Sen ne için yaşıyorsun bu hayatta?
Sami Berat MARÇALI
“Aşk etinden tırnağına kadar işlenmiş bir nasırdır. Ya canın acıya acıya adım atacaksın. Ya da canını acıta acıta söküp atacaksın. Fakat her iki yolda da tek bir gerçek olacak; canın çok ama çok acıyacak.”
Mevlana
Koskoca iki yıl geçti. Değişen çok büyük bir şey yok dışarıda belki. Ama içeride değişen şeyleri saymakla bitiremem. Özgürlükle aşk yaşadık. Ama ne aşk…
Kolay değil tabii bizim nesil için kalbin sokakta atması. Hiçbir şey bilmiyorduk. Ne yapacağız, nasıl yapacağız, neler olacak... Bildiğimiz tek şey çok haklı ve çok iyi niyetli olduğumuzdu. Çok özlüyorum. Yan yana durduğumuz güzel insanları, Çarşı’yı, “Gümüşsuyu’nda neler oluyor’u “, mücadele ettiğimiz şarjlarımızı, çadırlarımızı, halaylarımızı, türkülerimizi, sabahlara kadar süren sohbetleri, iyi misin mesajlarını, oraya gitmeyin diye arayan güzel arkadaşlarımızı, sabah 6’da Iraz’da ATV haber izleyip çıldırmamızı, sonra Halk TV açıp biraz daha çıldırmamızı, martı seslerini slogan sanmamızı. Her şeyi.
Abi n’olacak şimdi? Önlere gidip bir baksak mı?
Yok yok en iyisi burada durup bekleyelim. Bir şey olmaz. Bir şey olursa da şuradan çıkarız.
Bir yığın polis varmış önlerde. Kesin girecekler.
Harbi mi? Gidip bir bakalım o zaman.
E az önce bakmayalım diyordun? Dur bekle.
Elimi bırakma tamam mı?
Oha! Kalabalığa bak İnci! Ne kadar çok polis var.
Koşmaya başladılar. Sıçtık!
Şuradan kaçalım mı hemen?
Olmaz! Diğerlerine haber vermemiz gerekiyor. Hadi koş.
Elimi bırakma Sami…
Yazmaya çabalayan biri olarak beni etkilememesi mümkün değildi. Geçen yaz yaptığımız #YarınınOyunları projesinin Özer Arslan tarafından yazılan “Let” oyununu Özer tamamlayamayacağını fark edince tamamlamak için elimden geleni yapmıştım. Gitmekle ilgili bir oyundu ve kalmaya, durmaya çalışan biri olarak bunu tamamlamak bana düşüyordu. Proje gereği belirli bir tarihte sahnede olması gereken oyunu elimden geldiğince oldurduğumuzu düşünüyorum. Eksiklerini kabul ederek ve severek. Özer Almanya’ya gitti. Sami Türkiye’de kaldı. Mesele önemliydi. O kadarla kalmamalıydı. Kendime süre verdim. Okudum, araştırdım, belgeseller izledim, yazılmış çizilmiş ne varsa elimden geldiğince sindirmeye çalıştım. Sonra da demlemeye bıraktım. Yaklaşık on taslak yazdıktan sonra da metin son haline geldi. Tabii meleklerim Gülce ve Canan’ın mucizevi dokunuşları ve oyuncularım Barış, Uğur ve Heves’in dahice buluşlarıyla.
“P*rk”, “Let”in devamı ya da uzantısı bir oyun değil. Bir “Gezi” oyunu da sayılmaz. Evet “Gezi” çok önemli bir olay idi. Ama ondan daha önemlisi geride bıraktıkları idi. Öncelikle bunları söylemem gerek. Etrafımdaki çoğu insan, sonrasını bir yenilgi olarak görüyor. Ama bu bir süreç. Ve aslında neyle sonuçlandığı henüz belli olmayan bir süreç. Tam aksine bir kazanım. Sorgulamadıklarımız ya da yüksek sesle söylemediğimiz düşüncelerimiz oluştu. Bilmediklerimizi, basının kandırmacalarını, tarihin nasıl şekillendirildiğini gördük, öğrendik. Sokağa çıktık ki kendi neslim için söylemem gerekirse daha önce hiç sokağa çıkmamıştık. Hiç bu kadar farklı insanla beraber bir parkta uyumamıştık. Hiç direnmemiştik. Devrim sanmıştık ama devrimin de kelime anlamını yanlış bildiğimizi öğrendik. Peki duygularımız bizi nerelere yönlendiriyor, bunun bilinçli bir şekilde farkında mıyız? Hatta “Farkında mısınız arkadaşlar???” Değiliz belki de. Hep bu örneği üzülerek veririm; Hiroşima bile o kadar kısa sürede unutuldu ya da unutturuldu ki, bunu mu unutmayacağız. Tabii ki şimdi bunu okuyan herkes unutmadık diyecek. Hatta “Sanki unutmak mümkünmüş gibi” yazıp demagoji yapan insanlar olacak. Varsın olsun. Ben bu manada bir unutmaktan bahsetmiyorum oyunda. Berkin’in cenazesine katılan insan sayısını hatırlıyorum. Ne denli güçlü bir sarılma hali vardı. E yıl dönümünü de hatırlıyorum. Ne çok tweet atıldı öyle değil mi? Aslında kendine sürekli hatırlatman gerekiyor yaşamak için. Aslında tam da bu noktada direnmeye devam etmek gerekiyor. Ya da direnmenin ne denli güçlü bir şey olduğunu hatırlatmak. Bu oyunda da buradan gitmeyi çözüm görmüş iki yeni yetişkinin hayata tutunmak için seçtikleri “kaçış”larının süreçlerine ve sonuçlarına tanık oluyoruz. Seyirciyle de birlikte bu bir yıllık yolculuğa çıkıyoruz. Ve aslında bu bahsettiğim sürecin nasıl yönetilmesi gerektiğini tartışıyoruz. Çok haklıydık, çok güzeldik ve biz kazandık. Belki tarih gerçek gerçekleri yazmayacak. Bunu hiç unutmamak lazım. Gerçek gerçekler bizim yaşadıklarımız.
Kendi bakış açımı daha doğru yansıttığımı düşündüğüm bir oyun. Tiyatro olarak da bu oyunu yaptığımız için hem mutlu hem gururluyuz. Umuyorum seyirciler de aynı hislerle salondan çıkar. Özgürlük dolu bir gökyüzü diliyorum. Herkesin 31 Mayıs’ını kutluyorum.Unutmamak için yaşıyoruz. Ancak böyle devam edebiliriz yaşamaya.
Evrensel'i Takip Et