Aydın ÇUBUKÇU
Beraber evcilleştiğimiz kabul edilir genellikle. Diğer bütün yaban hayvanlar insanın ihtiyacına göre evcilleştirilirken, o büyük olasılıkla kendisi gelmiş ve dostça davranarak topluluğun üyesi olmuştur. Kendisi için doğru ve yararlı olanın insanla işbirliği yapmak olduğunu sezebilmiş, akrabası kurtlar, çakallar, tilkiler yabanlıktan ötesini akıl edemezken onlar yamacımıza gelmiş kalmışlardır. Avda, inde, köyde, komda sadık dostumuz, yardımcımız, yoldaşımız…
Ne var ki, içinde “it” ya da köpek geçen bütün atasözleri, onu aşağılamaya yöneliktir. Kendi beğenmediğimiz bütün özelliklerimizi ona yüklemiş, onun üzerinden kötülemişizdir. Köpeğe (ite) yakıştırdığımız her özellik aslında bize aittir. Cami duvarına işeyen, öteki iti ısırmayan, kağnı gölgesinde gezip kendi gölgesi sanan, yediği çanağa pislemeyen (kapıkulluğu yapan) hep insandır aslında. Demek ki, it insanın aynasıdır.
Bunu şöyle de anlayabiliriz: bir insana ya da bir yere sadakatle bağlanmış, dostlarınıza ihanet etmeyi aklından bil geçiremeyecek ölçüde güvenmiş, koruyucusu kesilmiş iseniz, bütün bu erdemler, yalaka, kuyruk sallayıcı, çanak yalayıcı gibi sıfatlarla da tanımlanabilir. Kimin, nereden baktığına bağlı… İşin gerçeği, köpek kendi istese de istemese de sınıf mücadelesinin bir parçası olmuştur. Ağanın itiyle, marabanın iti, aynı sosyal statüde değildir. Görevleri de, yedikleri içtikleri gibi ayrıdır. İnsanlar arasındaki her ilişki onlara da yansımış, onlar da taraf olmuştur.
Peki, bir sokak itinin sosyal sınıflar arasındaki mücadeledeki yeri nedir? Onun taraf olmasının dayanakları nelerdir?
Uzun boylu düşünmeye gerek yok. Bütün köpekler, iyi ile kötü arasındaki farkı kendi deneyimleriyle çabucak öğrenirler. Her köpek, kendisini tekmeleyenle kafasını kaşıyan arasındaki farkın, bir iyilik-kötülük farkı olduğundan emindir. Her köpek, kendisiyle tatlı bir dille konuşanla, bağırıp çağıran arasındaki farkı da aynı etik ölçülerle tartar. Seçer, karar verir ve unutmaz.
DEVLET VE KÖPEK
Türkiye’nin “modernleşme” çırpınışı sürecinde, gözden ırak tutularak hiç olmamış gibi olacağı sanılan pek çok ilişki, nesne ya da gelenek, görenek gibi, köpekler de devletle sert biçimde tanışmışlardır.
İttihat ve Terakki Fırkası iktidara geldiğinde, Şehremaneti marifetiyle İstanbul’un yakalanabilen bütün köpeklerini Hayırsız Ada’ya sürdü. Sokaklar “temizlendi”, binlerce köpek adada, açlıktan birbirlerini yiyerek feci şekilde tükendiler. Neymiş, Avrupa’da sokak köpeğine rastlanmazmış, demek ki medeni olmak demek sokak itlerinden kurtulmak demekmiş!
Uzun yıllar, belediyelere bağlı “köpek itlaf ekipleri” sokaklarda, omuzlarında kırma tüfekle dolaştılar. Sonra itlaf ekipleri arasında tüfekleri birbirlerine doğrultanlar, kazayla yoldan gelip geçenleri telef edenler çoğaldıkça, ahaliden itiraz avazları yükseldikçe ve biraz da “hayvan sevisi” denilen gereksiz şey belediyelerin karşısına dikilmeye başlayınca, bu işten vazgeçildi. Köpek itlaf ekipleri, bu defa, “belediye köftesi” denilen ve içinde striknin bulunan etleri kasları parçalanıncaya kadar gerilip ölünceye kadar köpeklere yedirmeye başladılar.
Sokak itinin bir başka karşılığı “serseri” olduğuna göre, dört ayaklısını kırıp, iki ayaklısına dokunmamak olmaz!
İttihat ve Terakki iktidarı, onları da düşündü!
Meclis-i Mebusan’ın “ Serseri Nizamnamesi Layihası”, işsiz güçsüzler, İstanbul’a yeni göç etmiş kimseler, dilenciler ve “şüpheli şahıslar” hakkında, şehir dışına çıkarmayı öneriyordu. Sokak köpekleri gibi, onların gözünde “sokak iti” olanlar da gözden uzak yerlere sürüleceklerdi.
Medeniyet, sokağı dümdüz ederek üstümüze üstümüze geliyordu.
GEZİ VE 1 MAYIS’TA DEVLET, İNSAN VE KÖPEK
Haziran 2013 isyanında, Gezi Parkı civarındaki köpekler ve “serseri nizamnamesi” kapsamına girenler, belki de hayatlarında ilk kez, tekmelenmedikleri, itilip kakılmadıkları bir toplum tanıdılar. Karınları doydu, keneleri ayıklandı, kafaları kaşındı, biber gazından yanmış gözlerine ilaçlı sular sürüldü.
Onlardan biri, “medyatik olmaya da hayli meraklı olan” (030 Kulak numaralı olduğunu öğrendiğimiz arkadaş) son 1 Mayıs’ta önce, yere yatılarak kelepçelenen devrimciye şefkat gösterdi.Belki kendince “geçmiş olsun birader, yardım falan lazım mı?” diye sordu, sonra polis tarafından iteklenip uzaklaştırıldı, ardından polis arabasına doğru kuvvetli bir protesto gösterisi yaptı.
Buradan “insanlık dersleri” falan çıkaranlar oldu. 1 Mayıs’ta göstericilere saldıranların “asıl hayvanlar” olduğu yazıldı, falan!
Oysa o kadar derinlere inmeden çıkarılabilecek, daha basit bir ders var. Kenti kafasınca yönetmek isteyen her zorba iktidar, ister olağan koşullarda, isterse 1 Mayıs gibi hararetli günlerde olsun, “nizama sokulması gereken” yerlerde önce doğal ve insani olan ne varsa onları “temizlemek” istiyor. Saldırı karşısında da, doğa ve insan, ister istemez, fazla düşünüp tartışmadan, elbirliği yapıyor. Tarihin o çok eski zamanlarından bu yana sürdürülmüş olan birlikte yaşama alışkanlığının izlerini sürüyor.
Ve anlaşılıyor ki, birlikte ve özgür yaşama zorunluluğunun karşısına ilk çıkan, devlet zorbalığı oluyor.
Evrensel'i Takip Et