Sevim koş dizi başladı!
Televizyonlar bize yoksulluğumuzu, geçim sıkıntımızı, egemenlerin baskıcı gücünü, iktidarın faşizan tutumunu, yaptığı yolsuzlukları, söylenen yalanları, ötelenmişliğimizi, dövüşürken yitirdiklerimizi, gün içinde uğradığımız tacizleri, kadınız diye aşağılanmışlığımızı, incitilmişliğimizi, hırslarımızı, mücadele amacımızı unutturmak için renkli hayatlar sunuyor.
Açelya ELÇİ
“Efendim ben dizi izlemiyorum. Belgesel seyrediyorum” cümlelerinin hâkim olduğu ekol artık gerilerde kaldı. Şimdilerde dizileri izlerken utanıp sıkılmıyoruz. Oturup çatır çatır izliyoruz. Bir de üstüne ertesi gün o dizileri tartışıyoruz. Utanacak hâl mi kaldı bizde? Televizyon dediğin ucuz bir dinlenme ve kafa boşaltma aracı. İşten yorgun argın gelip elimize televizyon kumandasını alıp televizyon karşısına geçmenin, elimizde çekirdek televizyondaki entrikaları seyre dalmanın nesi ayıp? Zira hayat zor. Çalışmak yorucu. Patronlar baskıcı. İktidar faşist. Hayatta bunca kötülük varken bizi eyleyecek şeyler lâzım değil mi ama!
Televizyonlar bize yoksulluğumuzu, geçim sıkıntımızı, egemenlerin baskıcı gücünü, iktidarın faşizan tutumunu, yaptığı yolsuzlukları, söylenen yalanları, ötelenmişliğimizi, dövüşürken yitirdiklerimizi, gün içinde uğradığımız tacizleri, kadınız diye aşağılanmışlığımızı, incitilmişliğimizi, hırslarımızı, mücadele amacımızı unutturmak için renkli hayatlar sunuyor.
3 SAATLİK HAYAL
Her akşam üç saatliğine olamadığımız bir başkası oluyoruz. Mesela yoksulken, birden öyle bir mucize oluyor ki zengin oluyoruz. Fiyatlarını dahi bilmediğimiz 4x4’lere biniyoruz. Asla hayalini kuramadığımız rakamlarla satılan evlerin bahçesine o 4x4’ü çekiyoruz. Aslında belki bir ehliyetimiz bile yok. Hayat ona sıra gelmesini sağlamamış henüz. Ya da sıra bir türlü ona gelemeden ‘bizden geçti‘ seviyesine gelmişiz.
Sadece bu mu? Bir kere inanılmaz güzeller o dizilerdeki kadınlar. Bir gram fazla yağları yok. Ciltleri hep parlıyor. Ben kendimi hiç o kadar güzel uyanırken görmedim mesela. Yataktan bir insan böyle güzel mi kalkar? Hele o ütüsü gece boyunca hiç bozulmayan saten geceliklerine kıskanarak bakıyorum. Ancak onları izlerken bir avuntum da var. Tamam, onlar kadar hareketli değil hayatım ama Allah çirkin bahtı versin dedirtecek kadar kötü aşk hayatları var. Bir türlü sevdikleri adamlara kavuşamıyor zavallılar. Ben öyle miyim? Tıngır mıngır da olsa iyi kötü giden bir aşk hayatım var. Ee buna da şükür.
BÜNYEMİZDEKİ KARGAŞA
Dizilerde aileyi, ilişkiyi ayakta tutma görevi biçilmiş kadın karakterler işleniyor. Bir yanda tüm iyi niyetine rağmen ezilenleri, öte yanda her türlü entrika ve kötülüğü kendinde barındıran kadınları görüyoruz. Kadın olgusu; genç, yaşlı, fakir, zengin gibi karşıtlıklar sayesinde belirleniyor. İyi kadınlara bakıp kötü kadınları kınıyoruz ve bu sayede bize yüklenen toplumsal anaç rolleri bilinçaltımıza işliyoruz. İşlenen karakterlerde iyi kadın prototipi; cinselliğini özgürce yaşayamayan, hayatındaki erkek ve çocukları için her türlü fedakârlığa katlanan, son derece anaç, yardımsever, usturuplu, ev işlerinde başarılı, genellikle karşı koymayan, boyun eğen kadınlar.
Bu konuyla ilgili etrafımda yaptığım küçük çaplı bir araştırma sonucunda gördüm ki; eğitim durumu, dini inancı ve siyasi görüşü ne olursa olsun kadınların hemen hepsi dizinin iyi karakteri olmak istiyor. Çok az kadın, kendini kötü karakterin yerine koyuyor. Bu toplumun bize daha ana karnında biçtiği rolün, hayatımızın içine nasıl da yerleştiğinin bir göstergesi aslında.
Bünyemizdeki bu kavram kargaşası, bizim hatamız değil. Bizler de bu toplumun içinde aynı şekilde yetişmiş annelerin ve feodal kültürde egemenliğini her şeye rağmen sürdürmek isteyen babaların nezaretinde yetiştik ve çocukluk izleri bilirsiniz ki ha deyince silinmez. Siz de bu yazı üzerine kendinize dönüp sorduğunuzda sonuç o çok iyi niyetli, şirin, vefakâr kadınlara çıkıyorsa eğer, pek de suçlu hissetmeyin kendinizi. Bu histen kurtulmak için bir doz alanlara çıkmak ve her şeye rağmen yumruğunuzu havaya kaldırıp halaya durmak yetecektir.
KUTUDİZİLERİN EN ŞAHANESİ
Bir aralar bir tweet atılmıştı; “Türkiye’yi Tarantino mu çekti?” diye. İşte tam olarak durumumuz böyle. Hani bir diziye senaryo olsa bu ülkede olanlar, izlerken: “Hadi canım sen de, amma da abartmışlar!” deriz.
Doğru ya, kaç tane ülkede insanlar kartopu oynuyor diye öldürülür? Kadınlar tecavüze uğrar, üstüne öldürülür de tecavüzcüleri ve katilleri tahrik indirimine layık görülür. Öte taraftan bir kadın tecavüzcüsünü öldürür ama her nedense hukukun affedici yüzü erkeklere sunduğu cömertliği mağdur kadına sunmaz. Hangi ülkede seçim vakti trafoya kediler girer? Kaç tane ülkede kalabalık göstermek için çocuklar okullardan toplanıp ‘konsere götüreceğiz’ diye parti mitingine götürülür? Kaç ülkede grev yapan işçileri valiler tehdit eder, polisler grevlerine engel olur? Hangi ülkede şehzade heykelleri selfie çeker? Hadi çeker de heykelin elindeki telefon kırıldı diye polis başında nöbet tutar?
Cumhurbaşkanı başdanışmanı olduğu halde “İki silahım, yüzlerce mermim var” diyen ve sponsoru jöle markaları olan insanları kaç ülkede görebiliriz? Ya da onca yolsuzluğa, hayâsızlığa, katledilen onca gence, söylenen milyonlarca yalana rağmen iktidardaki ekose ceketli adamı ısırıp, yalamak isteyenlerin olduğu ülkeleri söyleyin. Söyleyin de bir oh çekeyim, yalnızca biz değilmişiz diye.