Korkunçtur Müslüman olmayanın Müslümanlığı
Bu uzunca ve belalı sayılacak başlığı seçerken, yakın geçmişin Başbakanı, bugün Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın adıyla birtakım yolsuzlukların, kayıt dışı paraların ya da benzer şeylerin birlikte anılmasını yinelemek istemedim sadece.
Tevfik TAŞ
TYS Genel Sekreteri
Bu uzunca ve belalı sayılacak başlığı seçerken, yakın geçmişin Başbakanı, bugün Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın adıyla birtakım yolsuzlukların, kayıt dışı paraların ya da benzer şeylerin birlikte anılmasını yinelemek istemedim sadece.
Yaratılış teorilerine, din olgusuna karşı çıkarken, ulusçuluk sanki daha bilimsel bir naneymiş ve sanki kapitalist dönemin din algısından apayrı bir şeymiş gibi ulusçuluğa sarılmış olanların yaygın olarak yaptığını; yani bugün hükümet edenlerin “Müslümanlığın normal halini temsil ettiklerine” ilişkin bir algıyı da yinelemek istemiyorum.
Recep Tayyip ve onunla birlikte hükümet edenlerin kendilerini “Müslüman” olarak tanımlamaları, onların sahiden Müslüman olduğu anlamına gelmiyor. Bir kez kavramların doğum ve işlevleriyle bakıldığında bu olanaklı değil.
Müslüman yalnızca ve yalnızca Allah’ın emirlerini kabul eder ve yalnızca o emirlere uyar. Müslümanlık aslında sadece bir inanç değil, yaşamı doğumdan ölüme dek her boyutuyla belirleyen bir emirler silsilesi, kendi hukuku, uygulamaları, istekleri, estetiği olan bir yönetim biçimi olarak doğdu diyebiliriz. Allah’ın yasalarını egemen kılmak isteyen, başka hiçbir yönetim biçiminin yasalarını, hayat tarzını, nimetlerini kabul etmez, edemez. Örneğin bir modern toplum cumhuriyetinin yasaları, askerliği, üretim ve tüketim ilişkileri, dünya para politikasını belirleyen olgular Allah’a, Allah’ın yasaları da bunlara uymaz. Denebilir ki işte tam da bu yüzden mesele var: R. T. Erdoğan ve ekibi cumhuriyetin kanunlarını Müslüman bir yaşayışı için değiştirmeye çalışıyor.
Hayır!
Önerdiklerinin, yaptıklarının, -Diyanet İşleri Başkanlığı, imam hatip okulları, camiler, yaptıkları ve yapacakları mescitler dahil- hiçbirisi İslamiyet’in hiçbir esas önermesine uygun değil. Bunlar, daha çok modern dünyanın, kapitalizmin din algısının, bizim yaşadığımız coğrafyaya ve bizimki gibi bir cumhuriyete özgü işlerinin bir parçası ve asıl korkutucu yanı da sanıyorum burada.
İslamiyet’e, dinlere inanmayanların pek çok eleştirisi olduğunu bilmiyor değilim. Ancak bu bizim tarihe bakışımızdaki nesnelliği ortadan kaldırmamalı. İslamiyet kendi çağındaki parçalanmaya, totemlere göre bölünmüş insan dünyasına karşı bir isyan olarak doğdu. Ve herhangi başka bir uzlaşma biçimini değil, putları kırarak Allah’ın adaletini, eşitlik ihsan ediciliğini savundu. “Krallar, zenginler sıradan insanın eşiti olmalı” gibi bir tezi de işledi. Tıpkı Hz. İbrahim’in, Mezopotamya’daki köleciliğe, bunu sağlayan devletçiklere karşı yapmak istediği ya da On Emir’i yeryüzüne söyleyen Musa’nın yapmaya uğraştığı gibi; İslamiyet de büyük haksızlıkların, paramparça olan toplumlarda daha kolay işlediğinin keşfiyle doğdu.
Kendi çağıyla ölçüldüğünde İslamiyet’in devrimci olduğunu söylemek bir abartı olmaz düşüncesindeyim. İlk Müslümanlar Mekke’nin hırsız zenginlerine karşı da bayrak açtı. Ancak,yeryüzünde sahici İslam çok kısa yaşadı Emevilerin eline düştü İslamiyet ve kendine yabancılaştı. Dolayısıyla, şimdi Müslümanlığa egemen olan zihniyetler, onun asıl doğuş nedenlerinden, onunla birlikte gelişen hakikate ermek fikrinden korkuyor, saptırıyor ve gizliyor. Bugün pek çok ülkedeki camiler, o ülkelerde pasaklı bürokratik devletlerin meşrulaştırıcısı olarak işlev görüyor. Oysa ortaya çıktıkları ilk dönemlere bakıldığında birer mahalli meclis, halkın kararlara katılmasına ilişkin işleviyle de dikkat çekiciydiler.
Dolayısıyla toplum bilimin kriterleriyle baktığımızda dünyada sahici Müslüman sayısının ne kadar az, yozlaşmışının ne denli çok olduğunu görebiliriz.
Tayip Erdoğan Müslüman değil.
Bir Müslim, yalnızca Allah’ın birliğine inanır ve bu inanç onun her anını, her adımını belirler. Müslüman’ın tek şiarı “La ilahe illallah” yani Allah’tan başka tapılacak ilah yoktur. Bu söz söylendiği anda, bir Müslim başka hiçbir nimeti, yaşayış biçimini, para diktatörlüğünün tapınaklarını örneğin AVM’leri kabul ve takdir edemez. İslam’ın ikinci sözü “Ve Muhammedü-r Resulullah” Muhammed Allah’ın elçisi (peygamberidir). O halde peygamberin bu dünyaya taşıdığı öz, Müslim olanın da özüdür.
Kelime-i şahadetin her iki cümlesi de İslamiyetin o çok erken yenilgisinin bir kanıtı olarak yadigar kaldı. Çünkü kendisini peygamber soyundan, meşrebinden ve mezhebinden sayan, bunu kitabına uyduran egemenler, krallar, sultanlar kendilerini Tanrının yeryüzündeki temsilcileri ilan ettiler ve sömürü mekanizmasını öyle çalıştırdılar.
İslamiyetin ya da herhangi bir dinin savunucusu değilim.
Ne var ki bizim olup biteni daha hakikatli kavramaya gereksinmemiz var. Bu da karşı karşıya olduğumuz uygulamalara, bunları yapanların dünya üzerindeki hallerine, elde etmek istediklerine daha çok soru sormamızı gerektiriyor. İslamiyetle ya da başka dinlerle bilimi karşı karşıya koymayı düstur olarak dayatan aydınlanmacılara gitmeye niyetim yok. Oraya çok uzağım. İslamiyetin başlangıçtaki istekleriyle, onun ilmine emek veren sahici bilginlerin, örneğin İbni Haldun’un, İbni Arabi’nin izlediği yol, onların soruları, ufukları, cüretleri ve derinlikleri bu bakımdan bize yardım edebilir.
Bugün bütün Türkiye ayaklansa ve hükümet edenlerin kucağına sahici Müslümanlığı koysa, ben onların kaçacak yer arayacağını düşünmekten kendimi alamıyorum.
Yeri gelmişken AKP’yle IŞİD gibi örgütler arasındaki görünür görünmez ilişkiler burada pek de ayrıntılı sayılmayacak biçimde çizmeye çalıştığım tabloya aykırı değil, tam tersine savımı daha da ileri götürmeye yarıyor diyebilirim. IŞİD ve benzeri örgütlerin oluşmasına gerek duyan, bu oluşumlara maddi, askeri, lojistik kaynak ve destek sağlayanların uluslararası para güçleri olduğunu söylemek malumun ilamı belki, ama bunu akılda tutarak bir de şuna bakalım istiyorum. İslamiyetin en önemli temsilcisi şayet Kur’an’sa orada zulüm örgütlemek gibi tek bir satır okunmuyor. Zulüm örgütleyen, yapan, yayan, yardım ve yataklık eden, zulümkarlıktan medet uman bunları İslamiyete sığınarak yapıyorsa; bu zulmün üstüne sürülmüş Müslümanlık sosunu biraz daha koyulaştırma şaşkınlığından başka şey olmasa gerek.
“Sınır dışı” sayılan bağıntılara gitmeye gerek yok. Örneğin, hiçbir gerçek Müslüman, hiçbir “Ulus” kavramına sığınarak yaşayamaz. “Tek dil, tek bayrak” diyen bir kesim, “La ilahe İllallah” ilkesini ortadan kaldırmış oluyor. Ulusların bayraklarının, ordularının, paralarının ve diğer simgelerinin Allah’ın önüne geçmesini içerebilecek her söz, her davranış onu söyleyip eyleyenin Müslümanlığının yokluğuna delalet sayılabilir. Ulus devlet kimliğiyle İslam’ı bir arada ve birbirine içkin olarak anılabilmesini sağlayan modern kapitalizmin de düşünsel dünyasını şekillendiren Avrupa aydınlanmacılığı oldu. Dolayısıyla, Müslümanlığın kendine ait manifestosuyla; Türkiye’de İslam düşüncesine göre davrandıklarını iddia edenler arasındaki uçurum; dinle, aslında kendine dine göre tanımlayan dinsizlik arasındaki mesafeden daha büyük görünüyor.
Bu nedenle de benim aklımda öne çıkan fikri bir parantezle söylemek istiyorum: Ulusu bir ırka, soya, ulusa özel bir tarih ve kültüre, toprak parçasına, dile ve dine dayandıran zihniyetin karşısında, ulusun yeryüzündeki bireylerin özel seçeneği olabilecek denli basitleştirilmesini sağlamaya çalışmak...
Başka halkları horlayarak var olabilen bir kavramla ve kâr hırsıyla, yani her türlü sömürü mekanizmasına açık ve bunun karşısında olan herkesi ölümle ya da başka yollarla elimine etmeye yönelik ilişkilerle Müslümanlığı bir ve aynı kapta yoğurarak yaşamaya, bugünün, yani kapitalizmin dini demenin ne mahsuru var?
Çinlilerin çok güzel sözüdür: “Pirincin içinde pirince benzeyen taştan kork.” Ben bugün hükümet edenlerin Müslümanlığından değil; pirincin içinde asırlardır çoğalagelen taş hallerinden korkulmasının daha yerinde olacağını düşünüyorum.
Bugünün egemenlerinden Müslüman oldukları için korkmak sadece yanlış bir saptamanın izini sürmek olmuyor; aynı zamanda aslında tam da onların arzu ettikleri hedef şaşırtmanın tuzağına düşmek anlamına da geliyor. Üstelik Müslüman olmayana, Müslüman muamelesi yapmak sahiden Müslüman olmak için canını dişine takmış insanlar için de katlanılması zor olabiliyor.
Bunlara karşı verilecek mücadeleyi para diktatörlüğünün yüzyıllardır gericileştirdiği din ilişkileri de içinde olmak üzere, bu diktatörlüğün her türlü gericiliğine, ayrımcılığa, her türlü yapay statüye, doğaya saldıran ve gösterişle yaralı tüketim biçimine, envai ve elvan eşitsizliğine karşı yapılan işler ve eylemler kılmaktan uzaklaşmak pek de kazandırıcı gözükmüyor.
Genel olarak dinlerden, özel olarak İslamiyetten uzak ve din olgusuna bayrak açmış olabilirsiniz, ancak bir şeyin sahicisi –sizin düşmanınız bile olsa- onun kalp olanından evladır. Çünkü ilkesi ilke, sözü sözdür ve ne yapacağını bildiğiniz kadar, bilirsiniz ne yapmayacağını da…