‘Beni radyasyon değil Türkiye’deki sistem kanser etti’
Filiz YAVUZ
Bugün nasılsa dün de öyleydi. Aynı nükleer lobi, aynı argümanlarla nükleer enerjiyi savunuyor, ucuz elektrik hayalini yaşam pahasına satıyordu. Rusların şimdilerde Akkuyu için dillendirdikleri yüksek güvenlik iddiası, Çernobil için de ortaya atılıyordu. O kadar ki; Sovyet nükleer bilimciler Çernobil nükleer santralında facia boyutunda bir kaza olmasının imkânsız olduğundan dem vuruyordu. Şu aralar mutfak tüpünün patlama olasılığıyla kıyaslanan nükleer kaza olasılığı, o zamanlar sevimli semaverlerin arıza riskiyle birlikte anılıyor, Sovyet basını üzerinden “santral, semaverden bile daha tehlikesiz” algısı yaratılıyordu. Çernobil nükleer santralıyla ilgili bir reklam döndürülmüş olsaydı eğer, görüntüler farklı olmak üzere bu reklamın içeriği, kuvvetle muhtemel bugün Akkuyu Nükleer için yapılandan farklı bir biçimde kurgulanmazdı.Tıpkı Akkuyu Nükleer’in reklamında denildiği gibi “birlikte hep daha iyiye gitmek” hedeflenir, “daha çok öğrenmek”, “daha çok kazanmak”, “daha güçlü olmak için”, “daha çok üretmek”, “daha çok yükselmek”, “daha fazlasını başarmak” ve “daha aydınlık için” Çernobil Nükleer Santrali’nin temeli atılırdı. Ama reklamlardaki yalan dünyaydı işte. Gerçekler ise şöyleydi:
LAFLA PEYNİR GEMİ YÜRÜMEZ
Akkuyu Nükleer’in reklamlarındaki başarı sahnelerinin aksine 26 Nisan 1986’da Kiev’in 135 kilometre kuzeyindeki Çernobil nükleer santralinde işler pek de iyi gitmiyordu. Çalışmakta olan 4 numaralı reaktördeki olası bir elektrik kesintisi durumunda yedek güç ünitelerinin nasıl davranacağı üzerine yapılan testin daha 30. saniyesinde beklenmeyen bir güç dalgalanması oluşmuştu. Bu durumda o çok övünülen güvenlik sisteminin acil durumu algılayarak reaktörü kapatması gerekiyordu. Var mıdır bilinmez, ama yoksa işte tam da o gün Rusça’ya “lafla peynir gemisi yürümez” atasözünün girmesi gerekiyordu. Zira güvenlik sistemi çalışmamıştı.
Saatler 01.23’ü gösterdiğinde büyük bir patlama sesi duyuldu. Kalbi tamamen eriyen reaktörün 1000 tonluk çelik kapağı yerinden fırladı ve 190 ton radyoaktif madde atmosfere yayıldı.
Kol kırılır yen içinde kalır diye olsa gerek, kazadan sonraki ilk eğilim, kazanın dünyadan saklanması yolundaydı. 29 Nisan’a kadar bu başarıldı da. SSCB, yaptığı ölçümler sonucunda büyük bir radyasyon bulutu tespit eden İsveç’i yalanladı, ancak ABD’ye ait bir gözetleme uydusunun reaktörde yangın olduğunu kanıtlaması üzerine durumu kabul etmek zorunda kaldı.
DAHA ÇOK ÖLMEK İÇİN
Kazanın hemen ardından çıkan yangında 31 kişi yaşamını yitirdi, ancak ölümler bununla sınırlı kalmadı. Kazaya ilk müdahale eden itfaiye erlerinde radyasyon yanıkları oluştu ve bu erlerin çoğu ilk iki hafta içinde öldü. İnsan için ölümcül doz 10 milisivert iken, santraldeki enkaz kaldırma çalışmalarına katılan 830 bin tasfiye memurunun hepsi 165 milisivert radyasyona maruz kaldı. Bu memurların en az 730 bini ciddi şekilde hastalandı ve tahminlere göre 2005 yılına kadar 112 bin ila 125 bin tasfiye memuru yaşamını yitirdi.
Kazanın ardından santralin etrafında yaşayan 350 bin kişi tahliye edildiğinde bu insanlar çoktan radyasyona maruz kalmıştı bile. Yıllar içinde binlerce kişi Çernobil’in etkilerinden dolayı hayata veda etti. “En yıkıcı kaza” olarak tarihe geçen Çernobil nedeniyle dünya genelinde hastalananların, sakat kalanların, ölü doğumların sayısı milyonlarla ifade edildi. Belarus’ta ortalama yaşam süresi 74’ten 58’e indi. Çernobil’in doğaya verdiği zarar ise o kadar büyüktü ki; hesaplanamadı bile.
DAHA ÇOK BÜYÜMEK İÇİN?
“Daha güçlü olma”, “daha çok üretme” ve “daha çok kazanma” vurguları kazanın maliyetinin gölgesinde kaldı. Belarus hükümeti, kazanın yarattığı yıkımın toplam maliyetini 1986-2005 yılları arasında 235 milyar dolar olarak öngörmüştü ki; bu miktar 1991 yılında Belarus bütçesinin tam 21 katıydı. Üstelik bu miktara, örneğin Türkiye’nin uğradığı zarar, İngiltere ya da Almanya’da mağdur olan çiftçilere ödenen miktar, yıllar içinde kanser olan binlerce kişinin tedavi masrafları gibi unsurlar hiç katılmadı. Zaten Belarus da öngördüğü miktarın çok fazlasını harcadı. Kazanın tüm dünyaya çıkardığı maliyeti ise tam olarak hesaplayabilmek mümkün olmadı.
Dünyanın en büyük çevre felaketine neden olan Çernobil nükleer santrali kazanın ardından elektrik üretmeye devam etti. Ta ki 2000’e kadar. Rusya’ya kalsa daha da devam etmeliydi. Ancak Ukrayna santralı kapatmakta ısrarcıydı. Törende dönemin Ukrayna devlet başkanı Leonid Kuçma Çernobil kapandıktan sonra “Dünya, daha güvenli bir yer olacak. Halk barış içinde uyuyacak” demişti. Ancak pek de öyle olmadı. Zira Çernobil’de yüksek radyoaktivite barındıran birimlerin üzeri kazadan sonra 250 bin ton betonla kapatılmış olmasına rağmen bu durum, tehlikeyi hapsetmeye yetmemişti. Betondaki çatlaklardan dışarı sızan radyoaktivite ve malzemenin dayanıksızlığı yeni bir facia olasılığına araladığı kapıyı hep açık tuttu, tutuyor.
EVREN: AZ RADYASYON KEMİKLERE YARARLIDIR
Sadece SSCB değil, Türkiye de Çernobil’in etkilerini gizlemek için üstün çaba harcadı. Belli ki “daha ileriye gitmenin” yolunun bu olduğu düşünülmüştü. -Şimdi de düşünülmediği ne malum?- Dönemin Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) başkanı Ahmed Yüksel Özemre, panik yaratabilir gerekçesiyle radyasyon ölçüm sonuçlarını halka açıklamıyordu. Keza siyasetçiler de. Ancak homurtular başlamıştı bile. Zira başka ülkeler radyasyona karşı önlem alarak o yılki mahsulleri güvenlikli bir biçimde imha ederken Türkiye, başta radyoaktivitenin bulaştığı çaylar olmak üzere ürünlerinin hepsini piyasaya sürmüştü çoktan. İşte dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral böyle bir hava içinde geçti kameraların karşısına. Ve çayda radyasyon olmadığını ispatlamak için “Dinine, imanına inanan radyasyon var, demez” diyerek dikti bardağı kafasına. Bu açıklamadan 6 ay sonra Aral çayda radyasyonun varlığını kabul etmek durumunda kalsa da radyasyonun zararsız olduğu iddiasıyla yine gündemdeydi. Radyasyon sadece bakan düzeyinde zararsız ilan edilmemişti. radyoaktif çay daha lezzetlidir diyen dönemin Başbakanı Turgut Özal ve “Azıcık radyasyon kemiklere yararlıdır” diyen Cumhurbaşkanı Kenan Evren de Aral’dan geri durmadı.
TEMELDEN RADYASYONLU ÇAY ÇIKTI
Radyasyonlu ürünlerin hepsi pazar pazar, bakkal bakkal dolaşırken sütteki radyasyondan kurtulmak için sütten peynir yapılması salık veriliyor, kuru çaydaki radyasyonun demlenmiş çaya geçmeyeceği ileri sürülüyordu. Siyasetçilerin bu gayrı ciddi açıklamaları halk arasındaki paniği daha da arttırmıştı. Panik sebepsiz sayılmazdı. Zira ODTÜ Kimya Bölümü’nden Olcay Birgül, Ali Gökmen, İnci Gökmen ve Biyoloji Bölümünden Aykut Kence yaptıkları deneylerde radyasyonun deme geçme oranının yüzde 63-68 olduğunu tespit etmişlerdi. Bunun üzerine başlayan tartışma sonucunda elde kalan çayların imhasına karar verildi. Ancak doğadan izole edilmesi gereken 58 bin ton radyasyonlu çay, içerdiği radyasyonun toprağa ya da yer altı sularına bulaşması olasılığına karşın hiç bir önlem alınmadan 1989 yılında çuvallarla toprağa gömüldü. Gömülen bu radyasyonlu çay çuvalları 2009’da Rize’de inşaat temeli kazılırken kepçenin ucuna takılmış bir biçimde ortaya çıkıverdi. Çaylar ortalığa saçılmıştı ve hala tehlikeliydiler. Kazadan bir kaç yıl sonra, 1986’dan kalan fındıklar okullarda öğrencilere, kışlalarda erlere dağıtıldı. Şifa niyetine! Neyse ki siyasetçilerin, yurttaşların hayatını hiçe sayarak yaptıkları ciddiyetsiz açıklamalar son bulmuştu. Lakin nükleer ısrarı şimdi de “düşecek korkusuyla uçağa binmiyor musunuz?” şeklindeki başka ciddiyetsiz açıklamaları beraberinde getirdi. Mesele hep bir kandırmaca üzerinde yükseldi, Akkuyu Nükleer’in reklam filminde oynayan oyuncu dahi nükleer reklamında oynadığını
sonradan öğrendi. Tıpkı kanserden kaybettiğimiz sevgili Kazım Koyuncu’nun dediği gibi yani; bizi radyasyon değil bizi Türkiye’deki sistem kanser etti.
900 BİN KİŞİ ÖLDÜ
Dünya üzerinde 5 ila 8 milyon insanı etkileyen Çernobil nükleer felaketinden dolayı kaç kişinin öldüğüne dair görüş birliği oluşturulamadı. Bunun en büyük nedeni Prof. Dr. Hayrettin Kılıç’a göre o dönemde yörede yaşayanların sistematik olarak başka yerlere yerleştirilmesi ve insanların tıbbi kayıtlarının yok edilmesi idi. 2005 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Atom Enerji Ajansı (IAEA), o zamana kadar Çernobil kazası yüzünden ölen insan sayısını 4 bin olarak duyurdu. Ancak bu rakam pek de güvenilir bulunmadı, zira dünyanın sağlığını korumakla yükümlü olan WHO ile nükleer enerjiyi yaymakla yükümlü olan Uluslararası Atom Enerji Ajansı (IAEA) arasında 1959 yılında bir işbirliği anlaşması imzalamış ve bu iki kurum bazı gizli bilgileri, gerek gördükleri takdirde, açıklamama kararı almıştı. Greenpeace’e göre 1990-2004 arasındaki Çernobil kaynaklı nükleerin sayısı sadece Belarus, Rusya ve Ukrayna’da 200 bin idi. Rusya’da bağımsız araştırma yapan üç bilim insanına göre ise Asya’dan Avrupa’ya kadar etkileri yayılan bu kazanın sebebiyet verdiği ölüm sayısı 2011’e kadar 900 bine ulaştı.
KANSER VAKALARINDA ARTIŞ
1982-1992 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, bölgede kan kanseri oranında yüzde 286, kemik iliği kanseri oranında yüzde 250 ve çocukluk çağı kanserlerinde yüzde 250 oranında artış tespit etti. Hopa’da Türk Tabipler Birliği tarafından Çernobil’in etkileriyle ilgili yapılan çalışmaya göre 2003-2006 yılları arasındaki ölümlerin yüzde 47.9’u kanser nedeniyleydi ki; yaşamını kaybedenlerden biri de sanatçı Kazım Koyuncu idi. Yapılan gözlemlere göre Çernobil’den sonra kanser oranı artmıştı artmasına ancak eldeki veriler kanser ile Çernobil arasında bilimsel olarak bağlantı kurmaya yetmiyordu. Zira Çernobil’in ardından kazadan etkilenen pek çok ülke kanser istatistiği tutarken Türkiye buna gerek görmemiş ve hatta bu işi geçiştirmişti. Bunun nedenlerinden biri sağlık alanında tanı koyma, genel hastalık ve ölüm kayıtları tutma sisteminin yetersizliği ise bir diğeri de hükümetin n·leer hevesi ve nükleer lobiyle yaptığı iş birliği çerçevesinde konuyu toplumdan gizleme çabasıydı.