31 Mayıs 2015 05:14

Gezi’deki canlar: Yitirdiklerimiz ve umutlarımız

Gezi’de kaybettiğimiz canlarla ilgili bir yazı yazmam istendiğinde uzun uzun düşündüm. Gezi’ye dair söylenecek o kadar çok söz var ki... Bir yanım yaşadığımız onca güzel duyguyu hatırlarken, diğer yanım Gezi’de ve sonrasında olanlardan ötürü derin acılar içinde. İki ruh hali arasında gidip geliyorum.

Gezi’deki canlar: Yitirdiklerimiz ve umutlarımız

Elif ILGAZ

Gezi’de kaybettiğimiz canlarla ilgili bir yazı yazmam istendiğinde uzun uzun düşündüm. Gezi’ye dair söylenecek o kadar çok söz var ki... Bir yanım yaşadığımız onca güzel duyguyu hatırlarken, diğer yanım Gezi’de ve sonrasında olanlardan ötürü derin acılar içinde. İki ruh hali arasında gidip geliyorum.

Köprüden geçen binlerce hatta on binlerce ‘çapulcu’nun hatırası beni gülümsetirken oğlu Mehmet’i kaybedişine yüreği dayanmayan o anne aklıma geliyor. Hemen sonra Mehmet’in babasının tüm yaşananlar karşısındaki metaneti... Ethem’in davasında yaşananlar var, sonra. Katil polis Ahmet Şahbaz’ın duruşmaya tanınmamak için perukla gelişi. Aileyle yaşanan itiş kakış sırasında Şahbaz’ın düşen kaşı, bıyığı, saçı... Ve boynundaki Ethem yazılı kolyeyi her gün evlat acısıyla ‘kuzum’ diye öpen o anne; Sayfi Sarısülük. Onun şu sözleri aklımdan çıkmıyor... “Yine olsa yine izin verirdim eyleme gitmesine”.

Abdocan’ın vuruluşunu düşünürken, ölümünden sonra ailenin yaşadıkları geliyor aklıma. O pamuk Hatice ananın “Pazartesileri hiç sevmem. Çünkü benim evladımı bir Pazartesi aldılar” derken gözlerinden süzülen yaşları... Medeni Yıldırım Lice’de kalekol yapımı sırasında düzenlenen protesto eylemlerinde tam kalbinden vurulmuştu. Kürt işadamlarından olan amcası Adnan Yıldırım, Medeni 3 günlükken kaçırılarak öldürülmüş. Annesi Fehriye Yıldırım “Oğlumuza onun adını vermiştik, ölüm haberi gelince Adnan diyemedik” diyor. Zaman geçiyor, iktidar değişiyor, devlet aynı acıyı yaşatıyor. Ömrüm oldukça, Ali İsmail Korkmaz’ın görüntülerinin ekranlara düştüğü günü unutamam. Katillerine doğru koşarak gelişi. Girme çocuk o sokağa vuracaklar! Bakamıyor insan. Tekmeleyerek, ellerindeki sopalarla dövüyorlar. “Vurmayın, öldüm ben” diyor, durmuyorlar. Emel annenin feryadı; “Çok acı çekti yavrum. Keşke kurşunlasalardı oğlumu”. Dönemin başbakanı Erdoğan ise “Şimdi soruyorlar Gezi’de talimatı kim verdi diye? Polise talimatı ben verdim” sözleriyle sahip çıkıyor polislerine. Yetmiyor, “Polisimiz destan yazmıştır” diyor. Hasan Ferit’in Maltepe Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerini protesto ederken yaralandığını twitter’dan öğrenmiştim. Bir dizi hukuk skandalı, daha o gece giysilerinin çalınmaya kalkılmasıyla başladı. Davalarda savrulan tehditler, duruşma salonunun izleyicilere kapatılması derken, son duruşmada Hasan Ferit için adalet arayanlar adliyenin bahçesine bile alınmadılar. Sanıklar da teker teker tahliye oldu. Emsal Atakan oğlunun ölümünün hemen ardından “Oğlum rüyama gelsin, nasıl öldüğünü söylesin” demişti. Aylar geçti, yıl geçti öğrenemedi hâlâ. Bir resmi var Ahmet Atakan’ın, siyah beyaz, arkasına bakarak gülümsediği, bir veda anı gibi. Hep o fotoğrafı gelir aklıma. Üniversite 4. sınıftaydı. Kim bilir ne hayalleri vardı. Yarım kaldı. Dosyası da öyle. Dava açılmadı hâlâ. Tıpkı Medeni’ninki gibi, Berkin’inki gibi... Ahhh Berkin... İçim yanar ismini anınca. Çocuktu daha. 269 gün,16 kiloya düşene kadar direndi. Cenazesinde milyonlar yürüdü. Ve çıktı başbakan bu kez de annesini yuhalattı. Her sabah sayarım ölümü ardından geçen günleri. Bir yerden başlamak lazımdı diyerek, tüm ‘fail-i malum’lar adına, bir daha hiçbir anne ağlamasın, adalet yerine gelsin, son olsun diye sayarım her gün. Bugün yine yazacağım twitter’a “Berkin vurulalı 714 gün oldu! Katili hâlâ açıklanmadı. #BerkininKatiliYargılansın”.

GEZİ NEYDİ?

Gezi’nin ilk gününden beri orada olanlardandım. O gün orada toplanan birkaç düzine insana bakarak kimsenin böyle bir isyan yaşanacağını hayal etmesi mümkün değildi. Parkımızı koruyorduk, önceki protestolardaki gibi beraberdik, hepsi o. Sonra polis saldırdı. İktidarın dili sertleştikçe, ötekileştirdikçe polis şiddetini arttırdı. Birbirine benzemeyen, farklı siyasi görüş ve yapıdaki insanlar iktidarın bu ötekileştiren diline ve yaşam alanlarına müdahalesine tepkilerini göstermek için bir araya geldi. Hem de tüm Türkiye’de. O günden sonra Erdoğan’ın ötekileştiren dili ile halk ikiye bölündü; Geziciler ve “evde zor tutulanlar”.

Erdoğan’ın Osmanlı hayranlığını bilmeyen yok. Son yıllarda İstanbul’un fetih kutlamaları adeta AKP’nin propaganda yaptığı ‘şölen’lere dönüştü. Bu yıl da İBB’nin düzenlediği Yenikapı ‘Fetih Kutlaması’na katılacak olan Erdoğan’ın seçimlere 8 gün kala neler konuşacağını tahmin etmek çok da güç değil. Milliyetçi muhafazakar oyları arttırmak için yapacağı konuşmasında sık sık Fatih Sultan Mehmet’e övgüler düzecek, ardından da ‘Yeni Türkiye‘nin fatihi edasıyla yaptırdığı havaalanları, AVM’ler, toplu konutlarla övünecek. Elbette ki konuşmasında yok edilen ağaçlardan bahsetmeyecek. Bir de Fatih Sultan Mehmet’in “Bir yaş ağacı kesenin, boynunu keserim” sözünden.

Önümüz seçim. Tüm yaşadıklarımızdan yorgunuz ama umudumuz var. Gezi’nin yarattığı en büyük etkilerden biri de muhalefete başka bir söylemin mümkün olduğunu göstermesi. Partilerin programlarına baktığımızda barışçıl, herkesi kucaklayan, özgürlükçü daha halktan yana bir söylemin olduğunu görüyoruz. Seçimde şiddeti bu kadar yükselten, ötekileştiren, bizi birbirimize düşüren dili değil, dayanışmadan, özgürlükten, barıştan, çok renklilikten yana olan birleştirici dili ödüllendirelim. Bir de oyunuzu sayın, sandığınıza sahip çıkın.

Evrensel'i Takip Et