Seçimin gölgesinde sendikacılık
Mustafa GÜVEN
BES İzmir İşyeri Temsilcisi
Son yıllarda sendikal alanda işçi ve emekçilerin temel taleplerinin ülkedeki mevcut kutuplaşmanın dışında değerlendirilmesi genel bir kabul haline geldi. Muhafazakar-laik; modern-gerici gibi emekçileri bölen kutuplaşmalar emekçilerin en temel taleplerinin dahi önüne geçirilebiliyor. Kamu emekçileri açısından da benzeri bir hava hakim; zaten seçim var, şimdi yapacağımız birçok iş boşa gidecek.
Nitekim KESK Merkez Yürütme Kurulu’nun bölge toplantıları kapsamında 7 Nisan İzmir ayağında, KESK Yürütme Kurulu Başkanı Sayın Lami Özgen, “Yapacağımız her şey seçimlerin gölgesinde kalacak” diyerek; özellikle BES’in MTK’sinde alınan 13 Mayıs grev çağrısının KESK olarak TİS sürecinde ortaklaştırılması, en acil ve tüm sınıfı kesen taleplerle ayrımsız tüm emek örgütlerine açık çağrı yapılması önerisini küçümseyen, ‘gereksiz bir çaba’ya indirgeyen, hatta ‘Bu siyasal atmosferde üzerinde münazara edilmeye’ değer bulunmayan bir üslupla değerlendirerek aslında diğer sendikalarla aynı pozisyona düşmüştür. Ülkenin demokrasi mücadelesinde geldiği noktayı o kadar isabetli değerlendiren başkanın, seçim sürecini emekçilerden bağımsız ele alması, bu süreçte emekçileri taraf görmemesi gerçekten büyük bir talihsizlik.
Yine İzmir KESK Şubeler Platformunun 1 Mayıs, “işçinin emekçinin birlik ve mücadele” günü mitingi hazırlıklarına, KESK-DİSK-TMMOB dışındaki diğer konfederasyonları da katma ve 1 Mayısın bölünmemesi çabasını da küçümsemesini ve şiddetle itiraz etmesini anlamak mümkün değil. Birincisi, hiçbir konfederasyon ya da sendika merkezinin yerelin yapacağı 1 Mayıs’ın hazırlıklarının nasıl olacağını belirleme yetkisi yok-tur ve olmaması gerekir. İkincisi, kamu emekçilerinin mücadelesinde yaratılan demokratik temayüllere, savunduğumuz değerlere, yerinden demokrasi söylemlerine, “Yürütme Kurulu” anlayışına ve dahası açıkça bu tutum KESK tüzüğüne aykırıdır. KESK Tüzüğünün 5-g maddesi; “Konfederasyon, tüm kamu emekçileri sendikaları ile tüm emekçi kesimlerin hak ve çıkarları doğrultusunda mücadeleyi fiili ve meşru bir temelde yürütür. Sendikal hak ve özgürlükleri yasaklayan, kısıtlayan her türlü engel ve düzenlemelere karşı mücadele eder” diye boşuna yazılmamıştır herhalde. Yine 4-e maddesi ile emekçilerin ortak örgütlenmesi, 5-b maddesinde emekçiler arasında hiçbir ayrım gözetilemeyeceği evrensel bir anlayışla ele alınmıştır.
KESK “2.5 milyonun kamu emekçisinin sesiyim” derken, tüzüğüne de bu anlayışı 1989’dan bu yana yürüttüğü mücadele ve deneyimleriyle de yerleştirmiş bir konfederasyon. KESK, ülke siyasal kutuplaşmasına göre şekillenen, diğer sendikaların eksiklikleriyle rekabet eden, bürokratik geri tutumlarına göre kendine şekil veren, emekçiden kopuk, üstten bir bakış açısıyla kamu emekçisi mücadelesine önderlik edemez.
Evet, Türkiye halklarının AKP ve onun gerici politikalarına karşı bir umudu var; ayrımsız tüm halkları, inanç gruplarını, ezilenleri, sağ demeden sol demeden “yeni yaşam” çağrısında buluşturmak ve barajları yıkmak… Ama iş, emekçilere gelince açıkça birleşme çağrısı yapamıyoruz. Başka sendika konfederasyonlarına çağrı yapınca sanki biz sağcı, dinci, faşist olacağız. O kadar kendimize, yaptığımız işe, koyduğumuz mücadele platformuna güvenimiz yok! Diğer sendikalara açık çağrı yapmanın en basitinden “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla “ manasına geldiğini bilmiyor muyuz? Bunlara takılmak yerine, emekçileri tahakküm altına alan gerici sendikalardan kurtarmaya, onları ortak bir mücadelenin içinde buluşturmaya kafa yormak yerine; tam aksine bölücü politikaların esiri oluyoruz, burjuva klik partilerinin bölmüş olduğu sendikalardan emekçileri sorumlu tutuyor, biz de diğerleri gibi sağ, sol, dinci, gerici, faşist vb. diyerek konfederasyonlarına göre damgalamaya devam ediyoruz. Bu tutum KESK için kabul edilebilir bir tutum değildir, KESK’in ne TİS sürecini seçimden sonraya ertelemeye, ne 1 Mayıs’ı kutuplaştırıcı dille ele alarak bölmeye, ne de klasik Taksim tartışmalarına boğulma lüksü olamaz.
ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN?
Soma’nın ve her iki buçuk ayda bir yaşanan diğer Soma cinayetlerinin önlenmesine, kıdem tazminatını korumaya, asgari ücretin arttırılmasına, sendikal baraj ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmasına; kamu emekçilerinin kararnamelerle gasbedilen haklarının geri gelmesine, ek ödemelerin emekli aylığına eklenmesine, kreş talebine, ebeveyn izinlerinin artırılmasına vb... Kısaca insanca çalışma koşulları, insanca bir ücret ve insanca yaşanacak bir Türkiye için sendikaların kimi destek açıklamaları, işçi ve emekçilerin emek ve demokrasi mücadelesinde yer alması için yeterli midir? Bu şekilde sendikalar siyaset mi yapmış oluyor? AKP’nin emek düşmanı politikaları teşhir mi edilmiş oluyor?
Neden toplusözleşme sürecini toplumsal mutabakat, emekçilerin katılma ve taraf olma süreci olarak değerlendiremiyoruz? Hem de emekçilerin AKP’den 12 yılın hesabını sorma, karnesini verme döneminde… İşçi ve emekçileri kendi talepleriyle alanlarda, işyerlerinde, barajları yıkma mücadelesine katabilecekken, iç güvenlik yasasına, Ağrı’da olduğu gibi birçok muhtemel provokasyona yanıt olabilecekken...
Bu tarihte KESK başkanı emekçileri birleşmeye, en acil talepler için ortak mücadeleye, AKP’den hesap sormaya çağıramayacaksa; bunu örgütleme görevini ve savunduğu değerler adına siyasal sorumluluğunu kendinde göremeyecekse ne zaman görecek?
13 MAYIS ÇAĞRISI
Seçimler ve emekçilerin tutumu ne olmalı meselesi, sendika siyaset ilişkisinin somut durumda nasıl ele alındığıyla direk bağlı olmakla birlikte tabii ki bu yazıyı aşan bir konu.
Fakat emekçilerin seçimlere giderken beklemekten başka seçeneği olmadığı, ancak seçimlerden sonra KESK’in TİS için bir mücadele hattı ortaya koyabileceği düşüncesinin, yönetenlerin emekçileri siyasetten uzaklaştıran anlayışından farklı olmadığı ve gerçeklerle bağdaşmadığı gün gibi ortadadır.
Bu anlamda KESK, BES’in de önerisi olan, 13 Mayıs “uyarı” grevini geliştirmek, emekçilerin ortak taleplerinde açık çağrılarda bulunmak, AKP’nin 12 yıllık gerici emek düşmanı politikaları teşhir etmek ve emekçilerin nasıl bir yaşam istediğini işyerlerinde, alanlarda, grevlerde ortaya koyabilirse eğer sadece seçim barajının yıkılmasına değil, aynı zamanda emekçileri bölen politikalara da darbe vurmuş olacaktır. İşte o zaman seçimler emekçiler açısından bir dezavantaja değil, tam aksine hem emekçiler hem de demokrasi mücadelesi için siyasal iktidarın alaşağı edildiği bir avantaja dönüşebilir.