Şehirler de ölür
Bir şehrin nasıl düştüğünü anlatan yazıdan vazgeçtim, düşen şehir Palmira’yı anlatmak istedim. Belki de 'Palmira’yı yok olmadan önce gören insanlardan biriydim' demek zorunda kalacak olanlardanım. (FOTOĞRAF: HEDİYE LEVENT)
Hediye LEVENT
Benden bir Palmira yazısı istediler, yazdım da... Uzun uzun, haritayı mümkün olduğunca tarif ederek, ilk saldırı ve çatışmaların ne zaman başladığını, birkaç gün içinde şehirdeki durumun nasıl değiştiğini, şehrin stratejik önemini, halkın ve tarihi eserlerin tahliyesini, iddiaları, resmi açıklamaları yazdım. Ortaya askeri, stratejik, siyasi açıdan bir kentin düşüşünü anlatan bir yazı çıktı ama herhangi bir şehrin düşüşü... Toplum ölüm haberlerinde, istatistiklerde rakam olarak yer alan isimsiz, hikayesiz insanlar gibi...
Kimileri Orta Doğu’nun az ya da çok ama tamamını etkileyen son 5 yıllık döneme küçük kıyamet diyor. Her gün bir öncekinden daha kanlı, ölen insanların neden öldüğünü, nasıl yaşadığını hatta isimlerini araştırmaya bile vakit yok. Aslında günlük ölü sayısının yüzleri, binleri bulduğu böyle bir dönemde bunları merak eden de kalmadı pek. El değiştiren şehirlerin durumu da bundan farklı değil. Eğer petrolü ya da stratejik önemi varsa ya da bir katliama sahne olmuşsa aslında yavaş yavaş ölen kentler isimleri ile birlikte biraz bilgiyle aktarılıyor. Bu yüzden bir şehrin nasıl düştüğünü anlatan yazıdan vazgeçtim, düşen şehir Palmira’yı anlatmak istedim. Belki de “Palmira’yı yok olmadan önce gören insanlardan biriydim” demek zorunda kalacak olanlardanım.
Kimileri şehirlerin ruhu ve hatta kaderleri olduğuna inanır. Hele de Orta Doğu gibi binlerce yıllık ve kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu coğrafyada efsaneler ve tarih günlük hayata kadar sızar. Mesela Şam’ın lanetli olduğuna inanan epeyce insan var. Kabil’in Habil’i Şam’a bakan Kasiyun tepelerinde öldürdüğünü söylerler, bu nedenle “bu topraklarda kardeş kavgası bitmez, kan asla durmaz” derler.
Palmira ya da diğer adıyla Tedmür de parlak diplomasiyle kazanılmış parlak zaferlerin ve kanlı yenilgilerin kenti olarak bilinir. Göz alabildiğince uzanan kirli sarı çöl içinde vahayı andıran Palmira’ya Suriyeliler Çölün Gelini der. Palmira’ya gidenler teneke kutulardan müzik aletleri yapan bir adamın işlettiği Bağdat Kafe’de soluklanıp yola devam ederdi.
Palmira, su kaynakları ile ünlüymüş, yüzyıllarca ticaret kervanlarının durağı olmuş. Akdeniz'e açılan geniş bir coğrafyanın son duraklarından. Tek tanrılı dinlerden önceki inançlara da ev sahipliği yapmış. Her ticaret kervanı farklı coğrafyalardan kitaplar, müzik aletleri, efsaneler, hikayeler, diller taşımış Palmira’ya... Su ile hayat bulan Palmira, ticaretle şekillenip kültür alış verişi ile zenginleşmiş. Haliyle ele geçirmek isteyeni de çok olmuş. Bu nedenle üst üste tabakalar halinde birçok döneme ait kalıntıların bulunduğu Palmira’da en az yerüstündekiler kadar yeraltında çıkarılmayı bekleyen şehir kalıntıları da var. Çöl kumuna batmadan, doğanın ve insanın yıkıcılığına rağmen birkaç kilometrelik alana yayılan kalıntılar günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış. Kuma gömülmüş olsa da her tabakanın hikayesi, efsaneleri, zaferleri ve yenilgileri bir öncekine eklenerek günümüze kadar ulaşmış.
PALMİRA’NIN YENİLMEZ HÜKÜMDARI
Palmira zaman içinde binlerce hükümdar, kahraman, hain görmüş ama içlerinden sadece bir tanesinin adı krallığı ile birlikte kendisini yok eden yenilgisine rağmen günümüze kadar ulaşmış. Kraliçe Zenobia...
Palmira hükümdarı olan kocasının suikast sonucu öldürülmesi ile tahta geçen Zenobia Palmira’nın zamana yenilmeyen tek hükümdarı sayılır. Palmira krallığının sınırlarını Mısır’dan Anadolu’ya kadar genişleten Zenobia dönemin en büyük gücü olan Romalıları karşısına alacak kadar kararlı bir hükümdarmış. Ancak tek düşmanı Romalılar değilmiş elbette. Bir süre Perslerle Romalıları diplomatik oyunlarla idare etmiş. Ordusuyla sefere çıkan, Romalıları boykot edip tahıl ticaretine balta vurarak ekmek kıtlığına sebep olan, üzerinde kendi resminin olduğu sikkeler bastırıp Roma’ya meydan okuyan bir kraliçe. Bu nedenle Savaşçı Kraliçe olarak ünlenmiş.
Güçlü ordusu ile Akdeniz’e uzanan ticaret yolunu elinde tutan Zenobia döneminde Palmira’nın altın çağını yaşadığını, ticaret hacminin birkaç katına çıktığını yazar tarih kitapları. Ancak Roma daha güçlüdür ve Zenobia diplomasi yeteneğine, güçlü ordusuna ve cesaretine rağmen yenilir.
Geçen 2 bin yıla rağmen adı hala yaşayan Zenobia’nın sonunun ne olduğu bilinmez. Kimisi Roma’ya esir düştüğünü ve idam edildiğini söyler, kimisi savaş meydanında öldüğünü, kimisi de Romalı bir senatörle evlenerek İtalya’da yaşadığını öne sürer.
Zaten Palmiralılar için de Zenobia’nın nasıl öldüğü pek önemli değil. Kentin her yerinde Zenobia oteli, Zenobia market, Zenobia araba yıkama tabelaları asılıydı birkaç gün öncesine kadar.
Romalılar Zenobia’yı yenmekle yetinmemiş, sarayını da yerle bir etmiş. Suriye’de 2011 yılındaki ayaklanma başlamadan önce arkeologlar uydu fotoğrafları gibi teknolojik desteklerle Zenobia’nın sarayının yerini bulmaya çalışıyorlardı.
Zenobia’nın da krallığını yok eden Romalılarla hesabı da bitmemiş olacak ki Romalıların inşa ettiği antik tiyatroda her yıl Zenobia’nın Romalılara nasıl meydan okuduğunu anlatan muhteşem müzikaller sahnelenirdi.
Orta Doğu tarihinde muhtemelen birçok kadın, kendi çağında alışılmamış şekilde öne çıktı. Ancak çok azının adı günümüze kadar ulaşabildi. Orta Doğu erkeklerin tarihi yaptığı ve kaleme aldığı bir coğrafya. Zenobia’nın buna rağmen tarihe gömülmemiş olması ve başarılarıyla aktarılmış olması başlı başına zafer bile sayılabilir.
ROMALILAR, HAÇLILAR, FRANSIZLAR
Yüksek sütunların sıralandığı yolun sonunda kalan antik tiyatro, hamam, akademi, çarşı Roma döneminden kalanlar. Muhtemelen en ilginç kalıntılardan biri de Roma aile mezarlığı. Romalılar aile mezarlığı olarak birkaç katlı kuleler inşa eder, aile üyelerini kim olduğunu gösteren küçük bir heykelin olduğu mermer sandukalara koyarak buraya yerleştirirmiş. Antik kentin yanı başındaki müzede çoğu Roma dönemine ait sandukalar, lahitler, heykeller, takılar sergilenirdi. Müzede çok eski tarihli mumyalar, ilk dokuma örnekleri sayılan kumaş parçaları, Roma döneminde kullanıldığı söylenen ailenin kaç kişi olduğunu gösteren ve üzerinde sembollerin olduğu taşa oyulmuş kartvizitler bulunuyordu. IŞİD’in saldırılarının başlaması ile birlikte müzedeki eserlerin Şam’a nakledildiği belirtiliyor.
Kentin hafızası Zenobia ve Romalılardan ibaret değil elbette. Haçlı Seferleri döneminin sembolü Selahaddin Kalesi şehre tepeden bakıyor. Selahaddin Eyyübi’nin bir süre kaldığı söylenen kaleyi mütevazı ancak güçlü kelimeleri ile tanımlamak yanlış olmaz sanırım.
Fransızların Suriye’yi işgal ettiği dönemden kalma binalar ve elbette meşhur Lawrance... Lawrance’ın Palmira’dan da geçtiği söylenir.
Palmiralıların anlattığı onlarca efsane ile şehir, genişçe bir alana yayılmış antik kalıntıları olan bir şehir siluetinden sıyrılıp efsanevi şehre dönüştürmeye başlıyor.
BİR BEDEVİ ÇADIRI
2008 yılında Palmira’da bir bedevi çadırında hepimizin bildiği Erkin Koray’ın Şaşkın şarkısının ezgisini duyduğumda şaşırmıştım. Bedevilerin düdük ve tefle çalıp söylediği ezginin çok eski bir bedevi şarkısı olduğunu orda öğrenmiştim.
Bir tarafında antik kentin diğer tarafında geniş avlulu, duvar diplerinde develerin güneşten saklandığı ve bahçelerinde illa ki çadırları olan Bedevi evlerinin olduğu Palmira’da Roma medeniyeti ve çöl kültürü iç içe.
Deve yarışları, gözleri sürmeli yerel kıyafetler içinde bedevi kızları, usulüne uygun 40 kez kaynatılarak yapılan mırralar için sıralanmış cezveler... Antik kentin kemerleri arasında atlarıyla dolaşan çocuklar... Lacivert ve şehirlerde görünmeyen bol yıldızlı gökyüzünün altında çöl geceleri...
Suriye, dünyanın en eski medeniyetlerini barındıran bir ülke. 5 yıldır devam eden ayaklanma nedeniyle birçoğu ya tamamen yok oldu ya da ağır hasar gördü. Halep’in kilometrelerce uzanan çarşıları, Haşhaşilerden Rodos Şövalyeleri’ne ve Haçlı Seferlerine kadar tarihin en önemli dönemlerine şahitlik etmiş kaleleri, ilk müzik notalarının bulunduğu kalıntılar ve daha birçoğu bu topraklardaydı. Ancak ayaklanma öncesinde de tarihin şehre sindiği ve aradan geçen bunca zamana rağmen etkisini yitirmediği yerler azdı. Ya kaleler gibi ıssızdı ya da Halep çarşıları gibi mekanın ruhu zamanın ruhuna yenilmek üzereydi...
Palmira, Suriye içinde zamanın durduğu nadir yerlerden biriydi. Bağdat kafede iskemleler üstünde içilen bol şekerli çayla birlikte zaman içinde başka bir zamana yolculuk başlıyordu. Palmiyeli çamur duvarlı evler, devler, atlar, yerel kıyafetli insanlar, önünüzden kervan geçecek hissi yaratan sütunlu uzun yollar, bedevi çadırları, tef ve lacivert kadife gökyüzü... Palmira, her yolu düşene hafızasındakileri anlatan bir şehirdi.
Şimdi Palmira IŞİD’in elinde. Uluslararası toplum ve basın Palmira’nın korunması için çağrılar yapıyor ancak hem çağrılar cılız hem de IŞİD’in bu çağrıları dikkate almasını sağlayacak bir güç yok gibi görünüyor. IŞİD’in girdiği bütün tarihi yerlerde taşınabilir eserleri satıp şehir kalıntılarını patlayıcılarla havaya uçurduğu biliniyor. Palmira’nın IŞİD ve Suriye ordusu arasındaki çatışmalarda zarar görüp görmediği de belli değil. Suriye ordusunun Palmira’yı geri almak için operasyon hazırlığında olduğu yönünde haberler var. IŞİD’in antik kenti koz olarak kullanması şaşırtıcı olmaz muhtemelen.
Binlerce yıla rağmen ayakta kalmış tarihi kentlerin yok oluşunun modern çağda gerçekleşmesi de zamanın ironisi mi kendi kaderleri mi bilinmez ancak hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
İnsanların hafızalarına kazınmış acılar ve yine aynı hafızalardan silinen güzel günler, umutlar uzunca bir süre geri dönmeyecek. Palmira gibi şehirlerin yok edilen hafızaları geriye asla geri gelmeyecek boşluklar bırakacak. Medeniyetlerin doğduğu ve zamanın donduğu kentler sırayla ve yavaş yavaş ölüyor.
Umalım ki parlak diplomatik zaferleri ile nam yapmış Palmira bir kez daha ve hafızasına çok kanlı bir dönemi ekleyerek de olsa bu kıyımdan kurtulabilsin.