Stadyum turları: İngiltere
Serhat BORA*
İngiltere denince özellikle holiganizm döneminden sonra ateşli taraftar gruplarından ve stadyumlarda oluşan efsane atmosferlerden bahsetmek biraz güç. Ancak futbolun olmazsa olmazlarından olan stadyumlar büyülerini koruyor. Ben de bu yazımda kendimce en önemlilerini, okurken keyif alacağınızı umarak sizlerle paylaşmak istedim.
WEMBLEY STADYUMU
En iyisiyle başlamak istedim. Burası, İngilizlerin milli takım maçlarıyla birlikte FA Cup finali, Sky Bet Championship Play-Off finali, FA Community Shield finali, Capitol One Cup finali gibi önemli maçların oynandığı o muhteşem stat. Son olarak 2007 yılında 757 milyon pound gibi bir bütçeyle restorasyon çalışmaları yapılan stat 90 bin seyirci kapasitesiyle Avrupa’da Nou Camp’tan sonra en büyük futbol mabedi olarak göze çarpıyor. Seyirci rekoru ise 2008 yılında şu sıralar İngiliz futbolunun dibe vuran ekiplerinden Portsmouth ve Galler ekibi Cardiff City arasında oynanan ve 89 bin 874 seyircinin katıldığı FA Cup finalinde. 2000 yılında yenilenmesi gündeme gelen ve 2003’te tamamlanması beklenen proje bazı finansal sorunlardan dolayı 2003 yılında ancak hayata geçti ve 2007 yılında açılan yeni Wembley, şu an dünyanın açılır-kapanır tavanlı en büyük stadyumu konumunda. İlk defa 1923 yılında inşa edilen tarihi Wembley, 1963 yılında yenileme çalışmalarıyla daha modern hale getirilmişti. 2003’te tamamen yıkılıp aynı yere yenisinin yapılıp isminin de muhafaza edilmesi de İngilizlerin bu anlamda ne kadar vefalı olduğunun bir göstergesi olsa gerek.
OLD TRAFFORD
Evet burası bir Manchester United efsanesi Bobby Charlton’ın bahsettiği “Düşler Sahnesi”. Şu an 75 bin 635 kişilik kapasitesiyle İngiltere’de Wembley’den sonra en büyük stattır. 1909 yılında kulübün sahibi John Henry Davies’in, United’ın o zamanlar maçlarını oynadığı ve çevresindeki fabrikalardan dolayı yoğun dumana maruz kalan Bank Street Ground’un İngiliz ligini ve FA Cup’ı kazanmış bir takım için yeterli olmadığını düşünmesi ile başlar Old Trafford’ın hikayesi. Hikayeyi enteresan hale getiren olaylardan biri II. Dünya Savaşı’dır. Savaş sırasında bombardımana maruz kalan stat 1941-1949 yılları arasında kullanılamaz haldeydi ve Manchester United takımı, bu dönemde maçlarını şehrin kırmızı mı yoksa mavi mi olduğu o meşhur tartışmada mavi tarafta bulunan ezeli rakibi Manchester City’nin evi Maine Road’da oynar. İlginç hikayelere ev sahipliği yapan stadın bana göre en büyük mucizesi Sir Alex Ferguson. United’da unutulmaz bir kariyere imza atan İskoçyalı, kulübü Avrupa’ya ve tüm dünyaya tanıtan isim diyebiliriz. Kulüp, 2011 yılında efsane teknik adamı onurlandırmak adına tribünlerden birine onun adını verdi. Son olarak Manchester United hayranlarına 2011 yılında çekilen ve 1958’de Münih’te yaşananları ve sonrasını konu alan “United” filmini tavsiye ederek Old Trafford’a noktayı koymak istiyorum.
EMIRATES / HIGHBURY
Geldik bir başka efsaneye. Highbury’e. 1913’ten 2006’ya kadar İngilizlerin son yıllarda kupa kazanma anlamında hayli sıkıntılı fakat finansal anlamda en güçlü kulüplerden biri olan Arsenal’e ev sahipliği yaptı bu stat bir çok tarihi başarıya da tanıklık etti aslında. “Invincibles (Yenilmezler)” sezonu olarak bilinen 2003-2004 sezonu bence bunların en önemlisi. Kırılması çok zor bir rekora imza atan Arsene Wenger ve ekibi ligi namağlup şampiyon tamamlamışlardı. İlk inşasından yıkılma dönemine kadar tam dört kez restorasyon yapılan Highbury, 2006 yılında terk edildi ve çok yakınına inşa edilen yepyeni bir stada kavuştu Arsenal. Taşınma olayıyla ilgili çok enteresan bir projeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. 2010’da Highbury Square adlı projeyle tribünlerin bir kısmı apartman daireleri halinde hizmete sunulurken futbol sahasının da bu apartların ortak bahçe alanı olarak kullanılması fikri yüz yılın en parlak fikirlerinden. Şu an 650 daire bulunan bu eşsiz yaşam alanında eski oyunculardan Robert Pires’in de bir dairesi var. Gelelim Emirates’e. Sponsorluk anlaşmasından önce Ashburton Grove olarak bilinen stat 470 milyon pounda mal olmuş. 60 bin 355 kişilik kapasitesiyle Emirates, Britanya’daki en büyük 3. stadyum. 1997’de Highbury’nin genişletilmesi fikri doğdu ancak konum itibariyle stadyum yerleşim merkezlerinin ortasında bulunduğundan ve bazı önemli binaların yakınında olması sebebiyle bu gerçekleşmedi. Daha sonra 2000 yılında Highbury’e çok yakın bir noktada yeni bir stadyum inşa etme fikri ortaya atıldı ancak finansal zorluklardan dolayı stadın yapımına ancak 2004’te başlanabildi. Yapımı iki yıl süren stadın isminin Ashburton Grave olması kararlaştırılmıştı ki ünlü havayolları firması Emirates tam 100 milyon sterlin karşılığında stadın isim hakkını aldı. Kulübün CEO’su Ivan Gazidis’in başlattığı “Arsenalizasyon” fikrinin de stadın mimari ve görsel açıdan gelişimi anlamında etkili olduğunu söylemek mümkün.
ANFIELD ROAD
Şimdi sıra belki de adanın atmosfer anlamında en etkileyici stadyumunda. Bir Liverpool sempatizanı olmamama ve daha önce Anfield’da bulunmamama rağmen maçlar öncesinde “You’ll Never Walk Alone” efsanesi tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. Çıkış tünelindeki, Liverpool efsanesi Bill Shankly tarafından rakiplere korku salmak amacıyla yaptırılmış olan “This Is Anfield” yazısını söylemiyorum bile… Gerçekten inanılmaz bir büyüsü var bu stadın. İstanbula gelen Liverpool taraftarlarıyla gerçekleştirdiğim sohbetlerde de oradan bahsederkenki yaşadıkları heyecanı görmezden gelmek imkansız. Anfield’ın hikayesi de türünün tek örneği. Şöyle ki, 1884’te inşa edilen stadı 8 sezon boyunca şehrin mavileri Everton kullanır. 1892 yılında stadın sahibi John Houlding ile Everton kulübü arasında kira konusunda anlaşmazlık patlak verince Everton kulübü Goodison Park’a taşınmayı seçer ve Anfield’ın sahibi de Liverpool takımını kurar. Böylece Liverpool stadı değil de stad Liverpool’u kurmuş olur. 45 bin 276 kişilik kapasitesi olan Anfield Road günümüze kadar pek fazla restorasyona uğramadı ve bu anlamda tarihi estetiğini en iyi koruyan ve İngiliz mimarisini en iyi yansıtan statlardan biri diyebiliriz.
*Futbol Akademi Yazarı