27 Mayıs 2015 14:17

Beyazperdede 'Amour Fou' Etkisi

Sinemanın en önemli türlerinden biri olan amour fou, diğer çoğu tür gibi üslubu ve minimal yapısıyla özellikle dram ve romantik türlerinin alt teması için oldukça vazgeçilmez bir kaynaktır

Paylaş

Burcu Meltem TOHUM
İstanbul Üniversitesi
Klasik Filoloji

Bu ay sıcak yaz dönemi dünya sinemasının en tartışmalı türlerinden birini; Amour Fou, yani sinemanın çılgın aşıklarını taşıyoruz sayfalarımıza. Norm dışı ögeler barındırmasıyla zamanında Avrupa’da dahi pek çok yerde yasaklanan bu film türü çoğunlukla seyircilere aktarılan hikayede karakterlerin sadece birlik olmasının üzerinde durmuyor, üslubunu da etkili bir dille destekliyor. Belki hemen şunu söylemeli, ‘Amour Fou’nun mitle gönül ve kan bağı var ama bu temayla beslenen filmler mitlerin kendileriyle değil üzerinde yeşerdikleri şartlarla ilgileniyorlar. Bizi tercih sonucu modern hayata katılmayan bir tema üzerinden modernleşme öncesi zamanlara götürüyor ve bu ilginç gözlem sahasında, kendimizi ‘birinci el’den başarıyla yalıtıp her şeyle dolaylı bir ilişki kurmamıza bakıyor. Böyle bir ortamda dünyanın bize nasıl göründüğünü, daha da önemlisi bizim kendimizi o dünyanın içinde nerede gördüğümüzü...
 

“İYİ BİR ANLATIMIN KİŞİSEL OLMASI GEREKİR”

Sinemanın en önemli türlerinden biri olan amour fou, diğer çoğu tür gibi üslubu ve minimal yapısıyla özellikle dram ve romantik türlerinin alt teması için oldukça vazgeçilmez bir kaynaktır. Bu yazıda türün önde gelen isimlerinden Nagisa Oshima, Dusan Makavejev, Lars von Trier, Alf Sjöberg ve Jean-Luc Godard’ı ele alacağız. Bu türde vermiş oldukları çeşitli yapımlar üzerinden önemli sekansları sözcüklere indirgeyip daha önce pek ele alınmamış bu türü deşerek, gerçek dışılığını ve sosyolojik kaynaklarını kullanacağız. Nitekim amour fou diğer film türlerine göre çok daha spesifik bir yapıya sahip olduğu için anlamını ve beyazperdedeki yerini onu alt metin olarak yapımlarında kullanan yönetmenler üzerinden gitmek daha doğru olacaktır. 70’lerde vurucu filmler yapmaya koyulan Oshima ürünlerinde Aponlar’ın her konudaki seremoni düşkünlüklerini, her olayı törensellikle ele alma tutkuları yüzünden bazen işin özünü kaçırmalarını anlatıyordu. Üslubu yer yer artık gelenek haline gelen bu düzeni her ne kadar eleştiriyor gibi görülse de esasında bu eleştiriden beslendiği için kültüre belli bir hayranlıkla, kısıtlamalarla ve önyargıyla yaklaşıyordu. Oshima’nın hemen her ürününe bakacak olursak onda birçok konunun çeşitlemesini görebiliriz. Siyasetten tutun da cinselliğe kadar onda insanın tüm gerilim hallerini yansıtacak kadar ürün vardır. Peki amour fou Oshima’nın neresindedir? Oshima hemen hemen pek çok yapımında cinselliğin sonuna dek giden ve ondaki ölümcül yanın keşfine çıkmış aşıkların öyküsünü ele alır. Misal Ai no corrida - Duyular İmparatorluğu’nda temel kompoziyon birbirlerine tutkuyla bağlı olan iki aşığın iliklerine kadar hem yoğun bir aşkları hem de tuttukları kinleri üzerinedir. Bu bize Kim Ki-duk’u hatırlatabilir. Nitekim Kim Ki-duk’un filmlerinde sözkonusu sevgi, aşk ise o vakit orada bağlılık yani sürece yayılmış bir ölümün alameti vardır. Zira yönetmene göre tutkulu, yoğun bir sevginin doğuracağı şey bağlılıktır ve bağlılık ise yoğun sevginin peşi sıra kin,
nefret, kıskançlık gibi zıt duyguları da
içerisinde barındıracağı için sevginin her zaman ölümü doğurduğunun altını çizer. Amour fou temalı filmlerin bir noktada görülmemiş bir sado-mazoşist hava içerdiğini söyleyebiliriz. Öyle ki bu filmlerde sürdürülen ilişkinin mekanı ve zamanı yoktur.

Zira orada zaman ve mekan birbirlerinden bağımsız ve alışılmadık şekilde ilerler.  Her ne kadar bize sekanslarda gösterilerin ilişkilerin evlerde, çeşitli otel odalarında geçmesi olsa da bu, yersizin yurtsuzun ilişkisidir bir noktada. Yukarıda bahsettiğim yapım esasında Cannes 1976’da gösterilen, apon-Fransız ortak yapımıydı. O sıralarda henüz tam olarak dünyaya açılmamış olan Oshima, ünlü Fransız yapımcısı Anatole Dauman’ın dikkatini çekmiş ve film önerisi yapımcıdan gelmişti. Film anlayacağınız gibi beyazperdede tam bir şok etkisi yarattı. Ve başta festivali izleyenler, tüm
sinemaseyircisinişaşırttı.

“İNSAN DOĞASI YASAKDİNLER Mİ?”

O Batı ki sadizme adını veren Marquis de Sade, George Bataille, Antonin Artaud gibi Fransız yazarlarından aşk ve cinsellik arasındaki tüm bilinen ve olası ilişkilerin dökümünü izlemiş ve bu konuda hayli kafa patlatmıştı. Yine de Japonlar’ın Koshokou sözüyle ifade ettikleri olayın hele böylesine ustalıkla görselleştirilmesi karşısında, şok geçirmekten kurtulamadı. Oshima üzerinden bu söylediklerimizi aynı şekilde  Makavejev, von Trier,  Sjöberg ve Godard için de söyleyebiliriz fakat bu yönetmenler Oshima’ya göre amour fou türünde daha alt seviyede kalıyor. Amout fou’nun sözlük anlamını taşıyan ve hakkını sonuna kadar veren önemli isimlerden biridir Oshima. Diğer saymış olduğum yönetmenler bu temayı yapımlarında daha yumuşak bir şekilde kullanmışlardır. Bunu rahatlıkla tablosuna fırçasını dokunduran bir ressama benzetebilirsiniz. Bilirsiniz ki ressam her ne kadar eserinde aynı olay örgüsünden yola çıksa da kullandığı renklerin yoğunluğu tablonun kimi kısımlarına göre çok daha yoğundur. İşte bahsetmiş olduğum o yoğunluğun amour fou dolaylarında beyazperdedeki ismi ise Oshima’dır. Bu yönetmn üzerinden devam edecek olursak  bu sefer Ai no Bore-Tutku İmparatorluğu’nu ele alabiliriz. İlk filmdeki pornografiyle flört eden erotizme, burada fantastik öğeler de karşılıyordu. Çünkü, yüzyıl
başlarında yaşanmış, kocayı öldüren genç aşıkların öyküsüne bu kez kocanın inatla ortalarda dolaşan hayaleti de katılıyor ve filme ürkünç bir ton katıyordu. Ve çiftin akıbeti, bu kez acımasız bir kanun adamının kişisel intikamıyla sonuçlanıyordu. Kan ve işkenceyle atbaşı giden bu sert cinsellik gösterileri, Oshima’yı dünya çapında bi figür haline getirmiştir. Aynı zaman amour fou ise zamanla bu akımın peşinden gidenlerin kullanmış oldukları temel tema olmuştur. Böylece ortaya garip, irkiltici, törensel ama aynı ölçüde büyüleyici bir aşk, kıskançlık, nefret ve suç öyküsü çıktı. Amour fou beyazperde için eşi benzeri olmayan ve daha bir süre de olamayacak olan kendisine has bir türdür.


Günümüzün Oshimaları

Günümüzde Oshima’nın izinden giden pek çok yönetmen olmuştur. Bunlardan biri de 2013 yılında Nymphomaniac adlı yapımıyla pek çok ödül alan Lars von Trier’dir. Bu yönetmenlerin ortak yönü cinsel ilişkiden alınan hazdan çok daha ötedir. Nitekim haz bu yönetmenlerde boyut atlamıştır. Acı, hem de çok daha fazlası yeni haz halini almıştır. Misal Oshima Duyulur İmparatorluğu’nda bir otel odasında bulunan bir çiftin ilişkiye girdikten sonra kendisinden yaşça büyük olan kadının sevdiğini dört gün önce öldürdüğünü görürüz. Tam seks sırasında cinsel organını keserek, onun ölümünden zevk alarak... Ve dört gün sonra hala, o tattığı zevkte başı dönmüş bir halde yataktadır. Esasında bu kişinin tamamen kendinden geçme halidir. Öte yandan kişi bu haz sırasında hiçbir şekilde mantıklı düşünmediği için psikolojik olarak acı çektiğinin farkında değildir. Tek farkında olduğu o sıra yapmış olduğu bedensel hazzın onun vücudunda oluşturduğu tepkimelere uymaktır. İşte amour fou tam da budur. Aşkın doruk noktalarında onu gırtlaklamak.O aşkı o kadar çok sevmek ki onun ölümüne sebep olmak. Onu öldürüp, cansız bedenini sonsuzluğa kavuşturacak denli büyük bir aşkın imgesidir amour fou.

ÖNCEKİ HABER

Türkiye, IŞİD’den kaçanları içeri almadı

SONRAKİ HABER

Sulama Birliği işçileri, açlık grevini bitirdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa