VARDİYADA NEFES ALMAK ‘Bir gece, bir gündüz’
“Akşam 21:00 oldu mu nefes almayı unutuyorum. İç organlarım yer değiştiriyor sanki; ciğerlerim aşağıya, böbreklerinden yukarıya… Deminden beri kızımın biri bir odadan, diğeri bir odadan arıyor. Eşim ayrı bir şey soruyor. Ben burada çalışmaya çalışıyorum. Cep telefonu iyi mi kötü mü bilemedim. Telefonla çocuk büyütüyoruz. Mutlu değilim, mutlu olmam için bir neden yok ki.”
Ne olabilir ki bu gece ve gündüz? Biri aydınlık, biri karanlık. Belki birçok insan için farklı bir anlamı yoktur. Gündüz ışığın olduğu, güneşin doğduğu, gece de gökyüzünde ay ışığının olduğu andır.
Bir de fabrikalarda “vardiya” adı altında işçilerin ardışık çalışmasına bakmak gerekir. Onlar için ne ifade ediyor? Anlamı ne?... Hele bir de kadın işçiyse, gece ve gündüz çok fark eder. Kadın işçi olmak zaten bugünkü koşullarda yeteri kadar zorken, üzerine bir de vardiyalı çalışmak tuzu biberi. Her hafta yeniden düzen kurmaya çalışmak, çocuklar varsa bir de sabah onların okula gitmesi, okuldan gelince yemeklerinin hazır olması gerek. Eh bir de evdeki işlerin halledilmesi var! Sıralamaya gerek var mı? En ilericisinden en gerici diye düşündüğümüz eşler dahi kadının çalıştığını göz ardı ederek, kadına biçilen rolün gerçekleşmesini istiyor.
Gündüz 08-16 demektir. Gece 16-24 (bir de 24-08 olan yerler var). Biz iki vardiya çalışıyoruz neyse ki, 24-08’i düşünmek dahi istemiyoruz. Arada bir tehdit unsuru olarak kullanılsa da kendimizi kötünün iyisi olarak şanslı sayıyoruz.
GENE GECEDEYİM
Sabah bulaşık, yemek, biraz ütü, bir yudum kahve derken saat geliveriyor. Servis saati. Bir de çevredekilerin “Ne güzel evin işini bitirip öyle gidiyorsun” söylemleri… Sanki gezmeye gidiyoruz. Servise oturduğumda yorulduğumu anlıyorum. Önümde çalışmamı gerektiren sekiz saatim var, serviste oturma süresini kâr sayıyoruz.
Haftanın ilk gününden itibaren karşımda çalışan arkadaşım dikkatimi çekiyor. Kulağında telefon var sürekli, anlıyorum onu. Telefonda çocukları idare etmeye çalışıyor. Bir zamanlar ben de öyleydim, gece vardiyasında ‘sorun çözdüğümü’ hatırlarım.
24:00 eve git, yeniden dağılmış evi topla, sabah kalk kahvaltı hazırla o günün işlerini yap, kısır bir döngüde dön dur. Dört duvar dedikleri, sürekli floresan ışığı altında, yüksek sesli bir ortamda seri imalattayız. Sayı yetiştirme telaşı bir tarafta, evdeki çocuklar bir tarafta. Bazen duvarlar üstümüze gelir; öyle hissederiz...
“Offf yeter” diye bağırması ile kendime geliyorum arkadaşımın. “Akşam 21:00 oldu mu nefes almayı unutuyorum. İç organlarım yer değiştiriyor sanki; ciğerlerim aşağıya, böbreklerinden yukarıya… Deminden beri kızımın biri bir odadan, diğeri bir odadan arıyor. Eşim ayrı bir şey soruyor. Ben burada çalışmaya çalışıyorum. Cep telefonu iyi mi kötü mü bilemedim. Telefonla çocuk büyütüyoruz. Mutlu değilim, mutlu olmam için bir neden yok ki” diye hayıflanırken ben elimde öylece kalan cihazlara bakıyorum.
“Ben de böyle büyüttüm çocukları” diyorum kendime... “Peki mutlu muyum? Benim de organlarım yer değiştiriyor mu? 3 saat uyku ve onca yükle bir kadın nasıl mutlu olabilir?” Başımı kaldırıp etrafımı seyrediyorum. Kadın işçilerin kimi telefonla çocuklarını yönlendiriyor, kimi bir an önce işini bitirip mola verme derdinde. Ama hepsinin, ben de dahil, yüz ifadesi mutsuz.
Yemek saatinden, uyku düzenine, sindirim sisteminden, sinir sistemine (hele ki bir de regl dönemindeyken hormonal değişimine tahammülü eklemek gerek) her hafta yeniden düzenlemeye çalışmak, en az çalışmak kadar yorucu. Ve erkek işçilere nazaran daha bir yorgunuz. Günyüzü görmeden, yapay ışıklar altında, nefes almayı unuttuğumuz, kendimizden vazgeçip, gündüz vardiyasının gelmesini istediğimiz “geceler”dir bizim için gece vardiyası.
Metal işçisi bir kadın / İSTANBUL