57 saniye!
Böylesi bir hızın kapısını açan Henry Ford bile otomotiv sektörünün bugün eriştiği hızı düşleyememiştir. Bugün metal direnişinin de merkezinde bulunan Renault’da her 57 saniyede 1 otomobil anahtar teslim banttan indiriliyor. (FOTOĞRAF: ONUR YURTSEVER)

Muzaffer ÖZKURT
Henry Ford, sonraları Fordist üretim adıyla bilinen, hareketli bant etrafındaki işçilerin, üretimin en küçük ve vasıfsız işini yaptığı sistemle, otomotiv üretiminde hatırı sayılır bir ilerlemeye yol açtı. Öyle ki 1913 yılında 12.5 saat süren şasi üretimi, bant sistemiyle birlikte 1920’li yıllarda 2 saat 40 dakikaya indi.
Böylesi bir hızın kapısını açan Henry Ford bile otomotiv sektörünün bugün eriştiği hızı düşleyememiştir. Bugün metal direnişinin de merkezinde bulunan Renault’da her 57 saniyede 1 otomobil anahtar teslim banttan indiriliyor.
ROBOT YERİNE İNSAN
Saca preste şekil verilmesi, bunların kaynakla birleştirilmesi, montajının yapılması ve kontrolden geçirilmesi... Üretimin en küçük ve vasıfsız işini en hızlı bir şekilde yaptırarak, hıza dayanamadığı için bozulan robotların yerine insan çalıştırarak... Günde 8 saat, 57 saniyede bir araba üretmek...
Patronların bu büyük başarılarının ardındaki gerçek ise hiç değişmedi. Ağır çalışma koşulları ve düşük ücret. Emekli, çalışan ya da işten ayrılmış her bir işçi Renault’un, TOFAŞ’ın ve diğer otomotiv fabrikalarının hatırasını taşıyor vücudunda. Bel fıtığı, boyun fıtığı, kasık fıtığı, varis...
HENRY FORD’UN İZİNDE
Henry Ford, bu sömürüyü sürekli kılmanın yolunu işçilerin sendikalaşmasını engellemekte bulmuştu. Harry Bennett’i özel görevli olarak getirdi, katı bir yıldırma politikası izledi. Ama engelleyemedi. 1941 yılında grevler patladı; 1945 yılından sonra ise bütün şirketlerine sendika girdi.
Henry Ford’un bugünkü takipçileri ise bundan öğrenerek ilerliyor. Sendikalaşmayı engellemek yerine, kendi yarattıkları sendikayı kendi elleriyle getirip dayattılar işçilere. Ve Henry Ford’un Bennett’i, “Türk Metal” adıyla çıktı işçilerin karşısına. Türk Metal de bunun hakkını verdi. 1973 yılında Bursa Şube Başkanı Baki Yeşiloğlu’nun TOFAŞ önünde Muammer Çetinbaş adlı Maden-İş Sendikası üyesi işçiyi ateş açarak öldürmesiyle* başlayan yıldırma politikası hiç bitmedi.
1980 darbesiyle patronlar daha da palazlandırdılar Türk Metal’i. Türkiye’nin en fazla üyeye sahip sendikası oldu. Sendikacılar işçilerin aidatlarıyla saltanat sürdükçe, patronların kârları da katlanarak arttı. Hak isteyen işçi hakaret işitti, daha da ısrarcı olursa eli sopalı adamlar tarafından dövüldü. Evine ekmek götürebilmek için vardiya vardiya koşturan işçiler, çocuğunun büyüdüğünü göremedi. Çalıştı, eve gelip uyudu ertesi gün yeniden çalıştı. Su bile içmeye vakit bırakmadılar işçiye.
Tuvalete gidemediği için fiili olarak işemek bile yasak edildi. Dayanamayıp banda işeyen işçi de “işyeri kurallarına uymadın” diye işten atıldı. Ne sinema, ne tiyatro, ne gezme... İşçilerin sözüyle “mangal” için de ne zaman kaldı ne para. “Yaşadık sadece. Ölmedik yani. Üretmek için yaşadık” demesi boşuna değil işçinin.
İŞÇİ KATİLİ SENDİKA
Şimdi isyanda işçi, “İlk talebimiz, Türk Metal gitsin!” diyor. Üstelik bu ilk isyan değil.
24 Ocak 1990’da TOFAŞ ve Renault işçileri, sözleşme sürecinde kendilerini satan Türk Metal Bursa Şubesi’ni bastı.
18 Eylül 1998’de yapılan sözleşmede bir kez daha satıldı işçi. İstifalar başladı. Yangın hızla tüm Türkiye’ye yayıldı. TOFAŞ ve Renault fabrikalarındaki işçiler, 12 Eylül darbesi sonrasının en büyük eylemini yaptı. Türk Metal’den istifa eden işçiler patronların baskısıyla yeniden Türk Metal’e geri döndürüldü.
2010’da Bosch işçileri Türk Metal’den istifa ederek Birleşik Metal-İş’e geçti. İşçiler yine patron zoruyla geri döndürüldü.
2012’de sözleşmeye tepki gösteren Renault işçileri iş bıraktı. Sendikadan istifa sesleri yükseldi. Patron devreye girdi, öncü işçilerin hepsi işten atıldı.
SEN TUVALETLERİ KİLİTLERSEN...
Kimi zaman zam, kimi zaman çalışma koşullarının iyileştirilmesini istedi ama hep “Patron sendikasına hayır” dedi işçi. Sonu kötü biten her eylemin ardından öncü işçiler kapı önüne kondu, baskı daha bir arttı. Ama Henry Ford gibi, onun bugünkü takipçileri de engelleyemediler. Bugün olan da bundan başka bir şey değil. Sendika, birlik demekse birlik oldu. Grev, talepleri için üretimi durdurmaksa; 12 bin işçi Türk Metal’in gitmesi, ücretlerin artırılması için greve çıktı. Patronlar, hükümet, valilik, polis “yasa” dedi, “yasak” dedi. İşçi “talep” dedi, “haklı” dedi. Bütün Bursa “haklı” dedi. Bütün işçiler “haklı” dedi. Üretim bandında işçinin işemesine izin vermeyen patron, direnişe çıkan işçiye de tuvalet kapılarını kilitledi. İşçi genel müdürün odasının kapısına sıçarak deldi bu yasağı; tuvalet kapıları açıldı.
Ürettikleri arabaların camlarına “Diren Renault”, “Diren TOFAŞ”, “Diren Coşkunöz”, “Diren Ototrim”, “Diren Mako” yazdırdı. Fabrikalarda kendi elleriyle taktıkları kornalar, sınıf kardeşlerinin ellerinde direnişin sesine döndü.
HEP İLERİ GİDEN ARABA
İşçiler direnişlerinde hükümeti de gördü, valiliği de, polisi de... Direnişe katılan bir Coşkunöz işçisinin söylediği gibi “Grevin sonu ne olursa olsun. İsterse kaybetsin. Bu grev çok şey öğretti bize çok şey biriktirdi.”
Patron için 57 saniyede 1 otomobil üreten metal işçileri, grevde kendilerinden önceki sınıf kardeşlerinin yapımına başladığı arabanın eksiklerini gideriyor şimdi. Hep ileri giden, “geri vitesi olmayan” bir arabanın... Sömürünün olmadığı, insanca yaşanacak ve insanca çalışılacak bir ülkeye gitmek için.
* Tarihsel bilgiler Raif Kaplanoğlu’nun ‘Bursa’da Emek ve İşçi Hareketleri’ kitabından alınmıştır.
Evrensel'i Takip Et