10 Mayıs 2015 06:15

Hakkı ÖZDAL

Mayıs 2015’in ilk günleri… Türkiye Cumhuriyeti’nin “1 numaralı” koltuğunda oturan Tayyip Erdoğan, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Batman’da, sağ elinde bir kitap, sol elinde artık ‘usta’lıkla kullandığı bir mikrofon tutarak; önündeki meydanlara toplanmış -eskisine oranla son derece cılız- topluluklara, vasatın çok altında bir söz gücü ama ortalamanın çok üstünde bir bağırtıyla kime oy vermeleri ve kime vermemeleri gerektiğini anlatıyor… Taşra camilerinde, 80’lerden kalma bir bayrak töreni neşredilen ortaokul avlularında, cezalı taburların içtima alanlarında rastlanacak türden bir aleladelik… 

Hayalindeki düşman tam karşısındaymış gibi, tutkuyla, kavga edercesine bağırıyor. Konuştuğu kentlerde oyların büyük çoğunluğunu alması beklenen parti ve çevresi için “Zerdüşt bunlar” diyor. 
“Qur’ana Piroz” yazıyor elindeki kitabın üstünde. Zaten ‘söz’ünün merkezinde de o kitap var. “Bunlar Zerdüşt, biz Müslümanız, bu elimde görmüş olduğunuz, sizin dilinizde Kuran’dır, bunu biz yaptık, oyunuzu bize verin” diyor. “Size Kuran veriyoruz, bize oy verin” diyor. Kürtlerin dindar olduğunu, Allah’tan korktuğunu -ve galiba artık başka hiçbir şeyden korkmadığını- biliyor. Zamanı dar, cephaneliği boş; Kürtlere söyleyebilecek hiçbir şeyi yok artık. Sözü bitmiş ve “Allah’ın kelamını” yardıma çağırıyor; sektörünün eskilerinin ‘iki anahtar’ sallaması gibi “Qur’ana Piroz”u sallıyor sağ elinde. 

2006 Martında Diyarbakır’da, cenazelerini defnetmek isteyen insanların üzerine “Kadın da çocuk da olsa gereği yapılacak” diyerek gönderdiği zabitleri vardı. “Gereğini” yaptılar. 2006 Martında Diyarbakır’da “Qur’ana Piroz” yoktu; ama 8 yaşındaki Enes, 14’ündeki Mahsun ve başka çocuklar için yakılan ağıtlar Kürtçeydi; nenelerinin ve dedelerinin dua ve lanetleri, analarının Allah’a yakarışları Kürtçeydi. 

Roboski’de de öyle… Cizre’de, Lice’de, Bingöl’de, Ağrı’da da…

Bunu kendisi de biliyor. “Size dininizi ben getirdim” dercesine kitap sallaması, Diyaneti, inayeti, hidayeti seferberlik emriyle göreve çağırması; o Kürtçe ağıtlar ve dualarla ‘kutsanmış’ ve birleşmiş bir gücün, şimdi kendi yenilgisinin duble yolunu döşüyor olmasının kızgınlığından, çaresizliğinden. 
13 yıldır girdiği her ‘seçimi’ kazandı. Ama bu kez “birinci” olması kazanması anlamına gelmeyecek. Sayıların simyasıyla toplumun burnuna dayadığı ‘meşruiyeti’ öyle bir noktaya geldi ki, oy sayısıyla ulaşması imkansız bir yeniden üretimi, HDP oylarının tasnif dışı bırakılmasıyla elde edilebilecek bir Meclis aritmetiği üzerinden yapmak istiyor. Baş edemediği korkularından muskalarla, efsunlarla kurtulmaya çalışan bir lanetli gibi; geriye kalmış son silaha sarılıyor. Zaferi her çağırdığında yenilginin gölgesi düşüyor üstüne; kendisini artık meydanlardan değil, maruz kaldıkları televizyon ekranlarından izleyen bir halka “kitapsızlar” diye bağırıyor umutsuzca. Artık devlet olmuş İslamcılığının mumu sönerken, devleti en iyi tanıyan halka ‘ben sizin dininizim’ diyor: Onlar Zerdüşt, bunlar Alevi, şunlar Ermeni…

***

Altan Tan, bugünlerde devletin öteki bütün kurum ve kişileri gibi Diyaneti ve başkanını da seçim mesaisine çağıran ‘ana akım’ İslamcıların, 80’ler ve 90’larda ‘devlet dini’ hakkında neler vaaz ettiklerini, yüzlerine vurdu bir televizyon programında. 80’lerin antikomünist ikliminden ve 90’ların ‘sosyalizmin üstünde tepinme’ hedonizminden beslenen İslamcılar, ABD’nin stringer füzeleri ve sair ‘kâfir’ eşrafın paraları kadar, aklı ve toplumları açıklayan modern kavramları dışlayan postmodern fikir ortamının kayganlığından da yararlandılar. O zamanlar “Medine Vesikaları”nı model olarak gösterdikleri ‘bir arada yaşam’ menkıbeleri anlatıyorlardı. Ama koltuğu gördükten 10 yıl sonra ‘devlet dini’ne sarılmaya, açık açık “biliyorsunuz onlar Şia” demeye başladılar; ‘smartphone’larından ayet sallayan, birlikte yedikleri ‘yol’ arkadaşlarını ‘yedirmemeyi’ cihat gibi pazarlamaya başladılar. Şimdi ne kendilerinin eşrafı, ne ‘mazlumun iktidarı’ diye kandırdıkları ‘ayan’ ne de soba bacasından, yemek salçasından sızdıkları yoksul odaları inanıyor artık o ‘ortak yaşam’a… 

Bu seçim, bizzat Kuran sallayanlar tarafından bir kader oylamasına çevrildi çoktan: Türk İslamcısı belli belirsiz duymaya başladığı kendi ‘salâ’sının sesiyle endişeli. Zerdüştlüğü bir suç, Aleviliği bir sapma/sayan sanan kendi zehirli bilinç çamurunu, elinde kitapla sokaklara taşırması bundan. Ciğerlerini kusarak can çekişen bir melun gibi, sonsuz yenilgiyi kabullenemeyip ‘zafer diye bağırarak korkması’ bundan.

Evrensel'i Takip Et