İlk kez anne olan kadınlar anneliği yazdı
Anneler Günü kutlamaları, Antik Yunan’da pek çok tanrının ve tanrıçanın annesi Rhea onuruna verdikleri yıllık ilk bahar festivaline kadar dayanır.
Anna Jarvis’in kaybettiği annesi için 1908’de başlattığı anma günü ise bütün dünyada Anneler Günü kutlamalarına dönüştürüldü. Biz de bu yıl ilk kez anne olan ve annelik mutluluğunu, sıkıntılarını bizim için kaleme alan Pelin, Esen, Edge, Çiğdem ve Sevda’nın şahsında bütün annelerin anneler gününü kutluyoruz.
ANNEMDEN ÖĞRENİYORUM
Esen ÇETİN
Annem hep derdi ‘Anne olunca anlarsın’ diye. Haklıymış. İnsan anne olunca daha iyi anlıyor annesinin yaşadığı, hissettiği o kocaman sevgiyi ve endişeyi. Bir çocuk olarak bir çocuğun annesine duyduğu sevgi ve hassasiyeti anlayabilirdim her zaman ama bir annenin çocuğuna duyduğu o kocaman sevgi anlamsız gelirdi. Ta ki anne olana kadar. İşte tam da burada anlam kazandı ‘anne olunca anlarsın’ cümlesi.
Çocuk sahibi olma konusunda her zaman çok endişeliydim. Kendime dair endişeler ve yaşadığımız dünyaya dair endişeler. Bütün bu endişeler bitmedi tabii ki ama en azından bir süreliğine kenara kaldırıldı. 38 haftalık keyifli, bol şımartılmalı bir gebelik sürecinden sonra oğlum Aren’i kucağıma aldım. Ağlayan, pespembe ve minnacık bir bebek ve korkudan tirtir titreyen bir anne.İşte bu umutsuzluğa kapıldığım, anneliğin üstesinden gelemeyeceğimi düşündüğüm andı.Tam 22 gün oldu Aren aramıza katılalı. Hâlâ şaşkın, güvensiz ve ürkeğim. Ben Aren’e alışmaya çalışıyorum Aren bana alışmaya çalışıyor ve giderek bağlanıyoruz birbirimize. Birdenbire hayatıma giren ve herşeyin üzerinde tuttuğum ufacık bir varlık. Birden bire değişen bir hayat. Zor oldu evin en küçük çocuğu olarak anneliğe terfi etmek. Uykusuz geceler, 2-3 saatte bir yaşanan emzirme seansları, minnacık bedene minnacık kıyafetleri giydirme savaşı. Sonuçta her seferinde kan ter içinde kalan acemi anne ve onunla kan ter içinde kalan minik bebeği.
Annelik içgüdüseldir derler.Bazı şeyler içgüdüseldir ama ben anneliği bir parça da annemden öğreniyorum. Kendine güvenecek bir anne olmaya çalışsan çocuğuna anneliğe dair tüyoları veren anne. İşte annelik böyle bişey sanırım. Çocuk kaç yaşında olursa olsun anne hep annedir çocuksa hep çocuktur. Hep koruyucu, sahiplenici, kendi rahatından, uykusundan ödün veren kişi.
O İLK BAKIŞ İLK DOKUNUŞ
Çiğdem NASUHBEYOĞLU
“Hamile kadın dışarı çıkmasın, kadın üç çocuk yapsın, dizini kırıp evde otursun. Ev işleriyle uğraşsın, kocasının gönlünü hoş tutsun” sözleri bir yanda. Diğer yanda da nerdeyse her gün bir kadın cinayeti . İçimizi her gün yeniden karartan kadın haberleri. Bunların olduğu bir dönemde anne olmak, nasıl anlatılır ki? Bunlara rağmen biz kadınlara özel hayatın sadece bize sunduğu güzelliği anlatayım size. Anne olmak yani hayata yeni bir can katmak.
“Anne olunca anlarsın” derdi annem ama umursamazdım. Gülüyorum şimdi kendime bu sözleri hatırlayınca. Çocukluğumda annemin eteğinin dibinden ayrılmazdım. Sonra genç kızlık dönemim var. Avare bir o kadar da hırçın. Zaman geçti sevdiğim, hayat yoldaşımla yaşamımı birleştirdim. Şimdi ise çiçeği burnunda bir anneyim. Şimdi can annemi daha iyi anlıyorum.
Doğumhanede o minik gözlü, minik elli bebeği yanağıma dokundurdukları o anı hayatım boyunca hiç unutmayacağım. Kokusu, sesi, bakışı, sıcaklığı o kadar güzeldi ki ne kadarını anlatabilirim bilmiyorum. Sanki o an her şey durmuştu. Bir tek ‘O’ vardı.
Uykusuz ve yorgun geçirilen gecelerin ardından hâlâ ayakta durabiliyorsam, durabiliyorsak bu kadınlar olarak yarattığımız mucizenin bir sonucudur. Geceleri emzirme seansları, bez değiştirme ya da gazı mı var, neden ağlıyor diye kaygıları mutlaka hepimiz yaşıyoruz. Sanki hayat hep böyle devam edecekmiş gibi geliyor. Ama zaman o kadar hızlı geçiyor ki 2 ay 14 gün olmuş, Ali Çınar hayatımıza ortak olalı. Gaz sancıları nedeniyle onun için başlayan kaygılarımın bir ömür boyu süreceğini biliyorum. Bu kaygıyı taşıyan tüm anneler ve kadınlar olarak çocuklarımızın daha güzel, yaşanılır bir ülke ve dünyada yaşaması için biz kadınlara ve annelere de çok büyük görev düşüyor, bunu da biliyorum.
Bu yazıyı dünyaya geldiği andan itibaren hayatıma ve hayatımıza en büyük güzelliği katan oğlum Ali Çınar’a teşekkürle bitireyim. Belki bir gün okur. Oğlum “İyi ki doğurmuşum seni. O tarifi zor güzel duyguyu bana yaşattığın için teşekkür ederim sana can oğlum.”
HER ANI ÇOK KIYMETLİ
Başak Edge GÜRKAN
Onunla ilk karşılaşmamızda duyduğum heyecan ve mutluluk bir yana ilk düşündüğüm artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. Bizim için yeni bir hayat başlıyordu. Hayatımızda artık yeni biri vardı. Gelişini aylardır heyecanla bekliyorduk. Aramıza katıldığı gün hem çok acılı hem de çok sevinçli bir gündü. Bekleyiş bitmişti. Onu kucağıma aldığım ilk an duyduğum mutlulukla birlikte aynı zamanda bir endişe de sarmıştı içimi. Şimdi bu küçük sevimli bebişe nasıl bakacaktım ben nasıl büyütecektim. Ya bakamazsam, beceremezsem ya bir zarar verirsem endişesi için için kemiriyordu içimi. Sonra bir an düşündüm binlerce yıldır milyon hatta milyarlarca kadın bunu başarmış ve de başarmaya devam ediyor. Ben neden başarmayayım ki. Bir de tabii binlerce yıldır devam eden deneyim aktarımı var. Ne olursa olsun endişeler hiç bitmiyor. Ona bir şey olur endişesi ve korkusu hep devam ediyor. Küçücük bir canlı her şeyiyle bana muhtaç. Yazık hiçbir derdini söyleyemiyor. Ağladıkça anlamaya çalışıyorum neye ağladığını bazen anlayamıyorum birlikte ağlıyoruz. Ama sevgisi bambaşka hiçbir sevgi gibi değil. Öyle güzel ki tüm uykusuz gecelere, tüm zorluklarına rağmen onun bir bakışı bir gülüşü her şeye bedel bir de bu zor günlerin biteceğini bilmek elbette ayrı bir güç veriyor insana bitecek her çocuk gibi o da büyüyecek. Büyüdükçe başka dertleri olacak ve bir daha bu zamanlarına asla dönemeyeceğiz. O yüzden her anı çok kıymetli benim için. Ona baktıkça iyi ki doğurmuşum diyorum. Çünkü hayatta bu duyguyu yaşatacak başka bir şey yok.
HAYATI YAŞANABİLİR KILANLARA
Pelin ÖZCAN GURBETOĞLU
OĞLUM… Can’ım Ozan’ım… Can Ozan’ım… Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bildiğim tek şey, nasıl anlatsam eksik kalacak; hiçbir cümle tarif edemeyecek hislerimi, yaşamıma kattığın anlamı. Daha dün gibi senin hayatımıza katılacağını öğrendiğimiz an ve minik bir hücreden kocaman bir bebeğe dönüşüm sürecin. Cem ile beraber seni her göreceğimiz ultrason muayeneleri için gün sayışımız, o hiç anlaşılmayan ultrason fotoğraflarına bakıp duruşumuz, karnımdayken ilk hareketlerini duyma çabamız ama tabii sonrasında dışarıdan bile izlediğimiz, neredeyse içerde halay çekiyor dediğimiz hareketlerini görüşümüz…Ve sonra o büyük kavuşma, o hayatımda bulutlara dokunduğumu hissettirecek kadar mutluluğun doruklarına çıktığım an; seni gördüğüm an… Can Ozan’ım hoş geldin…İyi ki geldin… Yaşadığımı hissettirdiğin için, ayak tabanlarındaki kadife katman için, içimi eriten o mahcup gülümseyişin için…
“Anne olunca anlarsın” derdi annem. Anne oldum, artık anlıyorum annemi, anneleri. Kadın şefkatinin üzerine bir de anne şefkati ekleniyor çünkü . Var olanı değiştirecek, olmayanı kuracak bir güç geliyor insana ve güzelleşiyor hayat. Can Ozan’ım bugün yaşadığım ilk Anneler Günü… Sana ve senin gibi miniklere yaşanası, güzel, güneşli günler bırakabilmek için artık daha çok okumak gerek, daha çok öğrenmek ve daha çok mücadele etmek gerek. Sonsuz sevgiyle, kardeşlik ve barış içinde hep beraber yaşayacağımız daha nice günlere… Hayatı yaşanabilir kılan anneme ve tüm annelere selam olsun…
HAKİKATLİ BİR EMEK SÜRECİ, HAKİKATLİ BİR YORGUNLUK, HAKİKATLİ BİR ZENGİNLEŞME
Sevda KARACA
Çok değil 5 ay önceki ben, bugünkü benin yapabildiklerine, işaretleri okuma, duruma müdahale etme kapasitesine, tahammülüne ve hızına baksa, elinde kağıt kalem neyi nasıl yapıyor, neden yapıyor not almaya başlardı. Bugün ise gün geçtikçe daha da olağanlaşan bir olağanüstü emek harcayarak “annelik etme”nin neye benzediğini öğrenmeye çalışıyorum. Kağıtları kalemleri bıraktım, kendime ve kendimden olana bakıyorum, aynı dertleri yaşayan canım kadınların dikte etmeyen deneyimlerine bakıyorum, birikenleri paylaşıyorum onlarla. Hâlâ anlamaya çalışıyorum… Ve anladım ki, hep anlamaya çalışacağım.
Hakikatli bir emek süreci, hakikatli bir yorgunluk… Ve aslında bazı şeyler başka türlü olsa hakikatli bir zenginleştirici deneyim… Tam da bu nedenle hiç de uhrevi olmayan, tam tersine tamamen bu dünya ile ilgili olan, materyal bir deneyim annelik. Tam da bu “dünyalıklı” hal nedeniyle öte tarafın cennetine basmayı beklemek yerine bu dünyanın kadınlar ve çocuklar için cennet hale gelmesine uğraşacak hareket potansiyeli var kadınların. Tam da bu materyal hakikat, bir insan yavrusunun nasıl da büyük emeklerle büyüdüğü hakikati, kadınların hayata daha çok sahip çıkmasının zemini. Ve “Bu kadar emek verdim, emek verdikçe değiştim, değiştirdim” gerçekçiliği…
Kadınlara “annelik” rolünü doğallaştırarak yapıştırmanın bize ettiği en büyük eziyet ne biliyor musunuz? Başımıza ne geleceğini biliyormuşuz gibi düşünmemize neden olup, sonra da bizi korkutucu bir endişe ve çaresizliğin kollarına atması… Hem “iyi bir anne” olabilmek, hem de “yok yeaa ben aslında eskisinden farklı değilim”i göstermek adına “Her işe yetişen süper kadın” olabilmek için çırpınırken daralmak, o işlere şuncacık deneyim ve bilginle tek başına yetişmen mümkün olmadığı için “eksikli” hissetmek… Gündelik yaşam akıp giderken sadece “annelik etmek” istemediğin için gözün kulağın hayatta olsun diye uğraşırken, “sen yeni annesin” inceliği gösterdiğini düşünerek sana el atmayanların aslında seni yalnızlaştırdığını görmemesi… Annelik etmeye eşlik eden endişe, suçluluk, yetersizlik duygusu… Sonra o endişe ve çaresizlikten çıkmak için bir sürü kalıpla şekillendirilmiş “ideal annelik”in içine hapsolma zorunluluğu duymak… Kendine ve kendinden olana değil de hep başkasına, hep “ideal” diye anlatılana bakmak… Derken her şeye yetişmek ve hiçbir şeye geç kalmamak için, annelik etmeyi anne ile çocuk arasındaki ilişkisel bir durum olmaktan çıkararak bir “uzmanlık” alanı haline getiren bu düzenin kural ve kaidelerinden medet ummak … (Valla ‘alternatif anne’ olmanın bile bir sürü kuralı kaidesi kitabı jargonu var bu dünyada ) Ve sonra çocuk bakımının inanılmaz emek ve tahammül gerektiren incelikli işlerini temel olarak annenin görevi haline getiren o “iyi annelik” kurallarının cenderesinde, “Ben aslında böyle yapmayacaktım, ne oldu da yapar oldum” diye düşünür hale gelmek … Her şey karmaşık bir “iş”e dönüşürken, çocuğunu izleyip ne istediğini, nasıl istediğini onun kendine özgü hallerine, senin onunla kurduğun ilişkiye bakarak anlamak yerine başkasına, başka şeylere bakarak anlamaya çalışmak… Eee, çocuk dediğin de o kural ve kaidelere uymaz bir varlık olduğu için beceriksizleşmek, korkmak, korkmuyorsan da korkutulmak… Oysa bir deneyim ve öğrenme süreci olarak yaşayabilsek annelik etmeyi, o bıktırıcı ve yorucu ritüellerin zenginleştirici, ortaklaştırıcı, uzlaştırıcı bir biçimde paylaşılmasının yolları, yöntemleri genelleşebilse, yani annelik etme çocukla kadının karşılıklı potansiyel öğrenme sürecine dönebilse… ah bir kurtulsa kadınlar her şeyi bilmek zorunda olan o “iyi annelik” diktasından! İşte bu olmasa, sana senin anneliğini böyle yaşatmasalar aslında bir kadının yaşayabileceği müthiş zenginleştirici bir deneyim olabilir annelik. Belki de bundan korkuyorlardır?!