Doğunun kentleri, Batının imbiği
İşte Ninova Müzesi düştüğünde, Tanrıça İştar’ın heykeli de parça pinçik edilmeye başlandığında, doğuyu bir kez daha üretti Batı. Doğunun “barbarlığını” işaret etmek için her defasında yeniden icat edilen yöntemler, hem medenyeti batılı olmanın küfesine ekleyecek, hem de batılı değerlerle örülü bir doğu inşa edilecekti. İşte tek dünyanın kapısı buydu.

Fevzi ÖZLÜER
Doğu’nun kentlerini Rembrandt’ın Balthasar’ın Şöleni resminde olduğu gibi okumaya alışmış oryantalist eksen, sadece batıda yaşayanın imgelem düzeyini belirlemedi. Aynı zamanda tüm modern doğulu yöneticileri de belirledi. Batının gelişmiş olduğu, Doğunun ise geri kaldığı, batının teknik olarak ileri olduğu, doğunun ise ahlakının gelişkin olduğu tam da bu modern teoloji okumasının bir sonucuydu. Müstesna batılı imge ile tekil bir doğu arasında biçimlendirilen tarih, modern Amerikan sinemasından, tek tanrılı inançların radikal görünümlerine kadar saflaşmaların odağını belirledi. Öylesine belirleyici bir algıydı ki bu, Doğu şehirleri denilince ya Suriye, Kudüs, Halep’in ortaçağ şehirlerini andıran dar, çıkmaz ve küçük bir kasaba imgesi doğuyordu ya da Tevrat ve İncil’de tasvir edildiği üzere, pagan, çok dilli, karmaşık, göğe doğru yükselen, yıkıma gün sayan kalabalık Babil ve Ninova akla geliyordu. Sarayda cariyeleri, karıları ve altın, gümüş tanrılarıyla devasa bir kral zenginliği, asma bahçelerin altında şatafat, gösteriş içinde dokunulmaz bir yaşamdı doğu imgesi. Bir yanıyla doğu kentleri, eşitsizliğin ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü ve fakat tanrı kralların şölen içinde tek tanrıya doğru adaleti işaret ettikleri bir yaşam kesitiydi.
Tam da bu nedenle, pagan dönemin inkarı ve tarihin ötesine itilmesi konusundaki modern uzlaşı, örneğin ızgara kent sistemini Miletoslu Hippodamos ile başlatır. Oysa Orta Suriye’de Fırat kıyısında, bir köyün büyümesi sonucu ortaya çıkmadığı anlaşılan, ızgara plana dayalı, ulaşım sistemi gelişkin planlı bir kent Yunan kentlerinden tam ikibin yıl öncesine tarihlendirilmektedir.
Nasıl bugün Göbeklitepe’deki avcı ve yerleşiklerin mücadelesinin mekandaki ifadesi olan sıralı taşlar “dinin, yerleşiklikten önce ortaya çıktığı” biçiminde tezahür ediyorsa, ilk doğu kentlerinden UR için de benzer bir yorum yapılmıştı. Şehirdeki toplu kamusal mekanlar, büyük toplanma odaları tam da aynı izlekte “tapınak” olarak kodlanmıştı.
İlk Planlı kent olan Habura Kabira’da, baraj suları altında kalmadan önce yapılan araştırmalar, diğer şehirleşme pratiklerini de etkileyecek bir iktisadi ve sosyal ağ olduğunu işaret ediyordu. Kentler arasında bir hiyerarşinin değil karşılıklı yardımlaşmanın, etkileşimin; rekabetin değil bir arada var olabilmenin mümkün olabileceğinin işaretleriydi bunlar..Belli bir zamana sıkıştırılmış ve devletin adıyla sınırlandırılmış tarih algısını, birbirine bağlanan kent uygarlıkları yıkıyordu. Suriye’de Habura Kabira, Al-Rawda, Irak’ta Haradum ya da Larsa Doğu’nun şehircilik birikimi açısından emsalsiz örneklerdir.
Çok katmanlı, geçişken, tek bir forma indirgenemeyecek zenginlikteki bu birikim kendini en güzel Ninova kentinde gösteriyordu. Pagan inanç sistemlerini temsil eden doğu kentinin mitosu hiç de erkek egemen değildi. Kentin tanrıçası İştar, batılıların “toprak ana” figürü ya da “Kybele”siydi. Bir yandan göçebelerin getirdiği zenginliği, diğer yandan da toprağın üretkenliğini düzenlemekteydi. Tohumun denetlenmesi, toprağın yeniden ve yeniden üretilmesiyle elde edilen fazla ürün kentleri “mutlu kent” haline getirmişti. Tam da bu nedenle Sümer, Akad, Babil çizgisinden bugüne kadar gece ve gündüzün eşitlendiği Mart ayında, toprağın bu coşkusu, tohumla yeniden buluşması kutlanırdı. Bu aynı zamanda erilliğin yani tohumun da denetim altına alınmasının sembolik ifadesi ve şölenleştirilerek gelecek kuşaklara aktarılmasıydı.
Kanal yollarıyla şehre taşınan altın, gümüş ve büyük lacivert taşı bir yandan, tuncun üretildiği bakır ve kalay diğer yandan bolluk kentlerinin heykellerini de üretiyordu. Tanrıça İştar’ın bu heykellerine tapınma, insanın kendi yazgısına pagan inançları ölçeğinde sahip çıkmasıydı. Bu yazgı, kentin nereye kurulacağını, nasıl korunacağını, uyum içinde nasıl yaşanacağını kimi kez kahinler aracılığıyla kimi kez de çömlekçi, dülger ve duvar ustaları aracılığıyla kendine sordu durdu.
İşte Ninova Müzesi düştüğünde, Tanrıça İştar’ın heykeli de parça pinçik edilmeye başlandığında, doğuyu bir kez daha üretti Batı. Doğunun “barbarlığını” işaret etmek için her defasında yeniden icat edilen yöntemler, hem medenyeti batılı olmanın küfesine ekleyecek, hem de batılı değerlerle örülü bir doğu inşa edilecekti. İşte tek dünyanın kapısı buydu. Doğu uygarlığını tekil “kültür mirasları” olarak kodlayanlar ve moderncihatistler için distopyanın laboratuvarı böylece kuruluyordu.
Şimdi, Rojava’da şehri yeniden kurmaya kalkanların cüreti tam da bu nedenle anlaşılamıyor. Onlar ısrarla doğunun on bin yıllık birikimine yaslanırken, Doğuyu bir saray ülkesi olarak gösterenlerin fıtratı isetekçi medeniyetin imbiğinden distopyaya damlıyor.
Geriye kalansa ikiliklere yaslanmış dünya algısı. Tam da her gün yeniden ve zorla kurulmaya çalışılan...
Evrensel'i Takip Et