6 Haziran 2015 19:16

Cevriye AYDIN
Adam kadını imamın karşısına dikiyor ve imam nikahı kıyıyor. ‘Kadın’ 15 yaşında bir çocuk! 20 yaşına gelinceye kadar ona “dört çocuk“ doğurtuyor.
“Yaratan Allah rızkını da verir!”
Bu arada gönlü başka bir ‘kadın’a kayıyor.
Başka ‘kadın’ da yine bir çocuk! İmam nikahı kıyılıyor. O da doğum üstüne doğum, aynı yolu izliyor.
Yaratan Allah rızkını da verir!
Nüfus kalabalıklaşınca 12-13 yaşına basan kızları imam nikahıyla birilerine “vermeye” başlıyor.
Bir süre sonra üçüncü ‘kadın’a gözü kayıyor. O da aynı yazgıyı paylaşarak çocuk doğurmaya başlıyor.
Yaratan Allah rızkını da verir!
Hır-gür çıkınca sonuncusunu alıp başka eve yerleşiyor.
Adam evden ayrılınca eski eşlerin evine giren nafaka azalıyor.
Hatta bir süre sonra kesiliyor; adam hiç uğramaz oluyor!
Kadınlar ne yapacak? Sorup soruşturuyorlar; gelirleri yok ki, avukata para verebilsinler! Baronun adli yardım bürosu bile onları çok aşıyor. Zor bela bir dilekçe yazdırıp, nafaka davası açıyorlar.
Hakim nufüs kayıtlarını getirtiyor. Ne adam “evli”, ne de kadın! Hakim kadına “Bu çocukların bu adamdan olduğu nerden belli? Önce gidin babası ile soy bağı kurulması için dava açın, ondan sonra nafaka bağlayalım” diyor. O da ne? Al sana bir dava masrafı daha!
Kadınların gücü ikinci davayı açmaya yetmiyor. El ele, el başa evin yolunu tutuyorlar.
Aynı şekilde imam nikahı ile evlendirilen kızlarını da benzer olaylar bekliyor.
(Bütün bu gelişmeler içinde “kadın” nerede? Hani o “dünyanın bütün kirli çamaşırlarını, bütün kirli bulaşıklarını yıkamayacağız” diyebilen, bütün o “kirli”leri dünyanın orta yerine fırlatabilen kadın?)
Mahkemelerin nafaka ve soy bağı dava yükü o kadar artıyor ki, her yıl yeni mahkemeler kurulması gerekiyor. “Dünyanın en büyük adliye sarayları” yetmiyor. Sanıklar “cezaevlerinin yetersiz kalması” nedeniyle tutuksuz yargılanıyorlar.
Bu arada, terk ettikleri kadınların nafaka isteklerinden yakasını kurtarmak isteyen adamlar tehtidi, dayağı, cinayeti leblebi-çerez gibi günde beş vakit namaza katık ediyorlar.
Savcılar, emniyet teşkilatları şiddet ve cinayet davaları ile baş edemeyince, bu işler için “bakanlık” kuruluyor.
İmamlar beş dakikaya bir nikah randevusu veriyorlar. Yoğunluktan camilerin etrafına sıralı “nikah” kabinleri inşa ediliyor. İmam nikahları, nafaka-soy bağı davaları, şiddet-cinayet davaları eşgüdüm halinde bir kartopu misali büyüyerek çığ halini alıyor. Boşanma, tazminat, evlilik içinde edinilmiş mallara katılma payı alacağı davaları azalıyor.
Böylece, erkekler yüklerden kurtulmuş, kadınlar miras haklarını kaybetmiş;  boşanmaya bağlı nafaka, tazminat ve evlilik içinde edinilmiş mallara katılma hakları,  kocalarından yararlanacakları sosyal güvenceleri yok oluyor.
Evlilik dışı sayılan çocuklar anne soyadı ile ülke nüfusuna ciddi boyutlarda mülksüz bir ‘anaerkil’ kuşak halinde dahil oluyor.
İmam nikahlı kocaları kendilerinden önce ölen kadınlar ve çocukları, sosyal güvencesi olan koca ve babadan ölüm aylığı alamıyor. Böylece SGK bütçesi de ‘bu yükten’ kurtulmuş oluyor!
Bu arada tabii yıllar yılları kovalayacak.
Kadınlar mahkeme kapılarından, çocuk çığlıklarından, aşevi kuyruklarından başlarını kaldırıp hesap sorabilecekler mi acep?
“Eşitlik değil, adalet!” diyenler, bu sonuçlar ortaya çıktığında kim bilir nerede ne durumda olacaklar? Ulusal kahraman mı, saltanat sarhoşu mu, kim bilir ne olacaklar acep?
Bu durumun, IŞİD’in elleri bağlanmış yüzlerce kadını esir pazarına çıkarmaktan farkı “eşitlik” mi, “adalet” mi, hangisi olacak? O zaman  ortada “Eşitlik mi, adalet mi?” diye sorulacak bir sanık kalacak mı acep?
Erkeklerin arkasında yürüyen bir kalabalık halindeki kadınlar, tek bir kadın üyesi olmadan kadınlara yazgı biçen Anayasa Mahkemesi yargıçlarının, o zamane kadılarının “Bu Allah’ın belası kararı kim verdi?” diye yakasına yapışmak için arasalar, bu hukuk kimin hukukuymuş, neyin hukukuymuş diye yapışacak yaka bulabilecekler mi acep?
Kadınları çirkef kuyusunun dibinde eşitleyen bu zamane kadıları için adaletin terazisi ne tartacak acep?
Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi, resmi nikah öncesi yapılan imam nikahını cezalandıran yasa maddesini iptal edince, gelişmelerin ve en hafif sonuçlarının böyle olması bekleniyor!
Bu toprakların üzerinde kemiklerini dahi bulamadıkları çocuklarını 20-30-35 yıldır aramakta direnen anneler, hak ve özgürlük davasına kızlarını, oğullarını vermiş kadınlar, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için, sosyal ve siyasal yaşama etkin katılım için, kadın olarak hak ve özgürlükleriyle var olmak için, demokrasi, ekmek, iş, eşitlik ve özgürlük için mücadeleye atılmış kadınlar bütün mücadele geçmişlerini, deneyimlerini, kazanımlarını hiç yaşamamış, hiç duymamış, hiç dinlememiş, hafızalarını kaybetmiş olsalardı, belki olası bu senaryonun hayat bulmasına seyirci kalmaları beklenebilirdi.
Ama gün artık o gün değil!
İmam nikahını kadınların başına çorap, ayağına pranga etmek isteyenlere artık geçmiş olsun!
Kadınlar, o “çarpık” eşitlik mücahidi kadı özentilerinin görüp anlayamayacağı kadar köklü bir eşitlik ve özgürlük mücadelesinin içinde dönüşerek, dönüştürerek elde ettiler, bir çırpıda yok edileceği zannedilen kazanımları..
Kendi iktidarları bizatihi kadınların emeği ve her türlü sömürüsü üzerinde yükselenlerin teveccühleri ve lütufları ile olmadı hiçbir ilerleme!  
Hiçbir “tersine gelişme” de onların paşa keyfi istedi diye bir çizik imza ile olmayacak!
Gün artık o gün değil!
Kadınlar bundan böyle köleliğe boyun eğmez.
Esir pazarlarında boynu bükük alıcı beklemez.
Pespaye kahramanların tapınak sunağına bağlayacakları kurban rolünü kabul etmez.
Bugüne kadar onlar aşağıladı, kadınlar kendi üsluplarınca cevap verdiler.
Onlar haklarını gasp etti, kadınlar sokağa çıktılar.
Onlar hakaret etti, küfür etti, kadınlar sırtlarını döndüler.
Onlar; kocalarını, erkek kardeşlerini, babalarını, oğullarını suça azmettirdi; kadınlar dava etti, teşhir etti, adalet istemeye devam ettiler.
Onlar yasakladı, kadınlar kahkaha attılar.
Beklesinler; o hesap 8 Haziran sabahında Türkiye’nin her yerinden okkalı bir “Osmanlı tokadı” olarak suratlarında patlayacaktır.
Beklesinler ve görsünler!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et