliyordu ama işin gerçeği en basit ayrıcalıklardan dahi muaftı. ‘Büyük Buhran’ yıllarında(1933) küçük bir kasabada(Tryon-Kuzey Carolina) dünyaya gelmiş, çocukluğu yoksulluk içinde geçmişti. Hem kadın hem siyah olmanın tüm zorluklarını ilk gençliğinde öğrenerek hayata atılmıştı.
Meşhur şarkısında söylediği gibi “Evi, ayakkabısı, parası, parfümü, güzel kıyafetleri”(Ain’t got no, I got life) yoktu belki ama “Saçı, gözü, burnu, ağzı, gülüşü” vardı, özgür olmasını sağlayacak kadar akıllı, yetenekli ve güçlüydü. “Bunları kimse elinden alamazdı.”
12 yıl önce 21 Nisan’da yaşamını yitiren Nina Simone, 20. yüzyılın en güçlü kadın müzisyenlerinden biri olarak tarihe geçti. Simone’nin parlak bir yetenek olarak başladığı müzik kariyeri, ABD’de Yurttaş Hakları Hareketi’yle birlikte yükseldi.
MISSISSIPPI GODDAM
1963 yılında Mississippi’de Medgar Evers’ın ve Alabama’da 4 çocuğun katledilmesi sonrası(bu aynı zamanda Simone’nin politik bir kimlikle öne çıkmasına yol açan olaydır) yazdığı ‘Mississippi Goddam’, gerçek adıyla Eunice Kathleen Waymon’ın öfkesini gizleme gereği duymadığı şarkılarından biriydi.
“Bu ülke yalanlarla dolu/Hepimiz sinekler gibi öleceğiz/Artık kimseye güvenmiyorum…” diyen ‘Mississippi Goddam’, Simone’nin ülkesine ve sisteme olan öfkesini net şekilde dile getirdiği şarkısı oldu. 1965’te Martin Luther King Jr.’ın öncülüğündeki Selma-Montgomery yürüyüşünde verdiği konserde de, King’in ölümü sonrası Long Island konserinde de tüm kızgınlığıyla bu şarkıyı söyledi.
Long Island konseri King’in ölümünden yalnızca 2 gün sonra verilmişti ve Simone sahnede gözyaşları içerisinde son dönemde öldürülen yoldaşlarını sayarak “Bizi teker teker öldürüyorlar” dedi.
‘Mississippi Goddam’ yüzünden müzik endüstrisinin kendisini cezalandırdığını ülkeyi terk ettikten yıllar sonra verdiği bir röportajda söyleyecekti.
‘Soul’un Başrahibesi’ hem müzikal hem de siyasi anlamda harekete geçen ‘60’ların ardından uğruna şarkılar yaptığı ‘Devrim’ gerçekleşmeyince büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Ya çok aceleciydi ya da devrimi yanlış bellemişti. Büyük ihtimalle ikisi de… Eşi ve menajeri Andrew Stourd’dan gördüğü şiddet, aile yaşantısını önemli ölçüde etkiledi. Sorunların üst üste gelmesi Simone’nin Amerika’yı terk etmesine sebep oldu.
Güney Afrika’da siyah hareketinin sesi, meslektaşı Miriam Makeba’nın tavsiyesiyle önce Liberya’ya, daha sonra İsviçre’ye ve nihayetinde Fransa’ya yerleşti. “Ülkeyi terk ettim çünkü sevmiyordum. Bu ülkenin halkıma yaptıklarını beğenmedim ve ayrıldım” diyerek gerekçesini açıklayan Simone’nin son yılları tıpkı Paul Robeson gibi çok sıkıntılı sağlık koşulları altında geçti. Bu sırada kızı Lisa ile olan ilişkisi de epey yara aldı.
4 KADIN
Onlarca hit bestenin içerisinde Simone’nin en önemli klasiklerinden birisi, Amerika’nın siyah kadınlarını 4 karakterle anlattığı ‘Four Women’dır. Şiddete maruz kalan, tecavüze uğrayan, fahişeliğe zorlanan, kötü koşullarda çalıştırılan köleler ve torunları: Sarah, Safronia, Sweet Thing ve Peaches.
“Ten rengim siyah, kollarım uzun, saçım arapsaçı, sırtım güçlü; sürekli tekrar eden acıları kaldıracak kadar güçlü” sözleriyle Köle Sarah Teyze’yi anlatarak başlayan Four Women, “Ten rengim kahverengi, tavrım sert şu aralar çok sinirliyim çünkü ebeveynlerim köleydi” diyerek sonlanır. Siyah kadının Amerika serüvenini, ihtiyarı ve genciyle aynı çağa mensup 4 öfkeli karakter üzerinden anlatır Simone. 60’ların başından itibaren yüzünden ve sesinden hiç atamadığı öfke ona en çok bu şarkıda yakışır.
ŞÖHRETİ YILLAR GEÇTİKÇE BÜYÜYOR
Nina Simone, tartışılamayacak yeteneği ve cüretine karşı zirveye çıktığı mesleğini Paris’in 3. sınıf barlarında geceliği birkaç yüz dolarlık performanslarla tamamladı. Ama “bir sanatçının her zaman yaşadığı dönemi yansıtması gerektiği”ne dair sözü 2015 Oscar töreninde bile sahneden alıntılanıyorsa haşmetinden o kadar da yitirmemiş demektir. Simone’ye dair 2015’in ikinci filmi ‘Ne oldu, Sayın Simone?’ Sundance Film Festivali’nde gösterildi. Anlayacağınız Simone ve şöhreti yıllar geçtikçe daha da büyüyor. Öyle görünüyor ki ‘Siyah Amerika’ öfkelendikçe Nina da daha hatırlanır oluyor. Amerika’nın ‘tuhaf meyve’ler(Strange Fruit) büyüten ağaçlarından Mississippi’ye, oradan Ferguson’a kat edilmiş bir mesafe elbette vardır ama ‘Goddam’ diye haykırmanın sebepleri de olduğu yerde duruyor.
2015’in ‘Ferguson Goddam’ini söyleyecek isimlere ihtiyaç var. Neyse ki herhangi bir tahtta oturmasa da “günahkarların taşın altına saklanarak adaletten kaçamayacağının” güvencesini veren siyah bir tanrıçamız mevcut.