Aşkın ve devrimin şairi Nâzım
Türkiye şiirinin büyük şairidir, Nâzım. O hapishanedeyken sigara ve temiz çamaşır götürdüğümüz, kitaplarını elden ele çoğalttığımız, oymacılıktan işlemeciliğe büyük işler yapan büyük şairdir. Kendimizi asla yabancı hissetmeyiz ona. Bize asla yukarıdan bakmaz. Başöğretmen olma eğilimi yoktur, sezdirmez bile.

C. Hakkı ZARİÇ
Zaman geçer. Mevsimlerin boyu kısalır, biçimini değiştirir yağmur. Gökyüzü gülümsemeye başlar. Geçer zaman. Heves, olmadık tutkuların sesinde dile gelir apansız. Birden, neden yokmuş gibi yaparken üstelik, bir ağacın dallarında konaklayan huzur hayatın biçimi olur.
Sokaklarda itirazın dili. Şiirin sokağa çıkmasının dili konuşulur. Dingin bir uğultu gibi çoğalır yeşil. Çiğ damlası biriktiren yapraklar hayatın rengini fısıldar.
Demir kapı kapanalı ne kadar oldu kim bilir? Orada, bir çınarı gölgesinde dinlendiren şair, siyatik ağrılarına aldırmadan, sözcükleri yorar insanlık için. Karşı gelmenin sözcükleriyle yeniden üretmek için hayatı, olanı paylaşmak ve insanlığın ortak değerleri kılmak için ucunu açar kaleminin. Oysa devlet, acıyı temsilen var olmaya devam eden devlet, bütün kini ve intikam hırsıyla zamanın geçmemesi için elinden geleni yapar. Beceremediği yerde yokuşa sürer zamanı. İnsan olmanın erdemini ayaklar altına almak için vardır.
Bir şiirin çocukluğu, bir şiirin gür sesli gençliği, bir şiirin yaşlanmayan tutkusudur Nâzım.
Nâzım Hikmet Ran, değildir. Nâzım Hikmet değildir. Nâzım’dır.
Geçerken selam verip aldığımız kadar yakındır bize. Sokakta seslendiğimiz, evine gittiğimiz, evimize çağırdığımızdır.
Koşulsuz ve içten olmanın ısrarıdır. Şairdir. Yazardır. Ressamdır. Komünist olmaktan asla vazgeçmeği düşünmediği gibi, gelecek zamanın güzel idealleri için insana dair her şeyi kendine yabancı kılmayandır. Partilidir. Militandır.
Türkiye şiirinin büyük şairidir, Nâzım. O hapishanedeyken sigara ve temiz çamaşır götürdüğümüz, kitaplarını elden ele çoğalttığımız, oymacılıktan işlemeciliğe büyük işler yapan büyük şairdir. Kendimizi asla yabancı hissetmeyiz ona. Bize asla yukarıdan bakmaz. Başöğretmen olma eğilimi yoktur, sezdirmez bile. Koşup gelen bir arkadaş gibidir. Arayıp sorar bizi. Halimizi hatırımızı yoklar. Zamandan ve gelecekten konuşuruz. Buğulanan bardaklarda esriyen halimizi anlatırız bazen, memleketin gidişatı efkârımız olur. Alnımıza çarpan iğde kokusu Nâzım’dır biraz.
İstasyonlar, trenler, uzağa giden gemiler ondan bahseder. Islandığımız yağmurda Nâzım’ın dizeleri vardır. Uykusuz gecelerin sorularına aradığımız yanıtlar şiirlerinde saklıdır. Birikmiş voltaların sesine konuk olur biz düşünceliyken. Usulca saçlarımıza dokunur. Şefkatli bir elin huzuruyla yekinip kaldığımız yerden devam ederiz ısrara. Nedensiz değil, bilerek sevmenin anahtarı saklıdır Nâzım’da. O anahtar bazen çeliktir, bazen bir kentin kaldırım taşı, bir meydanın çoğalttığı insan kalabalığı, beklemenin koynunda çatlayan sabrın kasnağı, hatta bazen gerekçeli karardır. Narindir. Kırılgandır. İçine kapanıktır. Susmak ve yalnız kalmak isteyendir bazen. Ama umudun ve birlikte çoğalmanın caddelerinde yürümekten caymayan şairdir Nâzım.
Türkiye’nin ortak sesidir. Bir o kadar Çinli, bir o kadar Bulgar, bir o kadar Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz, Alman, İngiliz hatta Arap’tır. Dünyanın daha adil paylaşımı için şiire çomak sokmaktan geri durmamış, şiiri kışkırtmıştır hatta. Bundan dolayı dünya vatandaşıdır Nâzım. Türkçe’nin dünyaya kazandırdığı ortak değerdir. Şiirle seslenmenin, şiirle dile gelmenin, şiirle sokağa çıkmanın şairidir. Sentetik, değil. Olduğu gibi, kendi biçimini bulmuş, nedenlerini bilen ve buna varlığını armağan etmekten çekinmeyendir.
Hapistir. Devletin boynuna geçireceği yağlı urganı beklerken bile gözlerindeki ışıltıyı yitirmeyeceğini yazar. Bir Pazar sabahı güneşe çıkmanın, toprağın ve kendisinin bahtiyarlığını okuruz şiirinde. Irgatlar söz alır dizelerinde, yoksul köylüler, işçiler, sevdiği kadınlar, onu seven kadınlar, nesneler, dünyanın bütün dilleri, dünyanın bütün halkları, dünyanın bütün ezilenleri Nâzım’ın büyük şiirinde dile gelir. Salkım söğüt suda tarar saçlarını. Donanma davaları, harp okulu davaları sürüp gider yıllarca.
Yasaklıdır. Ama şiirleri bir kartopu gibi büyüyerek çoğalır. Bir kuşağın elden ele yazıp paylaştığı, bir kuşağın dünyayı ve yaşadığı ülkeyi onun şiirlerinden anlamaya çalıştığı gerçeği günümüzde de geçerli olmaya devam etmektedir. Çankırı’dır Nâzım. Bursa’dır. İstanbul’dur. Moskova’dır. Havana’dır. Mutluluğun resmi için dünyanın bütün sokaklarında, özgürlüğün ve barışın paylaşılması için “vatan hainliği”nde ısrar etmenin peşindedir.
Özleyendir. Uzaktan baktığı memleketinin ışıklarına dokununca elinin yandığını hissederiz. İçlenir. Derin bir nefes alır gibi bakar memleketinin uzaktaki ışıklarına. Karadeniz’in dalgalarını sever. Kadıköy’ün sokaklarını özler. Düşlerinde büyütür memleketini. Esirliği de hürriyeti de memleketi ile biçim bulur.
1951 yılında onu vatandaşlıktan çıkaran devlet, manşetlerde büyük öfkeyle “haklı gerekçe”lerini sunmuştu. 2009 yılında tekrar vatandaşlığa kabul edildiğinde de aynı fiyakayla manşetlere yürüdü. Oysa kalbimizin yanında atıyordu Nâzım’ın kalbi. Bunun için devletin dalaveresine ihtiyacı olanımız yoktu.
Rüzgâra karşı yürüdü ömrü boyunca. 3 Haziran 1963’te aramızdan ayrıldığında bize miras bıraktı şiirlerini ve yaşamını.
“Mavi gözlü dev”in şiirinde ebruli hanımeli geçer. “Yoldaşlar”, diye seslenir bize. Ayrıksı değil. Yıkık değil. Umutsuz değil.
Aşkın ve devrimin şairidir, Nâzım.
Evrensel'i Takip Et