13 Haziran 2015 00:53

Avrupa, Türkiye seçimlerini kutluyor

Paylaş

Bu hafta Avrupa’dan yorumlarımızı Türkiye’deki seçim sonuçlarıyla ilgili olarak seçtik. Türkiye seçimleri Avrupa’da da ilgiyle izlendi. Seçim sandıklarının buralara da taşınması bu ilgiyi daha da arttırdı.

Erdoğan’ın, -AKP’nİn- yenilgisi, HDP’nin barajı aşarak 80 milletvekiliyle Meclise girmesi Avrupa’da da sevinç ve biraz da şaşkınlık yarattı. Gazete ve televizyonlar seçim sonuçlarını birinci haber olarak verdiler. İngiltere’de The Guardian gazetesi Erdoğan’ın basına yönelik saldırıları nedeniyle açıkça özür dilemesini istedi. 

Fransa ve Almanya’da ise Le Monde ve Frankfurter Rundschau gazetelerindeki yazılarda Erdoğan’a dur diyen seçmenler övülerek “Erdoğan kaybetti-Türkiye kazandı!” denildi. 


ERDOĞAN’IN YENİLGİSİ: ÇOK İYİ BİR HABER

Le Monde 
Başyazı 

7 Ekim Pazar günü, Türk seçmenler büyük bir olgunluk içinde Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otokratik eğilimini durdurdular. Bu Türkiye için çok iyi bir haber, ama Avrupa için de iyi bir haber, zira bu ülkenin ağırlığı Avrupa kıtası ile kaynayan Ortadoğu arasındaki dengeler açısından önem teşkil ediyor. Bu seçimler 75 milyonluk, AB’ye ve NATO’ya bağlı bir ulusa daha parlak geleceklerin olanağını açıyor.  

Sonuçlar her şeyden önce Erdoğan’ın şahsi başarısızlığıdır. 12 yıl başbakanlık yaptıktan sonra Ağustos 2014’de Cumhurbaşkanı oldu ve bu seçimleri kendi siyasi geleceğinin referandumuna dönüştürdü. Anayasayı değiştirebilmek için Mecliste 3/2’lik (367 milletvekili) çoğunluğu istiyordu. Parlamenter bir sistemde yürütmenin başında başbakan vardı ve cumhurbaşkanının  rolü ise sembolikti. Türkiye’yi yönetmeye devam edebilmek için Erdoğan Anayasayı değiştirmek ve tüm yetkileri elinde toplayan bir başkanlık rejimi kurmak istiyordu. Tam da bu konuda seçmenler açıkça hayır dediler. Erdoğan’ın AKP’si hâlâ birinci parti olmaya devam ediyor ama 2002’den bu yana ilk defa -258 milletvekili çıkartarak- mutlak çoğunluğu kaybetti. Bu kitlesel ret, her şeyden önce, son yıllardaki başarılardan dolayı sarhoş olmuş, Anadolu yaylası kadar devasa bir egoya sahip bir insanın, otoritarist bir sapmasının, İslami muhafazakar eğilimlerle süslenerek otokrat bir sultan olma eğilimlerinin reddidir.  

Seçimlerin ikinci dersi, bu ise “tarihseldir”, Kürtlerin meclisteki temsil edilmede elde ettikleri başarıdır. Ülkenin yüzde 15’inin Kürt olmasına karşın, milletvekilleri bugüne kadar “bağımsız” olarak yer almak zorundaydılar. Bu sefer, başarılı bir avukatın 42 yaşındaki Selahattin Demirtaş’ın önderliğinde, HDP Meclise girdi ve 80 milletvekili sahibi oldu.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, tamamen Erdoğan’a biat etmiş birisi olarak muhalefet partileri ile koalisyon kurma girişimleri yapabilir. Azınlık hükümeti kurmayı da seçebilir. Ama yapamayacağı bir şey varsa, o da pazar günü sandıktan çıkan sinyali görmezlikten gelmedir. Seçmenlerin artan bir kesimi, “Devletin AKP’leşmesinden”, yıllarca iktidardan sonra, yolsuzluk ve Erdoğan’ın sıkıştırmasıyla tüm karşı güç kurumlarına boyun eğdirme (adalet, polis, basın) eğilimlerini teşhir ediyor.  

Başkan ise karşısına çıkan her zorlukta komplodan bahsediyor (eski İslami muhafazakar müttefiklerinin, Yahudilerin, yabancıların vs…) Süre geçtikçe, açık ve hoşgörülü bir toplumun sürekli artan bir kesimi, bu hoşgörüsüz ve dinci söylemlerden giderek daha fazla kaygılanmaya başladı. Yaşananlar, sessiz kalınamayacak kadar karışık ve çoğulcu bir Türkiye’de, Neoosmanlıcı hırslarla süslenmiş ve hızla ilerleyen bir İslamlaştırma biçimine karşı derin bir denge sağlamadır. Bu pazar günü, iktidar ve ekonomik açıdan bir istikrarsızlığa yol açsa da, sağduyuyla hayata geçen büyük bir olgunluğun, sandıklarda barışın sinyalidir.  

(Çeviren: Deniz Uztopal)


ERDOĞAN KAYBETTİ TÜRKİYE KAZANDI

Frank NORDHAUSEN
Frankfurter Rundschau

Seçmenlerin Erdoğan’ın iktidar hırsına karşı çıkışı demokrasiyi güçlendiriyor. Ayrıca HDP parlamentoda taze  bir rüzgar estirecektir. Zor olan hükümetin kurulmasıdır, işte bu nedenle Türkiye’yi huzursuz günler bekliyor...

Normalde her dakika söyleyeceği sözü olan adam, mağlubiyet sabahından beri susuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partilere seçim sonuçlarını sorumluluk içinde değerlendirmeleri çağrısı yapana kadar epey zaman geçti.  Kolay değil, pazar günü seçmenler onun politik yükselişini engelleyecek bir deprem şeklinde güvensizlik oyu verdiler. Erdoğan bu seçimi antidemokratik ‘süper başkanlık sistemi’ açısından bir referandum olarak algılamış ve sunmuştu, Anayasa’yı çiğneyerek seçim kampanyasına müdahale etmesine, devletin korkunç büyüklükteki parasını propaganda amacıyla harcamasına rağmen seçmenler başkanlık sistemine açıkça “hayır” dediler. 

Vatandaşlar, her fırsatta Cumhurbaşkanını alkışlayan hükümet partisi AKP’nin yöneticilerinden daha akıllı ve olgun olduklarını gösterdiler. Bu nedenle seçimin baş kazananı Türkiye’deki politik sistem oldu. İtiraz edilebileceği gösterildi, parlamenter demokrasi güçlendirildi ve çok sayıda insan rahatladı. 

Türk demokrasisinin güçlenmesinin bir nedeni de antidemokratik yüzde 10’luk seçim barajına rağmen halkın çok önemli bir kesiminin parlamentoda temsil edilebilmesi oldu. Sol, Kürt yanlısı HDP, yüzde 13 oy oranı ve 80 milletvekiliyle barajı aştı ve oy oranını ikiye katlayarak ilk Kürt partisi olarak parlamentoya girdi. 

Bu başarı baş adaylardan Selahattin Demirtaş’ın süper zekasıyla partisini azınlıklara, “ötekilere” açması ve Erdoğan’ı eleştiren Gezi hareketiyle omuz omuza hareket etmesinin sonucu. HDP, böylelikle kendini daha iyi bir ekoloji, çoğulculuk, özgürlükçü demokrasi, cinsel özgürlük ve sivil toplum angajmanı isteyen gençler için seçilebilir hale getirdi. 

Demirtaş, geleneksel HDP taraftarlarına, kendilerine yönelik her türlü saldırıda sakinliklerini koruma çağrısı yaparak provokasyonları boşa çıkarttı. Aynı zamanda muhafazakar, dindar Kürtleri de HDP konusunda ikna etmeyi başardı. Ülkenin doğu ve güneydoğusundaki Kürt bölgelerinde önceki seçimlerde AKP’ye oy veren Kürt seçmenler, toplu halde HDP’ye yönelerek partiye yüzde 90’a kadar varan oy kazandırdılar. Parlamentoda güçlü şekilde temsil edilmeleri Türkiye’de yeni bir döneme yol açtı. On yıllardır ezilen, baskı altında tutulan Kürtler, toplumun merkezine geldiler, artık kimse onları görmezden gelemeyecek. 

Kürt partisinin başarısıyla güçler dengesi epey değişti. HDP, parlamentoda -yine AKP seçmenlerinin yönelimiyle oy oranını arttıran- aşırı milliyetçi MHP kadar güçlü artık. Diğer taraftan seçim sonuçları Türkiye’nin bir yanda MHP ve AKP’nin temsil ettiği muhafazakar, diğer yanda HDP ve sosyal demokrat CHP’nin temsil ettiği sol taraf olarak parçalanmış bir yapıya sahip olduğunu da gösterdi. Ülkenin üçe bölünmüşlüğünde de bir şey değişmedi: batı ve güneyde CHP, orta ve Karadeniz’de AKP ve doğu ve güneydoğuda HDP!

HDP’nin güneydoğu ve doğudaki Kürt bölgelerindeki başarısı Erdoğan açısından kaderin bir oyunu olarak görülebilir. Bilindiği gibi Erdoğan, politik ajandasına Kürt sorununun barışçıl çözümünü koymuş, Kürtçeyi yasak olmaktan çıkarmış ve Kürt televizyonunu serbest bırakmıştı. Ancak meyvesini toplayamadı. Erdoğan’ın Kürtlerin güvenini yitirmesinin iki ana nedeni var: Birincisi, Erdoğan’ın IŞİD’in saldırıları karşısında direnen Kobanê’nin teslim olacağını, yenileceğini, ikincisi ise seçim kampanyaları sırasında Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığını söylemesi...

Bu çark edişi, bir çok Kürt PKK ile barış sürecine ihanet olarak değerlendirdiler. HDP’ye verdikleri destekle Kürtler, sadece Türk ordusunun Kuzey Suriye’de yaşayan akrabalarına yönelik  saldırılarına karşı sembolik bir koruma duvarı oluşturmakla kalmadılar. Türkiye haritasında bir kale gibi duran HDP seçim bölgesine bakıldığında, ordunun herhangi bir saldırısı halinde ülke bölünmezliğinin korunamayacağı görünüyor.
AKP, azınlık veya koalisyon hükümeti mi kuracak? Eğer öyleyse kiminle? En başta, AKP’ye en yakın parti olan MHP ile koalisyon kurulabilir. Ama, üç muhalefet partisinin bir araya gelerek hükümet kurma ihtimali de var. Seçim sonuçları, halkın partilere uzlaşma mesajı olarak algılanabilir. Ancak en büyük ihtimal erken seçimlere gidilmesi şeklinde... Kısacası  Türkiye’yi zor günler bekliyor.

(Çeviren: Semra Çelik)


CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN YALANLARI: BİR ÖZRÜ HAK EDİYORUZ

The Guardian
Başyazı 

Basın özgürlüğü açısından Türkiye’nin liderinin sicili gittikçe kötüleşiyor. Gazetemiz hakkında söylediklerinde hiç bir gerçeklik yok. 

Recep Tayyip Erdoğan basına sürekli ağır ithamlarda bulunmayı seviyor. Daha geçtiğimiz hafta Cumhuriyet’te yayın yönetmeni olan Can Dündar’ı, müebbet hapis riski yaratacak şekilde casusluk yaptığı iddiasıyla tehdit etti ve “devlete karşı suç işlediği” gerekçesiyle suçladı. Aynı zamanda geçtiğimiz hafta Gazeteci Mehmet Baransu gizli evrakları kamuya açıklama gerekçesiyle mahkeme karşısındaydı ve savcı 52 yıl hapis talep etti. Bu davalar tehlikeli bir gelişmenin en son örnekleri. Türkiye’nin son seçim sürecinde basın mensupları tehdit edildi, haber ajansları susturuldu, onay belgeleri verilmedi, yolsuzluk haberlerini kamuya sunanlara para cezası kesildi ve çoğunlukla AKP yanlısı yayınlar yapıldı. Yakın zamanda yapılan uluslararası bir anket Türkiye’nin basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 149’uncu olduğuna kanaat getirdi, yani Zimbabwe’den daha kötü ve Rusya’dan biraz ileride... 

Geçen hafta, seçim günü yaklaştıkça, Türkiye Cumhurbaşkanı sadece Türkiye medyasına değil, uluslararası medyaya da saldırdı. Almanya’nın Die Zeit gazetesini özellikle hedef gösterdi ve gazetenin İstanbul’da üçüncü bir havaalanı yapılmasına karşı olduğunu söyledi. Ardından New York Times’in kendisine karşı düşman olduğunu ve “Yahudi Merkezi” tarafından yönetildiğini iddia etti. New York Times’a  yaptığı saldırı haftası, aynı gazetenin eski İstanbul yöneticisine Gaziantep’te vali tarafından ödül verilmesini engelledi. 

Sonrasında Guardian’a saldırdı: “Biliyor musunuz bir İngiliz gazetesi ne diyor?” diye sordu Ardahan’daki bir AKP mitinginde. “Diyor ki tam batılaşmamış fakir Müslümanlar kendi başkanlarını kendileri seçemezler”. 

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı bunun utanmazlık olduğunu belirterek Guardian’ı şöyle uyardı: “Haddini bil!”. 

Erdoğan’ın Guardian gazetesine yönelik suçlamasında haklılık yok. Guardian gazetesi Erdoğan’ın söylediğini yazmadı ve o doğrultuda da bir şey söylemedi. Geçen hafta gazetenin başyazısında  AKP tabanının çoğunlukla “Türkiye’nin yoksul, daha az batılaşmış ve daha çok dinci kesimler” arasından olduğunu, fakat Türkiye’nin daha genç ve kentlerde yaşayan Türklerle bir bağ kuramadığını söyledik. Türk seçmenlerinin Erdoğan’ın istediği başkanlık sisteminin önüne geçmesi çağrısı yaptık. Pazar günü yapılan genel seçimler de bu sonucu verdi. 

Guardian gazetesinin fakir Müslümanlar kendi ülkelerini yönetemezler dediği suçlaması tamamen çirkin bir karalama. Bu düzmece haber, Ardahan mitinginde konu edilmişti. Cumhurbaşkanına yakınlığı ile bilinen gazeteler tarafından yapılmış, diğerleri tarafından da kullanılmış ve çok geçmeden sosyal medyada yaygınlaştırılarak Erdoğan’ın Ardahan mitinginde konu edilerek hızlı bir gündem yaratılmıştı. 

Gazetecilerin seçtikleri kelimeler konusunda dikkatli olmaları gerekir. Eğer hata yaparlarsa,  ki hata yapılabilir, bu en kısa zamanda ve hızlı bir şekilde düzeltilmeli. Çok ciddi hatalar için de özür dilenmesi gerekir. Guardian’ın uzun süre görev yapmış Yayın Yönetmeni CP Scott’un söylediği gibi gerçekler kutsaldır. Siyasetçiler de kullandıkları kelimeler konusunda dikkatli olmalı, doğru bilgiler sunmalıdırlar. Erdoğan kullandığı bilgiler ve seçtiği kelimeler konusunda büyük bir hata yaptı. Kesinlikle bir özrü hak ediyoruz. 

(Çeviren: Çınar Altun)

ÖNCEKİ HABER

Mısır’da Sisi’nin darbe dönemi sürüyor

SONRAKİ HABER

Adalet istiyorum

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa