AB’nin gündemi doğu sorunu
Bu hafta sonu Almanya’nın Bavyera Eyaleti’nde dünyanın en zengin sanayi ülkelerinin devlet ve hükümet başkanları bir araya geliyor. Büyük polis korumasıyla dünyanın geleceği konusunda kararlar alınacak. Bu buluşmaların müdavimlerinden Rusya Devlet Başkanı Putin, bu kez Ukrayna sorunu bahane edilerek zirveye davet edilmedi. Avrupa’nın en büyük tekellerinin sözcüleri Rusya’nın dışlanmasını desteklemiyor, birçok politikacı da dışlanmanın çatışmayı sertleştireceğini söylüyor. Medya açıkça ikiye bölünmüş durumda, karşı çıkanlar ve haklı bulanlar farklı argümanları yaygınlaştırıyor. Ama Batılı emperyalistlerle Rusya emperyalizmi arasında çelişkilerin biraz daha derinleştiği gözleniyor. Öte yandan bu hafta Avrupalı yazarlar Makedonya, Bosna Hersek ve Kosova’da etnik çatışmaların tekrar kışkırtıldığı ve sürecin yeni bir savaşa neden olabileceğine dair uyarılarda da bulundular. Balkanların, Ukrayna’dan sonra bölgenin “yeni doğu sorunu” olmaya gebe olabileceği tartışılıyor.
UKRAYNA’DAN SONRA AB İÇİNDE YENİ BİR SAVAŞ MI?
Pavic SNJEZANA
Jutarnji List Zagreb
FINANCIAL Times’a göre Ukrayna’dan sonra Avrupa Birliğinin yeni “doğu sorunu” Balkanlar olabilir. Foreign Policy’nde yayınlanan bir makalede Edward P. Joseph “Makedonya’daki isyan hareketi daha yeni başladı” diye belirtiyor. Makedonya, Bosna Hersek ve Kosova’da etnik çatışmalar yoğunlaşıyor ve patlak vermesine çok az kaldı. Allahu Ekber bağırmasıyla genç Nerdin İbriç’in Bosna Hersek’te bir karakola saldırması daha bir ay önce oldu, hemen ardından Makedonya ve Sırbistan sınırında Kumanova köyündeki çatışmalar yaşandı. O günden sonra Makedonyalılar ve Arnavutlar, yolsuzluklara karışmış Makedonya Başbakanı Nikola Gruevski’nin istifasını talep etmek için defalarca sokağa indiler. […] Bu yürüyüşlerde sallanan ülke bayrakları, 1990’da Bosna Hersek’te düzenlenen ilk seçimlerde milliyetçi partilerin gösterisini hatırlattı. Bu görüntüler başlamanın eşiğinde olan savaşın sembolü oldu daha sonraları. Dolayısıyla bu gösterilerde “Lütfen bayrakları çıkartmayın” denildi ama uyarılar fazla etkili olmadı. Polis karakoluna yapılan saldırı IŞİD’in vahşi saldırılarını bu ülkede de gündeme getirdi. IŞİD’in burada gelişmiş olmamasına karşın, tüm Balkanların ateşe bürünmesi için küçük bir kıvılcım yeterli olabilir.
Policy dergisine göre “Kumanovo davası Makedonyalılarla Arnavutlar (ülkenin üçte biri) arasında gerilimi zaten artırırken, Bosna Hersek’te değişik etnik gruplar arasında zaten çok hassas olan ilişkileri, radikal İslam ile Rusya ateşin üzerine barutla gider gibi daha fazla tahrik ediyor”.
Bosna Hersek’te, Sırp ve Hırvat partiler bağımsızlık amaçlarından vazgeçmiş değiller. Republika Srpska bölgesinin Başbakanı Milorad Dodik’in partisi Bağımsız Sosyal Demokrat Parti (SNSP) son kongresinde, bu Sırp eyaletinin 1995 Dayton anlaşmalarında kaybettiği yetkileri tekrar alamadığı koşullarda 2018’de bağımsızlık için bir referandum düzenlemeye karar verdi. Ama bu tür bir referandumun ülkeyi yeni bir savaşa sürükleyeceği kuşkusuzdur. […]
Önümüzdeki haftalar bu ülke için belirleyici olacaktır. Haziran ayında, 1991 yılından bu yana yapılan ilk sayımın sonuçları açıklanacak. Büyük ihtimalle bu sayım etnik temizliğin boyutlarını daha net bir şekilde ortaya koyacaktır, bu ise gerilimin biraz daha artmasına yol açabilir. Temmuz ayında, 8 bin Bosnalının katledildiği Srebrenica Soykırımı’nın 20. yıl dönümü anılacak. Bu anmalarda gerilim arttırılacaktır, zira Sırplar Srebrenica’da herhangi bir soykırımın olduğunu kabul etmiyorlar.
1995’de savaşın bitmesinden bu yana Bosna Hersek’te değişik etnik gruplar arasında ilişkiler hiçbir zaman bu kadar kötüleşmemişti. Ama aynı şeyi Kosova için de söyleyebiliriz. Sadece bir ay içinde tam 10 bin Kosovalı, Macaristan’a iltica etmek için ülkelerini terk ettiler, oysaki tüm 2013 yılında 6 bin kişi iltica etmişti. Kosovalıların içinde olduğu mutlak yoksulluk radikal ideolojilerden daha erken etkilenmelerine de neden olabiliyor.
Avrupa’nın doğusunda gerilim hızla artıyor ama AB ve ABD buna hiç ilgi göstermiyor. Bu tavırları eski Yugoslavya Savaşı esnasında ki tavırlarını hatırlatıyor. [..] Makedonya, Bosna Hersek ve Kosova’nın içine sürüklendiği krizden çıkış yolu da var. Tarihin cilvesi olsa gerek, bu ülkelerin yöneticileri milliyetçiliği körüklerken, sıradan vatandaşlar ise, etnik kökenlerinden bağımsız olarak düne göre daha fazla bir arada yaşam istediklerini haykırıyorlar.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
PUTİN’İN G7 ZİRVESİNE DAVET EDİLMEMESİ NEDEN DOĞRU?
Andreas PETZOLD
Stern
Kırmızı halılar, koreografisi özenle hazırlanmış grup fotoları, solda Obama, sağda Merkel, dünyanın en güçlülerinin siyah limuzinlerle boy gösterisi ve arka planda Elmau Şatosu. Tüm dünyanın izlediği bu görüntüler, Putin için politik yaşamının en mutlu anları olurdu mutlaka. Rusya’yı G8’in değerli bir üyesi olarak gösteren bu resimlerin sembolik bir anlamı vardır: Rus halkına, “Bakın devletler hukukunu çiğneseniz, başka bir ülkeyi işgal etseniz, altüst etseniz, çok uluslu sözleşmeleri geçersiz hale getirseniz de dünyanın en güçlüleri arasında yer alabilir, aynı masaya oturabilirsiniz!” mesajı verilmiş olurdu. Putin, sanki küresel düzen yerindeymişçesine, sanki bu düzeni o bozmamışçasına eşit haklarla masaya oturtulduğunda haydutluğa prim vermiş olursunuz. Ekonomik yaptırımlar Rusya’ya acı verdi ama politik yaptırımlar eksik kaldı. Şimdiye kadar neredeyse hiçbir politik cezalandırma gündeme getirilmedi.
En büyük yedi sanayi ülkesinin -en azından Minsk Sözleşmesi’nin koşulları hayata geçirilmeden- Putin’i aralarında görmek istememeleri doğru. Şimdiki koşullarda Putin, Elmau’yu sadece propaganda amacıyla kullanacaktı. Merkel ve diğer 6 arkadaşı NATO’nun Ukrayna konusundaki değerlendirmesini çok iyi biliyorlar. Rusya devlet başkanı için Kırım öncelikli bir sorun. Kırım’a karadan geçiş garanti edilmek zorunda ve bu da ancak Ukrayna ordusuyla savaşarak gerçekleşebilecek bir şey. NATO generalleri, Rus ordusunun ayrılıkçı güçleri nasıl silahlandırdığını, orduyu yeniden organize ettiğini ve ağır silahlarla donattığını ikili görüşmelerde net bir şekilde analiz ediyorlar. Elmau’da, Bavyera güneşi altında yapılacak iki günlük görüşmelerde Putin’i devletler hukukunu tanklarla bozma hedefinden vazgeçirmenin mümkün olmayacağı açıkken Putin’in Elmau’ya davet edilmesi, Minsk Sözleşmesi’nin mezara gömülmesi anlamına gelirdi...
Putin’in Zirve’den kovulması yaptıklarının sonucudur ama ana akım medya ve politikacılar arasında tartışmaya yol açıyor. Bazıları Putin’in Elmau’ya davet edilmesi gerektiği, biraz suyuna gidilerek sakinleştirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Helmut Schmidt, Gerhard Schröder, bazı Hristiyan Birlik Partilisi politikacılar ve Gregor Gysi, bu görüşü savunanlara destek veriyor. Moskova tarafından finanse edilen Sputnik Deutschland haber platformu da daha ileri giderek ‘Putin Elmau’ya!’ başlığıyla ‘G7 öncesi büyük hasret: Herkes Putin’in eksikliğini hissediyor!’ diyor.
Çok şükür ki Başbakan Angela Merkel ve Dışişleri Bakanı Steinmeyer, bu eleştirileri ciddiye almıyor. G7 Zirvesi’nin aynı değerleri savunan dostların buluşması olduğunu vurgulayarak insan hakları konusunda pek de titiz olmayan ABD zirveye davet edilmişken Putin’in davet edilmemesinin absürt olduğu suçlamalarına karşı çıkıyorlar. Yasama, yürütme ve yargı güçlerini kendinde toplayan, politik rekabeti baskı uygulayarak yok eden bu adamın demokratlar arasına alınmamasının gerektiğini savunuyorlar.
Rusya devlet başkanı, her türlü yöntemle vatandaşları arasında kötü batılılar korkusunu yayıyor. Bu düşmana karşı sunduğu çözüm ise otokrasi, tek adam devri ve içe kapanmak... Bu üç yöntemle imparatorluğunu tek vücut haline getirmeye çalışıyor.
Tabii ki sorunların çözülmesinde ilk başvurulacak yol bir araya gelerek konuşma olmalı. Tabii ki kriz dönemlerinde bile iletişim kopmamalı. Ancak Rusya ve Putin’le görüşmek için birçok vesile vardı ve görüşmeler devam ediyor. Örneğin Avustralya’da yapılan G20 Zirvesi’ne Putin katılarak, düşüncelerini açıkladı. Angela Merkel ve François Hollande, şubat ayında Moskova’ya gittiler. Mayıs ayında Kremlin Şefi Sotschi’de ABD Dışişleri Bakanı ile görüştü. Olumlu sonuç alınmadıysa da tüm görüşmelerin dostane atmosferde geçtiği duyuruldu. Salı günü Bloomberg’te yayımlanan röportajında Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, ABD ile Rusya arasındaki görüşmelerin oldukça pragmatik şekilde devam ettiğini, örneğin (John) Kerry ile geçen yıl 17 defa bir araya geldiklerini söyledi. Kısacası görüşme fırsatı ve Batı’nın ikna argümanlarında eksiklik yoktu. Eksik olan Putin’in gücünü kanıtlama hırsına bağlı olarak barış isteğiydi. Elmau, Putin için yeni bir sahne olacaktı. Bu sahnede vatandaşlarını dış düşmana karşı imparatorluğu sınırları içine almaya çalışan Rus çarı rolünü yeniden oynayacaktı. Bu oyuna gelmemek için dünya sahneleri Putin’e perdelerini kapatmalı.
(Çeviren: Semra Çelik)
BÜYÜYEN OTORİTER YÖNETİM, STRATEJİK ÜLKEYİ TEHLİKEYE ATIYOR
The Guardian
Başyazı
Bu hafta Türkiye’de yapılacak genel seçimden sonra Cumhurbaşkanı daha çok güç kazanabilir ama ülkenin gidişatı açısından kazanmamalı. Türkiye çok stratejik bir ülke. Otoriter yönetime yönelmesine, ülkenin lideri Recep Tayip Erdoğan’ın ölçüsüz davranmasına ve de dış siyasette etkisiz kalmasına rağmen bugünkü Ortadoğu’daki okyanus büyüklüğündeki sorunlar için de halen güçlü bir şekilde ayakta. Yine de ekonomi yavaşlıyor, işsizlik ve enflasyon yükselişte ama bunun yanı sıra Türkiye dünyanın güçlü ülkeleri arasında ve bir asır sonra ilk 10’a girmek gibi bir özlemi var. Tabii hükümetin medyaya yaklaşım tarzı endişe verici, avukatlar tehdit altında, ve hükümet kendi siyasi çıkarları için kuralları çiğneyebiliyor. [..] Ülkeyi dışarıdan gözlemleyenler için pazar günü gerçekleşecek genel seçimlerde nasıl bir sonuç istemeli konusunda zorlanıyor insan. Cumhurbaşkanı kendinin siyasi partisi, AKP’nin, yeterince milletvekili sayısını çıkararak anayasayı rahatlıkla değiştirmek ve başkanlık sistemini getirmek istiyor. Anayasayı değiştirmek istemesi sorun değil ama Erdoğan’ın yapması problem.
Türkiye Cumhurbaşkanı içgüdüsel olarak baskıcı, gözü dönmüş bir şekilde aksi ve onu eleştirenlere zulmediyor. Bu durumu iyi yansıtan ve daha geçenlerde ilginç bir olay yaşandı. New York Times gazetesi eski İstanbul sorumlusu, Romalı mozaiklerle ilgili yazdığı yazılar, keşfedilen değerleri korumada sunduğu katkıdan dolayı ve de bölgeyi önemli bir turist mekanına çevirdiği için bu ay Gaziantep şehrinde onursal vatandaşı unvanını almaya hazırlanıyordu.
Kinzner onur konuğu olarak ağırlanmak üzere vardığında, yüzünde mutlu bir gülümseme vardı, ta ki ocakta Erdoğan’ı eleştiren yazısı yüzünden Cumhurbaşkanı töreni ve vatandaşlık unvanının iptal etme emrini verdiğini öğrenene kadar. Kinzner sadece üzülmüştü. Türkiye’de Cumhurbaşkanını eleştiren gazeteciler ya işlerini kaybetti ya da hapishanede buldu kendilerini. Üstelik bazıları yakın zamanda serbest bırakılsa da, çoğu halen hapishanede. Üstelik gazeteciler tek mağdurlar değil. [..]
Cumhurbaşkanı halen yetenekli bir politikacı fakat belli ki elinin ayarı kaçmış ve dengesi artık yerinde değil. Üstelik daha önemli bir sebep var, Türkiye’nin geleceği için endişelenmek için. Türkiye’nin daha az batılaşmış ve daha çok dinci kesimleri arasında Erdoğan’ın destekçileri yoğunlaşmış, üstelik büyük şirketler arasında Erdoğan ile olan ilişkilerinden dolayı kâr yapan destekçileri var. Fakat Türkiye’nin daha genç, modern ve aktivist kesimlerine -yani çevreyi, cinsel özgürlüğü, etnik ve dini çoğulculuğu önemseyen kesimlere ulaşabilecek hiç bir bağı yok. [..]
Erdoğan büyük olasılıkla bu seçimleri kazanıp istediği anayasa değişikliklerini gerçekleştirecek. Fakat muhalif partilerin gereken sayıda oy alması ve AKP’nin gücünün sarsılması, Erdoğan’ı diğer siyasi güçlerin de rızasını almak zorunda bırakabilir ve referandumla olası anayasa değişiklikleri halk oylamasına açmak zorunda bırakabilir, bu da olumlu bir gelişme olur tabii. Muhalefet partilerinin, özellikle de Kürt sorununa sıcak bakan partileri, destekleyen seçmenlerin sandıkta oy kullanmaları daha olumlu sonuçlar elde edilmesinde yardımcı olacaktır.
Bunun ötesinde, AKP’nin kendi içerisinde büyüyen ılımlı bir kesimde Erdoğan’ın en kötü yönlerini ve sinir krizlerini idare etmek açısından iyi olabilir. Türkiye’nin anayasasının değişmesi lazım, fakat Erdoğan’ın da değişmesi gerek.
(Çeviren: Çağdaş Canbolat)