Susuz, vatansız kalmadın da şu ‘sevgi’ işini ne yapacağız Reis!
Erdal İMREK
Manipülasyonun, çarpıtma ve karartmanın üstadı, bu senenin 24 Nisan’ını Çanakkale Kara Savaşının 100. yılı ilan etti. İnkar söz konusuysa tıkır tıkır işleyen devlet aklı, bu ‘parlak fikirle’ 24 Nisan’ın asıl anlamını perdelemeye girişti. Bilinir oysa, 24 Nisan 2015 bir şeyin yüzüncü yılıysa o; Ermenilerin yerlerinden yurtlarından sürülüp, yüz binlercesinin katledilişinin, kuşaklar sonra torunlarının da acısıyla yaşayacağı bir mezalimin, katliamın, devlet gadrine uğrayışın başlangıcıdır. Ermeni aydınların, yazarların, sanatçıların, ileri gelenlerinin alınıp götürüldüğü ve bir daha geri dönmediği günün! Ki o günden bugüne ‘bir daha haber alınamayacak şekilde alıp götürmenin erbabıdır’ devlet.
Devlet erkanının ‘memleketi Türk ve müslüman olmayandan arındırmak’ üzere katline ferman verdiği Ermenilerin, soykırıma uğratılışının başlangıcıdır 24 Nisan 1915 bütün dünya bilir de inkarın üstadıdır bu şanlı devlet! Soykırımın 100. yılında, hazır seçim de yaklaşırken bir taşla iki kuş vurup, katliamı perdelemek üzere milliyetçi duyguları şaha kaldıracak bir fikir buldu devletlumuz; Çanakkale! Bugüne kadar Mart’ın 18’inde vuku bulan Çanakkale Zaferi kutlamalarına, bir de ‘kara savaşının’ 100. yılını ekledi. Ne cin fikir ama! 18 Mart tamam; işgal güçlerinin en güçlü saldırıyı yaptığı, ağır kayıplara uğrayıp, deniz harekatından vazgeçtiği gün. İyi de 24-25 Nisan neyin nesi! Resmi tarihe göre, mesele özetle şu; Deniz harekatıyla İstanbul’a ulaşamayacağını düşünen İngiliz ve Fransız kuvvetleri 24-25 Nisan’da kara harekatıyla Çanakkale Boğazı’ndaki topçu bataryalarını ele geçirmek üzere Gelibolu’nun güneyinde karaya çıktı. Aynı gün Anzaklar da karaya çıkarma yaptı... Savaşın her bir anı önemli; savaş kan demek, can demek. O tamam da, ne olmuş yani 24 Nisan’da? Karaya asker çıkarılmış! Eee?
BİR ELİNDE BAYRAK, DİĞERİNDE SÜNGÜ!
Olsun, haşmetli reisi cumhurun ya da zeki danışmanlarından birinin aklına bu parlak fikir geldi ya. ‘Söz konusu vatansa gerisinin teferruat’ olduğunu bizden öğrencek değil! Bir de reklam filmi patlattı sonra. ‘Emret komutanım’ diyen farklı halklardan askerlerin yer aldığı –ki başka inanç ve halklardan Türk bayrağı önünde ‘emret komutanım’ diyenle bir sıkıntısı yoktur- bayraklı, dualı, şiirli bir reklam. Kimseye bırakır mı, şiiri de kendi okudu. Seviyor bu işleri, alıcısı da yok değil hani biliyor. Seçim sath-ı mailine girildiğinden beri bir elinde bayrak, diğerinde süngü zaten. Ermenilerin milyonu aşkınının, Süryanilerin 300 bine yakınının Osmanlı kılıcından geçirilişinin 100. yılında piyasaya çıkan bu reklam filminde, “Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, müslümansız bırakma, Allahım” diye haykırıyor reis! ‘Müslüman olmayandan zaten yeterince arındırılmış bu yurt, ‘gayrimüslim’siz kalsın mühim değildi. Müslüman ona yeterdi. Seçimden kendisi ya da şürekası çıktıysa çok sever sandığı! ‘Milli irade’ demeyi sever, ‘bunlaaaar halkı koyun yerine koydu’ der de, nasıl coşkuyla okumuş, o şiirde ‘Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü ya çobansız bırakma Allahım” kısmını. Sorsan bu cihana Kanuni’den sonra gelmiş en büyük kahramandır; ‘Kahraman bekleyen yığınlarını, kahramansız bırakma Allahım’ diye devam eden yerde iyice coşa gelip, “Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız ve vatansız bırakma Allahım’ diyor iman dolu diyaframına doldurduğu nefesle sonra! Böyle işte... Acıklı bir tablodur bu esasında... Ermeninin büyük acısına göz yaşı döktüğü günlerde, memleketin en tepesindekinin ‘kahramanlık, müslümanlık, vatan’ diye haykırıp, bayraklı, dualı reklamı izlendi kılıçtan geçirilmişlerin, kurşunlanmışların, diri diri gömülmüşlerin kemikleriyle dolu bu memlekette.
ABDÜLHAMİT HAN’IN İZİNDE BİR BAŞKOMUTAN
Yaşamını bu topraklarda sürdürmeye cesaret etmiş bir avuç Ermeninin 24 Nisan 1915’te ‘devleti aliyenin bekaası için’ öldürülenlerin evleri önünde göz yaşı döktüğü gün de Çanakkale’de belirdi başkomutan. Saraylıları sever; Galler Prensi Charles’ı da ağırladı. Konuşmasının ‘vatanlı, milletli, bayraklı’ kısmını geçelim, çok dinledik. Şiiri, türküyü sever hani; “Çanakkale içinde vurdular beni… Offf gençliğim eyvahhh’ dedi sonra. Devlet dersine girdiğimiz ilk günlerden ezber ettirilen Çanakkale Türküsü’nden sözler. O türkü ‘Çanakkale içinde Aynalı Çarşı’ diye başlar hani. Ben gidip görmedim. Ama misal wikipedia’ya yazınca ‘Aynalı Çarşı’ diye anlatıyor; Asıl adı Halyo Çarşısı. 1890’da şehrin Musevi cemaatinin ileri gelenlerinden Eliyau Hallio tarafından, ‘Adülhamid Han’ın saltanatının 14. yılı münasebetiyle’ yaptırılmış. Abdülhamit ki, ‘müslüman olmayanın katli’ denince, akla gelen ‘Hamidiye Alaylarının’ başkomutanı! Bugünün başkomutanı Abdülhamit’i de sever. AKP Genel Başkanlığı’na veda ettiği kongre için hazırlanan şarkıda ‘Evladı Osmanlı Selçuklu soyu, Abdülhamit Han’ın beklenen ruhu...’ Neyse mesele o değil şimdi; İşte o Aynalı Çarşı’da kim vardı bu memleket müslüman olmayandan arındırılmadan? Yahudiler, Ermeniler, Rumlar... Esnaf, zanaatçi, sanatçı...
AYNALI ÇARŞI’DAKİLER NEREYE GİTTİ REİS?
İşte bizim ‘reis’in adını andığı türküdeki o çarşının esnafı da çarşının karşısındaki Artin Ağa’nın kahvesinin müdavimleri de, o çarşıyı yapanlar da ve dahi o çarşı da yok artık. Peki neredeler? Nereye gittiler? Hiçbir şeyi değilse bunu düşün. O çarşıya Aynalı Çarşı denmesine sebep, girişindeki aynalarmış. Aynalara yalan söyletmeye de muktedir misin bilemem reis! Ama bir hayal et o Aynalı Çarşı’yı. Geç şimdi o aynalardan birinin karşısına. O her dakika bize izlettiğin reklamdaki şiiri hatırla, ‘Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız ve vatansız bırakma, Allahım’ dediğin bölüme gel. Şimdi aynaya bak, izle kendini; Bir halkın ‘yüzleş’ dediği senin ‘zinhar yalan’ dediğin katliamı bir düşün. Soykırımla yüzleşmen kolay iş değil biliriz de en azından aynadaki suretinle bir yüzleş; Ne görüyorsun? ‘Vatansız, susuz, havasız’ kalmadın Allaha şükür! Peki sevgiye dair bir şeyler var mı aynada? Neyse ya da boş ver. Tadın kaçmasın şimdi!
Evrensel'i Takip Et