‘Meclise iki, iki buçuk parti girse yeter’
Mithat Fabian SÖZMEN
Şurası kesin, memleketin ‘Gülen Gözler’ini değiştirme iddiasıyla balyozlarını kuşanan 12 Eylül, dönemin Amerikancı darbeleri içerisinde en başarılısı. 1973’ten itibaren Şili, Arjantin, Türkiye, Nikaragua diye sıralanan cuntaların arasında etkileri en güçlü şekilde devam eden darbe, Kenan Evren’in kanlı ellerine nasip oldu! Elbette bu, hem darbenin şiddeti hem de darbenin hedefi olan sınıf ve onun siyasi, sendikal örgütlerinin gücü bakımından göz ardı edilemeyecek şeyler söylüyor ancak kimse Sodom’a kükürt ve ateş yağdırılırken kent sakinlerine “Siz de direnememişsiniz ya” diyecek kadar vicdansız olamaz. –Pardon neredeyse tüm dünyanın kükürt ve ateş yağdıranları savunduğunu unutmuşum-
İnsanlığın tarihi biraz böyle, zorbalığın araçlarını elinde bulunduranın borusunu öttürmesi kolaylaşıyor. Kükürt ve ateşin hedefindekiler kendilerine daha gelişkin dayanışma araçları yaratmadıkları sürece canlarını kurtarmak, demir parmaklığın ardına tıkılmamak ya da sevdiklerini korumak için -çoğu zaman farkında olmadan- düşmanın suyuna gidebiliyorlar. Bu, bazen bir referanduma, bazen seçim meydanlarında sorulan anlamsız sorulara, bazen işbirlikçi sendikanın ‘işbirliği’ tehdidine “Eveeet” diye haykırarak vuku buluyor. İnsanı doğasında ‘kötü’ olduğuna inandıran bir sistem ne yapamaz ki! Varlığını sürdürmenin de bir yolunu buluyor işte.
Bu varlığını sürdürme hali -ki buna istikrar deniyor-, bizim bugünkü hikâyemiz. Çünkü darbeyle özdeşleşen Kenan Evren ölse de darbeden miras kalan kurumları ve zihniyeti bu kadar ayakta kalabilmiş başka bir “Amerikan darbesi mağduru” ülke yok. Kuşkusuz hepsi neoliberalizmin pençesi altında dönüşüm geçirmiş bulunan bu ülkelerde demokrasiye geçişle beraber cuntanın işlediği suçlar ve oluşturduğu kurumlara karşı mücadele belli kazanımlar getirirken Türkiye’de darbe kurumlarını en başta kendisini “darbe mağduru” olarak satmaya çalışanın savunduğunu görüyoruz.
BARAJ MİRASI
Savunulanların başında seçim barajı geliyor ki kendisi en önemli gündem maddemiz. Darbe MGK’sinin atadığı isimlerden oluşturulan Danışma Meclisi’nce icat edilen çifte barajlı (ulusal ve çevresel) d’Hondt sistemi, cuntanın, toplumdaki “istikrarsızlığın” gerekçesi olarak ilan ettiği koalisyon hükümetlerini engellemeyi amaçladı. 90’lar harici bunda başarılı da olan bu sistem, birinci partinin kayırılması esasıyla “Parlamentoya iki parti girse de olur” mantığının sistemi oldu. Belli bir bölgede yüksek oy alan partilerin parlamentoya girmesini engellemek amacıyla oluşturulan çevre barajı sistemiyle Kürtlere karşı da önlemini alan (bilerek ya da bilmeyerek) baraj bugün AKP ve Erdoğan’ın can simidine dönüşmüş durumda.
Yıllardır seçim barajının kaldırılması, düşürülmesi yönündeki girişimlere “Bakın bu barajı biz getirmedik” gibi süper zeka gerekçelerle karşı çıkan AKP, birkaç yıl öncesine kadar üstadı olduğu ‘demokratlık oynama sporu’ adı altında “yeni baraj” önerileri gündeme getirdi. Şimdiki gibi birinci partiye olağanüstü güç kazandırmayı amaçlayan daraltılmış bölge sistemi benzeri hava cıva tartışmalarla “antidemokratik barajın kaldırılması” mücadelesini oyalayan iktidar, 2015 seçimlerine açıkça “HDP baraj altında kalsa süper olur” söylemiyle giriyor.
Yüzde 10 seçim barajı, 12 Eylül’den bu yana seçim yarışını daha da antidemokratik kılmanın ötesinde milyonlarca yurttaşın o dillerden düşmeyen “irade”sini gasbederken bu hırsızlık bugünkü seçimlerin en önemli amacı haline gelmiş durumda.
AKP’NİN BARAJ KEYFİ
2002 seçimlerinde DYP’nin yüzde 9.54, MHP’nin yüzde 8.36, Genç Parti’nin yüzde 7.25, DEHAP’ın yüzde 6.22, ANAP’ın yüzde 5.13 oyda kalmasıyla, yüzde 34’le mecliste 363 sandalye kazanan AKP, Saadet Parti’yi de eklersek 12 milyonun üzerinde oyun üzerine konarak seçim barajının tadına baktı. O günden bu yana bu lezzetin müptelası olan Erdoğan şimdilerde tıpkı Kenan Evren ve ekibi gibi “koalisyon” ve “istikrarsızlık” tehditleri savuruyor.
Himayesinde barındırdığı sözde demokratlara “seçim barajının ve başkanlık sisteminin neden demokratik olduğu” gibi absürt yazılar yazdırtan Erdoğan, “400 vekili verin bu işi huzur içerisinde çözülsün” diyerek başkanlıkla kendisini Kenan Evren’leştirme yolunda son adımı atmaya hazırlanıyor.
Bu yolda yaptığı “koalisyon ve onun doğurduğu istikrarsızlık” tehditlerinin Kenan Evren’le benzerlik taşıması tabii ki tesadüf değil. Nihayetinde ikisi de toplumda hangi sınıfın güldürüleceği, hangi sınıfın uyutulacağı konusunda net bir ajandaya sahip.
“Devleti anonim şirket gibi yöneteceğiz”, “Bizim görevimiz işadamlarının önünü açmak, mevzuat amcaya fazla takılmayın” diyerek tek hedefi olan başkanlık sisteminde sermayeye kendi sultası altında dikensiz gül bahçesi vaat eden Erdoğan’ın grev yasakçılığı ve -bir yıl önce Soma yaşanmış olmasına rağmen- dizginsiz sermaye güzellemeleriyle kimlerin ağızlarını sulandırdığı malum.
Sona geldiğimizde en başa dönelim. Yazının başlığındaki laf Kenan Evren’e ait (Sürpriz!). Evren, kaç milyon insanın iradesinin yok sayılması vs. gibi şeylerle elbette ilgilenmiyordu. Amacı belliydi, onu yerine getirmenin ötesinde kurduğu düzeni 35 yıl daha yaşatmayı başardı. Bu seçimde Erdoğan da özü itibariyle Evren’le aynı cümleyi kuruyor. Tarihe Evren damgası vurması yolunda durdurulmasının ilk aşaması seçim barajının bir halk hareketi tarafından yıkılmasından geçiyor. Aksi halde 30 yıl sonra “Meclise iki buçuk parti girse yeter” yerine “HDP baraj altında kalsa süper olur”u hatırlayacağız.
Evrensel'i Takip Et