Nazım Hikmet İstanbul'a Kavuştuğunda
Kendimi o kavganın bir neferi olarak gören ben haramilerin saltanatının yıkıldığı o günü görebiliyorum İstanbul’a bakınca. Sanki anca o gün, Nazım İstanbul’una kavuşurmuş gibi geliyor bana. İşçi sınıfının, şairine böyle bir armağan vereceğini düşünürüm hep.

Suna KARAYEL
İstanbul
Ben daha ilkokul sıralarında iken bir filmde güzel cümleler kuruyordu baş karakterler... Sonra evde kulağıma çalınan birkaç şarkının sözleri ne de hoştu öyle! Evet dünya o zamanlar bir toz bulutuydu benim için. Diğer tüm yaşıtlarım için olduğu gibi. Nerde duydum sonra hatırlamıyorum ama ‘Namık Hikmet’ diye
bir adam vardı. Türkiye’de yaşamıyordu. Ama burayı çok seviyordu. Benim hergün uyandığım bu sabahları bu ülkede görebilmeyi çok istiyordu. Bir de galiba devrimci ablalar ve abiler onu çok seviyordu. Evet ben Nazım’dan önce Namık Hikmet’le böyle tanıştım. Ah söylemeyi unuttum; onun dizelerinden bestelenmiş şarkılar evde dinlense de ben ‘Namık Hikmet kim?’ diye sorunca evde soğuk rüzgarlar esmişti. Galiba çocuklar ve gençler için çok ‘heyecanlı’ bir yasaktı benim ‘Namık Hikmet’.
MERHABA NAZIM HİKMET!
Büyüdüğüm şehirde bir kitap çarşısı vardı. Şimdilerde LYS, KPSS ve daha bilumum sınavlara hazırlık kitaplarından başka bir şey bulamayacak olsanız da ben ilkokul sıralarında iken orada sadece romanlar, şiirler, öyküler vardı. Büyüleyici bir dünya! Derken raflardan birinde bir kitap; üzerinde kıvırcık saçlı bir adam, nasıl da gülümsüyor... Kitabın üzerinde ‘Nazım Hikmet’ yazıyor. İşte o an, dünya toz bulutundan çıkıp katılaşmaya başladı. Hemen annemin eteklerine asıldım tabi. ‘Nolursun bunu alalım. Bak hem şiir ki bu... Türkçe dersinde ödevler için lazım olur hem...’ Aklım sıra ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ kitabını evde meşrulaştırmanın yolunu bulmuştum; ‘Ödev için lazım!’ O kitapla sabahladığımdan bu yana ‘Namık Hikmet’e elveda, Nazım Hikmet’e merhaba dedim.
HER ŞEYDEN ÖNCE
Beş altı yıl geçti aradan. Nazım’ın kitaplarının sayısı kitaplığımda birken iki, üç, dört, beş olup artmaya devam etti. O dizelerde her zaman yaşamımın her anına dair birşeyler buldum. Bazen heyecanıma, bazen kafamı çorba yapan sorulara, bazen hayallerime dair bilmecelerin ip uçları o sayfalarda oldu. Evden taşınırken de üniversiteye gitmek için hazırlanırken de bavulumun içine çamaşırlardan önce o kitapları koydum hep. Kitaplığımın ilk rafının ilk sırasını kimselere kaptırmadılar.
Hele de İstanbul hayalleri ile yanıp tutuşurken kendime verdiğim bir söz vardı. İstanbul’a ayak bastığım günden başlayarak sokak sokak onun dizelerinin izini arayacaktım. İstanbul hayallerimden de büyük çıktı. Sokak sokak dolaşsan da bitmek bilmiyor! Gülhane Parkı’na gidip Ceviz Ağacı’nı okumakla, Karaköy’de denizin dalgaları ayaklarımın ucuna değecek şekilde oturup yine satırlara dalmakla bu iş olmayacak galiba dedim. Hem Nazım İstanbul’dan ibaret değildi ya! (Ama İstanbul’suz da Nazım olmazdı itirazınıza katılıyorum bu arada)
Nazım kendisini dört kelime ile şöyle özetlemişti; “Ben, en tepeden tırnağa insan tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...” İnsan, kavga, hasret, ümit...
ANCA O ZAMAN...
Bazen Unkapanı köprüsünden otobüsle geçerken yüzüme olur olmadık bir gülümseme takılıyor. Hele Galata Köprüsü üzerinde yürüyorsam bir akşam üstü güneş batmak üzereyken neredeyse kahkaha atasım geliyor. Evet İstanbul’suz Nazım olmazdı. Çünkü kavgadan ibaret bir adamın, kavgasının başkentiydi İstanbul. Niye güldüğüme, kahkahalar attığıma gelince. Deli değilim. En azından kendime göre! Kendimi o kavganın bir neferi olarak gören ben haramilerin saltanatının yıkıldığı o günü görebiliyorum İstanbul’a bakınca. Sanki anca o gün, Nazım İstanbul’una kavuşurmuş gibi geliyor bana. İşçi sınıfının, şairine böyle bir armağan vereceğini düşünürüm hep.
Bir insanın hayatında ve hayallerinde Nazım yeri benim için böyle. Eminim ki yüz binlerce arkadaşımla da aşağı yukarı aynıdır duygularımız.
‘Namık Hikmet’ ile tanıştığımda onun uzak bir ülkede yaşadığını sanırdım. Nazım Hikmet’in ise mücadelede yaşadığını öğrendim.
Şimdi belki de hep birlikte o mücadelenin öğrencisi, temsilcisi olma zamanıdır?
Evrensel'i Takip Et