10 Mayıs 2015 01:00

Düşmanım otel yakanlar değil

Eren Aysan romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nün de sahibi oldu. Daha önce Bir Eflatun Ölüm’ü yazan Eren Aysan’la yeni romanı Gece Uyurken’i, ortaklığın romanını konuştuk.

Paylaş

Sevda AYDIN
İstanbul

Sivas’ta yakılan Şair Behçet Aysan’ın kızı olan Eren Aysan’ın ilk romanı Gece Uyurken yayımlandı. Böyle önemli bir yaşama sahip olan Aysan, elbette romanın ilk cümlesini gördüğü en büyük acının anından kuruyor. Sayfalar ilerledikçe koca bir ülkenin belleği, erken öldürülen kalemleri ve geride kalanların hikayeleri dökülüyor. Ardından Lübnan, Filistin, Amerika ve Arjantin’den de hikayeler giriyor romana. Farklı yüzler, farklı diller farklı isimler... romanda tüm bunları ortaklaştıran ise yaşanan trajediler.
Eren Aysan romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nün de sahibi oldu. Daha önce Bir Eflatun Ölüm’ü yazan Eren Aysan’la yeni romanı Gece Uyurken’i, ortaklığın romanını konuştuk.

Gazel’le aranızdaki ortaklıklardan bahsetmek istiyorum ilk olarak. Sizler, yani yakınlarını faili meçhulde yitirenlerin serüvenleri farklı farklı olsa da hayatlarının merkezinde duran o “kaybedişin acısı” hep ortak... Dolayısıyla bu ortaklığın romanı çıkmış ortaya...
Aslında çok uzun yıllardır ezber edilmiş bir hikayenin etrafında sürükleniyoruz. Yaklaşık on yedi bin faili devlet olan meçhul sayımızla tahmin edilenden çoğuz; buna karşılık bir ülkenin utanmasına sebep olacak kadar yalnızız. Öte yandan siyasi saikle öldürülenlerin yakınlarının her biri kendine özgü hikayelerle benzer serüvenlerden geçiyorlar. Nasıl mı? Yakınlarımıza ait davaların bir çoğunun soruşturma ve kovuşturması yıllarca sürdü, cinayetler hiçbir şekilde aydınlatılamadı. Kimimizin on yıllardır açık davalarında geçen kilit isimler bir diğerimizin dava dosyasında karşımıza çıktı. Tetikçilerden, maşalardan başka yargı önüne taşınmayan sorumlular, ödüllendirilen, terfi ettirilen, devlet kademelerinde yüksek mevkilere yerleştirilenler, torba yasalarla salıverilen suçlulara alıştık. Evrensel insan haklarına aykırı tüm uygulamaların yüzümüze baka baka işletilmesi ve “zaman aşımı” olgusu peşimizi hiç bırakmadı.
Bir de hiç gün yüzüne çıkarmak istemediğimiz mahremiyetimiz var. Kimse anlamak istemez; Sabahattin Ali öldürüldükten sonra uyuyamayan eşinin, kızı Filiz’i de akşamdan sabaha ayakta durmaya zorladığını… Kimse bilmez, Ümit Kaftancıoğlu’nun çocuklarına bağlanması gereken maaşı devletin esirgediğini; bu paraya kavuşmak için ailenin ne çilelerden geçtiğini… Bense babamın ölümünden bu yana “yenilgi” duygusunu üzerimden atamadım. Sanki o ana kadar her şeyin çözümü vardı. Şimdi ise yok! Üstelik bunun bir duygu değil, ağırlığını ve soğukluğunu günden güne hissettiren gerçek olduğunu biliyorum. O yüzden bu romanı kendimi yatıştırmak için yazdım diyebilirim. “Ortaklığın romanı” yorumunuza da pek sevindim.  

Gazel’i, yaratılan bir kahramanı Türkiye’nin en önemli sancılarının ortasında büyütüyorsunuz. Okuru bu büyüme hikayesiyle nereye çekmek istediniz?
Şunları sorunuza ekleyebilirim, kendi özelimde... Bir aydının kızı olarak yaşadığım süre içinde bilenmedim. Öfkelenmemeye, tersine anlamaya çalıştım. Hınçla büyümedim. O meşum günde bile katilden nefret edemedim. Çünkü ayaklanmaya kalkan cehaletin neler yapabileceğini görmek, anlamak, bu sağduyuyla yaşamak zorundaydım. Düşmanım otel yakanlar değil, onları bu duyguya sürükleyen anlayış ve cehaletti. Linç kültürünün doğu toplumlarında nereye kadar uzanabileceğini görmezden hiçbir zaman gelemedim. Hindistan’da elli adamın saldırdığı, tecavüz ettiği sonra ölüsünü bir ağaca astığı on üçünde, on dördünde genç kızlar var ya… O kızlara “namussuz” diye saldıranların sizce duygusu nedir? Kendi ülkesinde peki şairini, yazarını, ozanını, semah dönen genç kızlarını, delikanlılarını yakan ve bu zihniyeti korumaya çalışanların duygusu nedir? Anlamaya çalıştığım yalnızca buydu.

TARİHİN BELLEĞİ İNSANIN DA BELLEĞİDİR

Gece Uyurken’i okurken başından beri bahsettiğimiz ortaklığın çok daha derinlerde başka kavramları sorguladığını görüyoruz. Özellikle dünyada yaşanan şiddetin sistemine dair kavramların peşinde olduğunu görüyoruz....
Derdim, daha geniş bir coğrafyada şiddet sarmalının nasıl yoğunlaştığını göstermeye çalışmaktı.  Bu nedenle yalnızca Türkiye’ye yer vermedim romanın büyüyen çocuğu Gazel’in yaşam haritasında... Bambaşka ülkeleri de içine alan bir maceraya akmasını istedim. “Gece Uyurken”de, geçmiş ile bugün arasında pek çok ülkeden geçiyor Gazel’in ailesi. Yaşadığımız coğrafya sürgünlerin, öldürümlerin, savaşların, acıların sıklıkla taştığı bir nehir gibi. Dolayısıyla ailenin tarihi kısmen de olsa kahramanın belleğinde bütünleşiyor. Şunu unutmamak gerekir: Tarihin belleği bir anlamda insanın kendi belleğidir. Bu noktada emperyalizmin istediği yeri kan gölüne, istediği yeri de nasıl gül bahçesine çevirebileceğini dolaylı da olsa vurgulamak istedim.

Kitabın masal havasına renk katan Seydi adındaki Cüceden bahsedelim biraz. Neden bir cüce kahraman?
Genellikle romanlarda cüceler itici, kötücül ve rahatsız edici tiplerdir. Bense tam tersine bilge, olağanüstü güçlerini zaman zaman kullanan ama bunu masalsı bir biçimde gerçekleştirmeye çalışan, herkese yardımcı olmaya çalıştığı halde ötelenen bir roman kişisi tasarladım. Gazel’in çocukluğunda iletişim kurabildiği güçlü bir kahramana ihtiyaç vardı. Üstelik Cüce ile Gazel çocukken boy olarak da eşitlerdi. Belki bu fiziksel eşitlik  onları yakınlaştırıyordu. Öte yandan anlattığı hikayeler Gazel’in yaşamının büyük bir parçasını oluşturuyordu. Cüce’nin Gazel çocukken anlattığı heyecanlı, masal tadı veren hikayelerdi yalnızca. Bütün bunlar Cüce’nin yani Seydi’nin romanın bir parçası olmasını sağladı. Önce rüyalarımda yer aldı, sonra roman kişisi olarak geldi oturdu yanıbaşıma. Açıkcası romanda en çok korktuğum kişi Cüce’ydi yazarken. Çünkü o zaman zaman gerçeküstü bir yaşamı gösteriyor. Ölümü de sıra dışı zaten… Cüce, kurgu açısından da birleştirici, yapıştırıcı oldu romanda.

GEZİ’DEN SONRA AİLEMİZE YENİ ÜYELER EKLENDİ

Toplumsal Bellek Platformunun üyesisiniz siz de. Platformun bugünlerde gündeminde neler var?
Bizler aslında, 2009 yılında Ümit Kaftancıoğlu ailesinden Canan Kaftancıoğlu’nun çabasıyla bir araya geldik. Sıcak bir haziran günü babalar günü etkinliğinde buluşan, bu coğrafyada yaşamının önü kesilmiş on altı aileydik. Hatta etkinliğin adı: “Benim Babam Bir Kahramandı” idi. Bu isim kimseyi yanıltmasın. Bizler kahraman babalar yahut kahramanlaştırılan babalar düşlemedik. Hatta Brecht’in “Ne yazık kahramanlar yetiştiren toplumlara…” söyleyişi zihnimizdeydi.Yalnızca hayatımızın çok çeşitli dönemeçlerinde yanımızda olan, iyi ve kötü zamanlarımızda sarılabildiğimiz, başımızda omuzlarımızı istediğimiz babalarla hayatımızı sürdürmeye niyetlendik. İstedik ki, devlet kahraman olsun, bizim babalarımızı, bu ülkenin de yazarlarını, şairlerini, gazetecilerini, aydınlarını korusun! Sonrasında birlikteliğimizi bir platformla yarı resmi bir noktaya sürüklemek istedik. Bu ülkedeki hukuksuzlukları göstermek adına Dink davasında bir araya geldik. 11 Şubat 2010 günü meclise gittiğimizde artık yirmi altı aileye ulaşmıştık. İsteklerimiz son derece somuttu: Ülkemizde siyasi cinayetlerde zaman aşımı ortadan kaldırılsın, meclis araştırma komisyonlarına işlerlik kazandırılsın… 11 Şubat 2010 tarihinden bu yana, CHP ve BDP milletvekilleri tam yirmi iki defa isteklerimiz doğrultusunda, önergeler verdiler. Her biri iktidar partisi tarafından defalarca reddedildi. Süreçte arzularımız gerçekleştirilmediği için, Türkiye’de sendikal hareketin öncü isimlerinden, 1980’de öldürülen Kemal Türkler davası zaman aşımı nedeniyle düştü. Sivas davası aynı kaderi paylaştı. Cevat Yurdakul’un, Zeki Tekiner’in katilleri aynı şekilde salındı. Gezi’den sonra hiç genişlemesini istemediğimiz derin ailemize yeni üyeler eklendi. Onların da adalet serüveninin aynı olduğunu görmek kuşkusuz büyük bir yıkım yaratıyor insanın üzerinde… Şimdi ise yepyeni bir zaman aşımı olgusuyla karşı karşıyayız. Cumartesi anneleri kendi çocuklarının acısıyla bir kere daha kıvranıyor. Şimdi de Hasan Ocak davası zaman aşımıyla burun buruna.

ÖNCEKİ HABER

İlk kez anne olan kadınlar anneliği yazdı

SONRAKİ HABER

Mahabad’da ne oldu? Ne olabilir?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa